|
• İzEdebiyat > Deneme > Din |
221
|
|
|
|
Kutsal metinler ve dini kaynaklarda insanlığa mesaj taşıyan figürler arasında "Dabbe" ve "Mehdi" özel bir yere sahiptir. Kur'an-ı Kerim'de ve bazı hadislerde geçen bu kavramlar geleneksel ve modern tefsirlerde farklı yorumlarla ele alınmıştır. Ancak ayetler ve hadisler ışığında bu kavramların anlamlarını ve fonksiyonlarını derinlemesine incelemek onların insanlar için taşıdığı mesajları daha iyi anlamamıza olanak sağlar. Dabbe kelimesi Arapça’da “hareket eden, canlı varlık” anlamına gelir ve Kur’an-ı Kerim’de 14 kez geçer. Çoğul hali olan "devâbb" ise dört kez kullanılmıştır. Dabbe canlı ve hareketli bir varlığı ifade eder. |
|
222
|
|
|
|
Kâfir kelimesi, köken itibarıyla “örtmek” anlamına gelir. Bu, sadece fiziksel bir örtmeyi değil, hakikatin ve gerçeklerin bilinçli bir şekilde göz ardı edilmesini ifade eder. Kâfir, hakikatin üstünü örten kişidir; gerçeği görmek istemez, vicdanını bastırır ve hakikate kulaklarını kapar. Bu durum, insanın hakikat karşısındaki duruşunu belirleyen derin bir manevî körlüğü ve duyarsızlığı işaret eder. İnsanın yaradılışında hakikati aramak ve anlamak gibi bir eğilim vardır. Ancak kâfir, bu doğal eğilimi bastırır. Hakikat, insanın gözleri önünde apaçık bir şekilde dururken, o bunu görmezden gelir. Bu görmezlik, bir cehalet değil, bilerek ve isteyerek yapılan bir tercihtir. Hûd Suresi’nin 5. ayetinde, Allah'ın her şeyden haberdar olduğu, gizlenen ya da açığa vurulan hiçbir şeyin O’ndan saklanamayacağı ifade edilir: |
|
223
|
|
|
|
Kur’an-ı Kerim, müminlerin özelliklerini detaylı bir şekilde açıklayarak onları ideal bir yaşam biçimine yönlendirir. Bu özelliklerden biri de, seher vakitlerinde bağışlanma dilemek yani istiğfar etmektir. Zariyat Suresi 18. ayette, "Onlar, seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi." buyrulmakta; Ali İmran Suresi 17. ayette ise "Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir." ifadesiyle istiğfar edenlerin müminlerin vasfı olduğu vurgulanmaktadır. Bu ayetler ışığında, seher vaktinde bağışlanma dilemenin müminler için farz bir özellik olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü Kur’an’da bir özelliğin müminlere atfedilmesi, bu davranışın hayat tarzı haline getirilmesi gerektiğine işaret eder. Bu yazıda, seher vaktinde istiğfar etmenin anlamını, önemini ve nasıl uygulanması gerektiğini ele alacağız. Seher vakti, gecenin son ve en sessiz anıdır; bu vakitte, insanların çoğu uykudadır ve dünya işlerinden uzaklaşmıştır. İşte bu sessizlik ve huzur anı, Allah’a yönelmek için en uygun zamandır. Gecenin bu vakti, Rabbimizin kullarına rahmet nazarıyla baktığı, duaların kabul olduğu ve bağışlanma kapılarının ardına kadar açık olduğu mübarek bir andır. |
|
224
|
|
|
|
Hata yapmak, insanın fıtratı gereği kaçınılmaz bir durumdur. İnsanın yaşadığı dünya imtihanlarla doludur ve bu süreçte yapılan hatalar, müminin kulluk bilincini artıran, ona yeni kapılar açan önemli bir unsurdur. Cahiliye toplumları hata yapmayı bir utanç kaynağı olarak görüp, hataları cezalandırma veya alay konusu etme eğilimindeyken, İslam ahlakında hata yapmak insan olmanın bir parçası olarak görülür ve her hatanın içinde bir hayır olabileceği bilinciyle değerlendirilir. Cahiliye toplumlarında hata yapmak, bireyin toplum içindeki itibarını zedeleyen, onu küçük düşüren ve fırsatlarından mahrum bırakan bir durum olarak kabul edilir. Bu nedenle insanlar, hata yapmaktan çekinir ve bu korku, bireylerin doğal ve insani deneyimlerini sınırlayan bir kaygıya dönüşür. |
|
225
|
|
|
|
İslam, dünya genelinde farklı kültürler, gelenekler ve mezhepler aracılığıyla öğretilmiş ve anlaşılmış bir dindir. Ancak birçok kişi, İslam’ı doğru ve derinlemesine öğrenmek yerine, çoğunlukla yaşadığı toplumun kültüründen, aile büyüklerinden veya sosyal çevresinden edindiği bilgilerle dini tanımaktadır. Bu durum, dinin özünden sapmaların ve yanlış anlamaların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bu yazıda, İslam’ı Kur’an’dan öğrenmenin önemini vurgularken, kültürel mirasın ve yanlış bilinenlerin nasıl insanları doğru yoldan sapmasına yol açtığını ele alacağım. Çoğu kişi, İslam'ı doğrudan Kur'an'dan öğrenmek yerine, çevresinden, aile büyüklerinden veya toplumunun geleneklerinden öğrenir. Çocukken, ebeveynlerden, öğretmenlerden veya camilerden duyduğumuz öğretiler, genellikle İslam'ın özünü yansıtmak yerine, kültürel alışkanlıkların, yerel inançların ve zamanla değişen geleneklerin bir birleşimi olur. İslam'ın öğretileri, genellikle duyumlar ve söylentilerle şekillenir; oysa ki, doğru bilgiye ulaşmanın yolu Kur'an'ı anlamaktan geçer. |
|
226
|
|
|
|
Dinî bayramlar, İslam toplumunda derin bir sosyal ve kültürel öneme sahiptir. Ancak bu bayramların, İslam'ın temel kaynağı olan Kur'an'da yer almaması, konuyu teolojik bir tartışma haline getirmiştir. Geleneksel din algısıyla Kur’an merkezli İslam anlayışı arasındaki bu fark, bayramların dinî meşruiyetini sorgulayan bir düşünceyi doğurmuştur. Peki, bu bayramlar gerçekten İslam'ın bir parçası mı, yoksa tarih boyunca oluşmuş bir gelenek mi? Kur’an, İslam’ın temel kaynağı olarak apaçık bir şekilde yol göstericidir ve İslam’ı anlamak için yeterli olduğu ifade edilir: |
|
227
|
|
|
|
Hayat, insana pek çok sınav ve mücadele sunar. Bu süreçte insanın en çok arzuladığı şey, kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmayacak, her zaman yanında olacak ve ona güven verecek bir dosttur. Fakat böyle bir dost, yalnızca Rabbimiz olan Allah’tır. Allah, iman edenlerin en yakın dostu ve destekçisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, zorluk anlarında yanlarında olur ve onları düşmanlarına karşı korur. Bu bağlamda, insanın hem dünyada hem de ahirette sahip olduğu en güvenilir dost Allah’tır. İnsan, hayatı boyunca bir güç, destek ve koruma arayışı içindedir. Zorluklar karşısında kendisine yardımcı olacak, sıkıntılarını giderecek bir dayanak bulmak ister. Fakat bu arayışta, çoğu zaman en güçlü ve her şeye kadir olan Rabbini unutur. Bunun yerine, kendisine hiçbir fayda sağlamayan ve zarar veren dünyevi varlıklara ya da şeytana yönelir. Bu durum, insanı karanlık bir hayata sürükler. |
|
228
|
|
|
|
İslam dininde Müslümanların özellikle Hristiyan ve Musevi inancına sahip kişilerle olan ilişkileri üzerine yapılan yorumlar tarihsel olarak farklılıklar göstermiştir. Bununla birlikte Maide Suresi'nde yer alan bazı ayetler zaman zaman yanlış anlaşılmakta ve bu yanlış anlamalar Müslüman olmayanlarla ilişkilerin sınırlarını belirlemek amacıyla kullanılmaktadır. Ancak bu tür yorumlar İslam'ın temel öğretileri ve Kur'an'ın kapsamlı mesajı ile her zaman uyumlu olmayabilir. Bu makalede Müslüman olmayanlarla dostluk ve ilişki kurmanın İslam'daki yerini ele alacak Maide Suresi 51. ayetinin anlamını tartışacak ve diğer ilgili ayetlere atıfta bulunarak İslam'daki çok daha kapsayıcı yaklaşımı inceleyeceğiz. |
|
229
|
|
|
|
Kur'an, Müslümanların ibadetlerini, ahlakını ve yaşam biçimini belirleyen bir rehberdir. Hac ibadeti ve haram aylarla ilgili hükümler de Kur'an'da açıkça belirtilmiştir. Ancak, geleneksel uygulamalarda Kur’an’a dayanmayan birçok unsurun eklenmesi, Hac’ın ve haram ayların gerçek anlamının yanlış anlaşılmasına neden olmuştur. Hac, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir ve her yıl, özellikle Zilhicce ayında, milyonlarca Müslüman’ın Kabe’yi ziyaret etmek amacıyla yaptığı bir ibadettir. Ancak, Kur’an’da Hac ile ilgili pek çok önemli detay bulunmaktadır. Bu yazıda, Kur’an ayetleri ışığında hac ibadeti ve haram ayların anlamı üzerine detaylı bir inceleme yapacağız. |
|
230
|
|
|
|
Kur'an'da nesih ve mensuh kavramları, birçok kişi tarafından sıklıkla tartışılan bir konu olmuştur. "Nesh" kelimesi Arapçadaki anlamıyla "silme" ya da "ortadan kaldırma" olarak tanımlanırken, "mensuh" kelimesi de "silinen" ya da "ortadan kalkan" anlamına gelmektedir. Ancak, Kur'an'da nesh edilen ayetler olduğu iddiası, dikkatli bir şekilde ele alınması gereken bir meseledir. Bu yazıda, Bakara Sûresi 106. ayeti başta olmak üzere, nesih ve mensuh iddialarını daha derinlemesine inceleyeceğiz. |
|
231
|
|
|
|
Kur’an’ın anlaşılmasında meallerin önemi büyüktür. Ancak bazı ayetlerin yanlış çevrilmesi İslam’ın temel ilkelerine aykırı algılara yol açabilmektedir. Özellikle Nisa Suresi 34. ayeti "kadın dövme" meselesinde sıkça tartışma konusu olmuştur. Bu makalede ayetin doğru bağlamda nasıl anlaşılması gerektiği kelime analizi ve bağlam vurgusu yapılarak ele alınacaktır. |
|
232
|
|
|
|
İslam toplumlarında, Kur'an ahlakını yaşamamanın ve Allah korkusunun eksik olmasının sonuçları ciddi bir şekilde hissedilmektedir. Allah korkusu, bir toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde temel bir ölçüt ve yönlendirici güç olmalıdır. Ancak, Allah’a ve onun emirlerine duyulan saygı ve korkunun eksik olduğu toplumlarda, insanların ahlaki değerleri büyük ölçüde sarsılmakta ve bu durum toplumsal problemlere yol açmaktadır. Kur'an, insanlara yalnızca dünya hayatı için değil, aynı zamanda ahiret için de bir yol gösterici olmayı amaçlamaktadır. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına duyulan saygı, bireylerin hem kendi hayatlarında hem de toplumsal ilişkilerinde daha dürüst, adil ve merhametli olmalarını sağlayacaktır. |
|
233
|
|
|
|
Kur’an, İslam’ın temel kaynağı olarak kabul edilir ve Allah’ın insanlara gönderdiği son ilahi mesajı içerir. Bu mesaj, hiçbir eksiklik veya fazlalık olmadan, olduğu gibi korunmuş ve nesilden nesile aktarılmıştır. Kur’an’ın doğrudan Allah’tan geldiği ve hiçbir müdahaleye uğramadan tüm insanlık için rehberlik sunduğu inancı, müslümanlar tarafından temel bir inanç olarak kabul edilir. Ancak, dinin sadece Kur’an ile mi şekillendiği, yoksa hadislerle de desteklenip şekillendirildiği sorusu, tarih boyunca çeşitli tartışmalara neden olmuştur. |
|
234
|
|
|
|
Tarih boyunca Allah, insanlara doğru yolu göstermek için elçiler göndermiştir. Elçiler, Allah’tan aldıkları vahyi ümmetlerine eksiksiz bir şekilde iletmiş, ardından vefat etmişlerdir. Ancak Kur’an, elçilerin vefatından sonra ümmetlerin sürekli olarak yoldan çıktığını ve Allah’ın mesajını tahrif ettiklerini bildirmektedir. Bu durum, elçilerin gönderilmesindeki temel nedenlerden birini oluşturur. Allah, rahmeti gereği insanları tekrar doğru yola davet etmek için yeni elçiler göndermiştir. Elçilerin temel görevi, Allah’ın vahyini insanlara tebliğ etmek ve onları şirkten arındırarak tevhid inancına davet etmektir. Ancak Kur’an, ümmetlerin elçilerin vefatından sonra Allah’ın mesajını değiştirdiğini açıkça belirtir. |
|
235
|
|
|
|
Geleneksel evlilik anlayışları, özellikle de görücü usulü evlilikler, toplumların kültürel ve ahlaki temellerinde önemli bir yer tutar. Ancak bu anlayış, insanın bireysel iradesini, fikrini ve hakikate dair arayışını çoğu zaman göz ardı eder. Şarkıcı Yıldız Tilbe’nin, “Kadınların kendi düşüncesiyle seçtiği erkek genelde doğru olmuyor. Görücü usulü evlenmek en güzeli,” açıklaması toplumun genel bir kanaatini yansıtsa da, İslam’ın özüne ve vahiy merkezli bir bakış açısına yakından bakıldığında bu anlayış sorgulanabilir. Bir insana bakmak, onun dış görünüşünden öte bir anlam taşır mı? İnsan, başka bir insanın fikir dünyasını görebilir mi? Ya da başka biri sizin adınıza bir başkasına bakarken, gerçekten ne görür? Bu soruların cevabı, insanın fıtratına ve iman ettiği değerlere bağlıdır. Kur’an, insana “bakmak” ve “görmek” arasındaki farkı öğreten ayetlerle doludur. A’râf Suresi 198. ayette şöyle buyrulur:
> “Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar görürsün, oysa görmezler bile.”
İnsan, ilim ve vahiyden yoksunsa baktığı halde göremez. Görmek, ancak iman ve hakikat arayışıyla mümkün olur. Bu bağlamda, evlilik gibi hayati bir kararı sırf dışsal ölçütlere veya başkalarının gözlemlerine dayandırmak, hakikate ulaşmayı imkânsız kılar. Görücü usulü evlilikler, geçmişte ailelerin ve mahalle büyüklerinin inisiyatifiyle gerçekleşirdi. Ancak bu yaklaşım, evliliği “kızın vücut ölçüleri” ve “erkeğin cüzdan büyüklüğü” gibi yüzeysel kriterlere indirgemiştir. Hamam röntgenciliğiyle başlayan bu süreç, sonrasında farklı şekillerde devam etmiştir. Bu durum, Rûm Suresi 21. ayetteki evlilik idealine tamamen ters düşer: |
|
236
|
|
|
|
Köpekler, tarih boyunca insanlıkla derin bir bağ kurmuş, çeşitli medeniyetlerde farklı roller üstlenmiş ve hala günlük yaşamda yerini almış sadık dostlardır. Bununla birlikte, İslam dünyasında bazı kişiler köpek beslemenin haram olduğu ve köpeklerin olduğu yerlere meleklerin girmediği yönünde bir inanç taşımaktadır. Ancak bu inançlar, köpeklerin gerçek faydalarını bilmemekten ve batıl inançlardan ileri gelmektedir. İslam'da köpeklerin haram olduğu yönündeki iddiaların aksine, köpek beslemek aslında helaldir ve hem fiziksel hem de zihinsel sağlık açısından pek çok fayda sağlamaktadır.
|
|
237
|
|
|
|
19'culuk, son yıllarda bazı kesimler tarafından benimsenmiş ve özellikle Kur'an’da gizli bir 19 sayısı olduğu iddia edilmiştir. Bu inanç Kur'an’ın özünden sapmalarına sebep olmuştur. 19'culuk inancı, Kur'an’ın sayılarla ilgili çeşitli düzenlemeler içerdiğini savunarak, özellikle bazı ayetlerdeki sayılarla belirli anlamların çıkarılabileceğini ileri sürmektedir. Ancak bu inanç, Kur'an’ın özgün ve bütünsel anlamından sapmalara yol açmakta ve ayetleri, tarihsel ve bağlamsal bağlamlarından koparmaktadır. 19'cular, Tevbe Sûresi’nin son iki ayetini inkâr ederek, metni tahrif ettiklerini göstermiştir. Oysa, bu ayetler, Kur'an’ın özünden sapmadan anlaşılmalıdır.
|
|
238
|
|
|
|
Cumhuriyet döneminde tarikatların kanunla kapatılması, devlet açısından beklenen çözümleri üretmedi. Bu durum, bin yıllık bir kurum ve inanç olan tarikatların ve tasavvuf öğretisinin sadece kanun zoruyla ortadan kaldırılamayacağını bir kez daha göstermiştir. Pratikte tarikatlar varlıklarını sürdürmekte ve toplumun bir kesimini etkilemeye devam etmektedir. Bu noktada sorunun sadece hukuki değil, aynı zamanda sosyolojik ve dini bir mesele olduğu açıktır. Devlet eliyle yapılan baskıcı yaklaşımlar, tarikatları ortadan kaldırmayı hedeflemiş olsa da bu çaba, Amerika’nın Vietnam'da komünizmi yok etme çabasına benzer bir şekilde başarısız olmuştur. |
|
239
|
|
|
|
İslam, Allah’ın insanlara gönderdiği son din ve hayat rehberidir. Ancak bugün İslam toplumlarında, Kur’an’ın özünden koparak geleneksel anlatılar ve halk arasında yerleşmiş yanlış inanışlar nedeniyle din, asıl anlamını yitirmiş durumda. İnsanlar, Kur’an’ın rehberliğinde düşünmek ve yaşamak yerine, din adına aktarılan her bilgiye sorgusuz sualsiz inanma eğiliminde.
|
|
240
|
|
|
|
İslam dini, insanın Rabbine yakın olabilmesi ve cennete girebilmesi için sağlam bir inanç, çaba ve gayret gerektirdiğini vurgular. Bu süreçte, geleneksel anlayışlar ve kolaycı düşünceler, çoğu zaman bireyleri gerçek anlamda emek vererek kazanç sağlama yolundan alıkoyar. Zemzem suyu, kandil geceleri, özel dualar ve diğer manevi ritüeller gibi uygulamalar, halk arasında bir arınma aracı olarak gösterilse de, gerçek inanç ve teslimiyetin yolu bunlardan çok daha derindir. Kur'an, insanın kendi emeğinin karşılığını alacağına işaret eder. Necm Suresi’nin 39. ayetinde belirtildiği gibi, “Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.” Bu, insanın sadece gösterişe dayalı bir ibadetle ya da kısa yoldan cennete gitme çabasıyla Allah’ın rızasına ulaşamayacağını net bir şekilde ifade eder. İman, sadece sözle değil, kişinin gönlüyle, emeğiyle ve hayatıyla şekillenir.
|
|
|
|