Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Bu ağzını burnunu kırdığım hayat, artık kulağımın içinde kalmış bir uğultundan ibaret. “Peki öyleyse niye bu toprak kokusunu hem sevip hem özlüyorum?” diye bir kez daha sordum kendime, buna da sessiz kaldım. Aslında cevabını bildiğim sorunun kendisine hesap vermek istemedim. Bir sürü cevap vardı aklıma yağmur damlası gibi düşen, soruları bilmek cevabı bilmekten daha zor gelmiştir belki de bünyeme… Geceleyin parlayan bir ışıkta seyrettim balkonumdan. Kurgulanmış, saçma-sapan hikayemin esas kahramanı olarak, kurgulamaya çalıştığım hikâyemde bugün hangi kahramanı oynasam diye rol beğendim kendime. Binlerce kez sahnelenen bu oyunun ortasında yine bir sürü soru gelince aklıma, oyundan da bile isteye attırmaya çalıştım kendimi. Şu dünyadan gizlenmeye bir yer bulamadım, bir örtünün altına sığındım.. Yenilgimin, yenilmişliğimin o ulu zaferini yaşadım gönlümce.. Sorusunu unuttuğum bir sürü cevaba karşılık, üstüme gelen yeni sorulara yine kendi cevabımı aradım ama bu sefer de kelimeleri birbirine karıştırdım… “Bu cevapların hiçbiri benim değil ki zaten” dedim. Kendi içimde kayboldum sonra, yığılıp kaldım gecenin karanlığında, “içine doğduğum dünya bana ne kadar yeter” dedim, yüreğim ölmeye ne kadar yeter… Bu sefer ki gecem, alışıldık gecelerimden daha karanlıktı ve sabah çok uzaktaydı… Hayat bir cümle, bende “belirtisiz nesne” gibi kimsenin ilgilenmediği o yerde kaldım. Daha hızlı ölmek, daha hızlı yürümek ve bir an önce bulmak istedim de ben yağmurda koşan bir adam değildim… *** Uykuya dalmak üzereyken biri dürttü beni gece gece… “uykularda kaybolamıyorsan yollarda kaybol, bugün kendin diye bildiğin ne varsa hepsini bırak gel” dedi. “Kaybolmak güzelde buna hangi yol değer” dedim, “tek bir yol var zaten” dedi… Önce kendimle vedalaştım sonra kendim bildiğim ne varsa… “Gerçekten taşınamayacak kadar ağır mı?” dedim, bensizde devam eden dünyayı seyrettim penceremden ve bir süre daha sustum, şimdi susmaya da alıştım… Güneşin denize gömüldüğü her gün ben de yollardayım gayri… Attığım her adımda, motosikletimin tekeri her turu tamamladığında, ne kadar geride olduğumu idrak edip anlayarak… Güneş için aya, sabah için geceye yürüyorum artık. Güneşi arayan ışıksız pencere oldum, şiirlerin bile geçmesine izin vermedim bu pencereden, masallardan da iyice sıkıldım. Kendimi sürgüne gönderdim, biraz yabancı biraz uzak olmak için, belki birazda ölmek için… Bilmediğim şehirlerde bildiğimiz şarkıları söyledim. Başkaları için yağmurda umarsızca yürüyen biriydim belki ama umarsızlığım yağmura değildi hiç bir zaman. Onların anlatmak için yaptıkları savaşları vardı benimse; “sizinkisi aklıyla kalbini buluşturamayanların işidir” diye başlayan çok bilmiş kelamım, hitamım… İnsan yağmurda neden koşar? Islanmamak içindir herhalde değil mi? Bu sorunun cevabını da hiç anlayamadım. Hatta yağmurda koşanları ne zaman görsem, kılıcımı “gölgelerin gücü adına” diye kaldırdığım o günlerim gelir aklıma. Hiç sebepsiz ortalıkta düşmanım kim, niye savaşmak zorundayım, bunu bana kimler öğretti diye hiç bilmeden, düşünmeden aylak aylak gezinirdim. Kimseyi bulamazsam nazımın en çok geçtiği arkadaşımı düşmanım ilan ederdim. O’da her şeyden habersiz kılıcını kuşanır başlardı benle ne için savaştığını bilmeden savaşmaya… Ezberlenmiş ne kadar cümlelerimiz varsa hepsini savururduk birbirimize, kılıcı en iyi kullanan değil cümleleri en iyi ezberlemiş olan kazanırdı ya da kazandığını sanırdı… Bir kaybedeni varsa ve adı savaşsa kim kazanmış olabilirdi ki?… Hepsine; “oyun ve eğlenceydi işte” dedim! Yağmurda; ıslanmayı, damlaların içimdeki yangınları söndürmesini umarak, ağır adımlarla yürümeyi seçtim. Şimdiyse; savaşmanın saçma, kazanmanın ise anlamsız olduğu zamanın alt kenar orta noktasında yaşamaya çalışıyorum… Şu hayat dediğimiz ve her gün elimizde olmayarak kalkıp nefes aldığımız zaman diliminde yaşıyor oluşumdan başlayıp, bir türlü istediğim gibi bitiremediğim bir hikâyeden ibaret işte… Ne başlatmak elinde insanın ne de bitirmek. Ve o yolun sonunu seçebilmek mümkün değil… Şimdi yağmur biraz daha hızlandı, adımlarımı biraz daha yavaşlatıyorum… Fransızların tabiriyle : “mettre la vitesse” vitesi bir’e takıyorum. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |