• İzEdebiyat > Deneme > Anılar |
41
|
|
|
|
Sizin de canınız sıkılıyor mu? |
|
42
|
|
|
|
Konuşmak istiyorum senle, gözlerinin içine gözbebeklerine baka baka konuşmak, Sussam bile konuşmak istiyorum |
|
43
|
|
|
|
Şimdi belki de anlatacaklarım sizlere bir masal gibi gelecek. Bir Doğu masalı… Bilmem anlatsam dinler misiniz? Sizin de ilginizi çeker mi? Uçsuz bucaksız bir ovanın ortasında, tam 130 yıl, civar illerine başkentlik yapmış ve başta Moğolların istilası olmak üzere, birçok saldırılara uğramasına rağmen hâlâ dimdik ayakta kalmış bir mağara kent masalından bahsetsem beni anlar mısınız?
Dillere destan, Dicle Nehri’nin kıyısında kayalara tutunmuş bir kent, nehrin iki yakasını birbirine bağlayan kocaman bir taş köprü (ama şimdi köhneleşmiş, yıkılmış, sadece üç ayağı kalmış bir köprü) ve sırtını kayalara dayamış bu efsanevi mağara kentini yazsam okur musunuz?
|
|
44
|
|
|
|
Babasıyla anıları 9 yaşında kalmış bir kız çocuğunun babalar günü hediyesi olacak bu yazı. Unutmamaya çalıştığı birkaç çok özel anıyla, ruhuyla babasıyla konuşup gökyüzüne, oralarda olduğunu bildiği bir yere, dilekler gönderecek. Babam olduğun için teşekkür ederim diyecek. |
|
45
|
|
|
|
Doğup büyüdüğüm, Kars,Arpaçay,Akyaka (Ağbaba -Şöregel) Çıldır yöresinde konuşulan ve Azeri Türkçesinin o yörelere mahsus şivesiyle; depreşen çocukluk günleri hatıralarımdan, dilimin döndüğünce bir demet gül sunmaya çalıştım... |
|
46
|
|
|
|
Bütün ‘ilk’ler şirindir, tatlıdır ve güzeldir! Hatta bütün ilk gözağrıları da öyledir. Adını unuttuğumuz şairlerden biri olan Celâl Sahir Erozan’ın da dizesinde dediği gibi: “Bir genç şair ilk yazdığı şiiri nasıl severse”… diye başlar şiirine… İşte öyledir ilkler, ilk gözağrıları.. |
|
47
|
|
48
|
|
|
|
Kemalettin Tuğcu okuyor diye bir arkadaşım fena dayak yemişti.
Diğeri ise İnce Mehmet okudu diye.
Hatırlamaya başladım işte ben de o günleri.
12 Eylül öncesini.
|
|
49
|
|
|
|
-İki buçuk yaşındaki yeğenim annesinin kucağında,kapı önünde gülerek beni uğurluyordu.Yanacıkları elma gibi kırmızı kırmızıydı.Bir ay sonra bu ufacık bedeni toprağın altına sakladık.
|
|
50
|
|
|
|
Sen, sevginin çiçeğini değil, bütün haşmetiyle dikenini göstermek istedin bana, fakat ben koşuyordum sonunu bilmediğim yolda, O’na doğru var gücümle...
Sen yetişmek için arkamdan, mahmuzlamıştın atını. Geliyordun dörtnala, ama neye yarardı ki, ben uçuyordum burak misali leyl-i sevdalara tülden kanatlarla...
Sen, sevginin gönlümdeki mihenk taşını ç-almak istedin benden, bense, kalbimi ikram etmiştim sana bütün saflığıyla... |
|
51
|
|
|
|
Saklambaç vazgeçilmezimizdi…
Bir küçük çam ağacı bile saklayabilirdi küçücük bedenimizi…
O küçücük ellerimize sığdırabileceğimiz küçük taşlar arardık beş taş oyunu için.
Sonralarda idrak ettik istop oyununun asıl adının stop olduğunu...
|
|
52
|
|
|
|
Geçmiş yıllarda Ankarayı anlattığım 'Gün Aşımı' kitabımda bulunan bir anıdır. |
|
53
|
|
|
|
“… acaba sahi mi?” diye üzülüyordum.
Önümden okunmuş gazeteleri toplayan Niğdeli Yasin amca:
– Evladım, ne darlanıp duruyorsun? dedi. Herifin biri saçlarını kestiriyormuş! Berbere ha bire “Usta, saçım ak mı, kara mı?” diye sorarmış. Berber de dayanamamış ensesinin köküne basmış silleyi! |
|
54
|
|
|
|
Türk Edebiyatının Gönüllü Barış Güvercinlerinin çok büyük özverisi ve katılımıyla gerçekleşmiştir.
Belleklerimizden asla silinemeyecek 3 muhteşem gün geçirdik. Edremit adeta bir şair ve yazar ayak sesleriyle inledi. |
|
55
|
|
|
|
Uzaklaştıkça uzaklaştı herşey. Aslında uzaklaştırılmıştı. Olmaması gerekiyor muydu? Bundan tam olarak emin değilim. Şimdi aracımı İstanbul’un en berbat mahallesinde derme çatma bir sahil evinin en karanlık tarafına park ediyorum… Saati söylemeliyim. Saat: 03:15 ve günlerden 28 Ağustos 2020 sabahı… Sahile yürüyerek iyice yanaşıyorum. Cebimden bir dal sigara çıkarıyorum. Ateşliyorum. Bir gıdım ciğerlerime çekip düşünüyorum. Neden faili meçhullerin gazetelerde boy boy resimlerinin yayınlandığı bu kıyıdayım? Mahallenin tinercileri, evsizleri beni sorgusuz sualsiz öldürür ümidiyle geldiğimi hatırlıyorum. Ancak en zalimi bile hal hatır sorduktan sonra: “evin yoksa gel benim yatağımda yat gardaş”- diyor… |
|
56
|
|
|
|
Yıl 1976. Temmuz ayının ilk günleri. Bedenimin adını anmanın abes olan bir bölgesinde bir çıban peyda oldu. Hayatımın her evresinde olduğu gibi, nasıl olsa geçer diye o günde önemsemedim... |
|
57
|
|
|
|
Hep aynı yerdeyim, ben hep aynı deli... |
|
58
|
|
|
|
Sahalin, Başçavuşun eşek kovaladığı yer |
|
59
|
|
|
|
“Bir varmış bir yokmuş” diye başlardı masallar… İlk önce var olması gerekenler anlatılır, arkasından olmaması gerekenler sıralanır, sonra büyük sevinçle dolan minik yürekler anlatılan masalın huzur verici içtenliği ile gözlerini kapatır tatlı hayallerle uyurlardı…
|
|
60
|
|
|
|
Onu son gördüğümde, elinde Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık ” kitabına dalmış okuyordu. Gözünde gözlükleri, baba koltuğuna gömülmüş keyifli bir havası vardı. Bana kocaman bir gülümseyiş ve havadan süzülüp yanağıma konan bir öpücük gönderdi. Sonra aynı ciddiyetle gömüldüğü kitabına geri döndü. Öyle hiç de ölecekmiş gibi gözükmüyordu. Ölüm mü? Ölümden kim bahsetti şimdi?
|
|