..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Seval Deniz Karahaliloğlu




5 Haziran 2008
Tiyatro, Gabriel Garcia Marquez, Üç Silahşörler Balesi ve Annem  
Tiyatro aşığı, gerçek CUMHURİYET KADINI annem Ülkü Karahaliloğlu’nın anısına adanmıştır…

Seval Deniz Karahaliloğlu


Onu son gördüğümde, elinde Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık ” kitabına dalmış okuyordu. Gözünde gözlükleri, baba koltuğuna gömülmüş keyifli bir havası vardı. Bana kocaman bir gülümseyiş ve havadan süzülüp yanağıma konan bir öpücük gönderdi. Sonra aynı ciddiyetle gömüldüğü kitabına geri döndü. Öyle hiç de ölecekmiş gibi gözükmüyordu. Ölüm mü? Ölümden kim bahsetti şimdi?


:CICE:
Tiyatro, Gabriel Garcia Marquez, Üç Silahşörler Balesi ve Annem

Tiyatro aşığı, gerçek CUMHURİYET KADINI annem Ülkü Karahaliloğlu’nın anısına adanmıştır…

Seval Deniz Karahaliloğlu

Onu son gördüğümde, elinde Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık ” kitabına dalmış okuyordu. Gözünde gözlükleri, baba koltuğuna gömülmüş keyifli bir havası vardı. Bana kocaman bir gülümseyiş ve havadan süzülüp yanağıma konan bir öpücük gönderdi. Sonra aynı ciddiyetle gömüldüğü kitabına geri döndü. Öyle hiç de ölecekmiş gibi gözükmüyordu. Ölüm mü? Ölümden kim bahsetti şimdi?

Daha yeni yetmeyim. Olaylara az buçuk anlam vermeye çalışıyorum. Annemin eline yapışmış kocaman bir binaya gidiyorum. Benim gibi avaz avaz bağıran bir sürü bacaksız. Bir de sahne dedikleri yer var ama biz onun tam karşısındaki kırmızı koltuklarda oturuyoruz. Çok küçük olduğum için beni kucaklayıp oturtuyorlar. Büyük ablalar ve ağabeyler kırmızı başlıklı kız oyununu oynuyorlar (oyunun adını sonradan öğrendim) Kurttan ödüm koptu ama iyi kalpli kızı sevdim. Kurt tam kız yiyecekken bakamadım gözlerimi kapadım. Kız masanın altına girdi. Hani kurt kızı yiyecekti? Allah’tan annem yanımda. “Tiyatroyu sevdin mi?” Ben den kısa bir yanıt çekingen bir “Hıııı” Daha ne olduğunu çocuk aklımla tam olarak netleştiremediğimden olacak tiyatroya hafiften mesafeli bir duruş.

Evde yapılan tiyatro sohbetleri. Mesela, babamla yıllar önce Kenter Tiyatrosunda seyrettikleri İonesco’nun yazdığı “Sandalyeler” oyunu üzerine konuşurlardı. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen oyunun ayrıntılarını birbirlerine anımsatır, oyunun eleştirisini yaparlardı. Hatta oyundan o kadar etkilenmişler ki uzun bir süre evde kendi aralarında "Sandalyeler" oyunundan pasajlar geçtiklerini anlatırlardı. Güzel günlerdi.

Beyaz cam yılları. Tiyatro oyunlarının TRT’de gösterildiği yıllar. Ben Garfield gibi cama yapışmış William Shakespeare’in oyunlarını izliyorum. Hamlet, Macbeth (hele o üç cadını yer aldığı sahne yok mu ona bayılıyorum) Kral Lear, Romeo ve Juliet. Yaşıtlarım gibi Pop yıldızlarına aşık olacağıma tutup Shakespeare’e aşık oluyorum. Çocukluk işte. Annemden bir uyarı “Televizyon ekranına o kadar yaklaşma. Gözlerin bozulacak, bu gidişle içine gireceksin, biraz uzaktan seyret.” “Tamam anneee…” hiç istifimi bozmuyorum. Klasik Seval.

Sonra bir gece Münir Özkul “Sersem Kocanın Kurnaz Karısında” yer alan o ölümsüz tiradını söylüyor ve o an beni yüreğimden vuruyor. “Zaten aktör dediğin nedir, biz oynarken varız, yok olunca da sesimiz bu boş kubbede hoş bir seda olarak kalır, olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olarak kalırız. Görüyorum ki, hepiniz gardıroba hücuma hazırlanıyorsunuz. Birazdan tiyatro bomboş kalacak. Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır. Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Siranuş’la Virjin’in bir diyalogu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır. İşte bu hatıralar o sessizlikte saklandıkları yerlerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yokuz, seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde!” Artık iflah etmez bir şekilde tiyatro aşığıyım. Canım annem de destekçim.

Sonra biraz ileri yaşlarda Devlet Tiyatrolarına gidişler. Yaşıtlarıma göre çok boylu posluyum ya, büyük gösteriyorum. Önceden gürültü yapmayacağıma ve oyunu sakin izleyeceğime dair söz verdiğimden olacak beni de Devlet Tiyatrosuna götürüyorlar. Ben pür dikkat, ciddi ve kesinlikle sakin bir şekilde oyunları izliyorum. O kadar çoklar ki. Sonra Kenter Tiyatrosu. Hayran sayısı artıyor. Shakespeare’e bir rakip çıktı. Yıldız Kenter. Oyunlar, oyunlar, oyunlar. Birinin adını ansam diğerleri öksüz kalır, birinin adını unutsam eserin sahnelenmesi aşamasında emeği geçen bütün sanatçılara karşı mahcup olurum. Annem, tiyatroyu bir eğlence aracı olarak görmeyen, onun yemek içmek kadar önemli hayati bir ihtiyaç olduğunu bana hissettiren ilk insan. Sonra operalar, baleler ve klasik müzik konserleri.

Sokaktaki çocuklar pek bir garip. Yani siz şimdi William Shakespeare’in kim olduğunu bilmiyor musunuz? Peki “Lüks Hayat Operetini” de mi seyretmediniz? Ya “Romeo ve Jüliet Balesi”? Mozart ve Beethoven i hiç duymadınız mı yani? Gerçekten çok garip. Ben bütün herkesin tiyatroya, operaya, baleye, klasik müzik konserlerine gittiğini sanırdım.
Peki, tiyatrosuz nasıl yaşayabiliyorlar? Gerçekten çok garip.

Günümüz. Bir süre önce. “Beni artık hiç operaya, baleye götürmüyorsun” Roller değişti. Artık tatlı tatlı şikayet etme sırası anneme geldi. “Ama anneciğim ne zaman istedin de seni götürmedim?” Bir iki gün sonra. “Anne “Üç Silahşörler Balesine” Salı günü için loca ayırttım” Annemden sevinç çığlığı. “Yaşasın, baleye gidiyoruz”. Çocuklar kadar sevinçli. O kadar tatlı ki. Sevinci, gülüşü, kahkahası o kadar samimi, o kadar içten ki insanın içini ışıldatıyor. Sonra yine baba koltuğuna oturmuş, kitabına geri dönüyor. Öylesine canlı ve sağlıklı görünüyor ki.

Heyecanla baleye gideceğimiz geceden üç gece önce hepimize gülücükler yolluyor. Yatıp uyuyor. Sonra sabah uyanmayıveriyor. Ama anne hani sen “Üç Silahşörler Balesine” gitmeyi çok istemiştin. Üstelik Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlığını” bitirmeye şunun şurasında 28 sayfa kalmış. Kitabın sonunu merak etmiyor musun? Oldu mu ya şimdi?

Benim kahraman, benim yiğit annem kaldırıldığı nöroloji yoğun bakımda 76 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra aramızdan ayrılıyor.

Bundan bir süre önce kalp krizi geçirdiğinde, kardiyoloji yoğun bakımı bir birine katmıştı. “Ben gözlüklerimi ve kitabımı isterim” diye. “Anneciğim bak doktorlar izin vermiyorlar. Buradan çıkınca okursun canım.” Dinleyen kim? O ikna edici tatlı sesiyle.”Sen doktorlara bakma canım. Hadi bana gözlüğümü ve kitabımı bir koşu getiriver. Kitabın en heyecanlı bölümünde kaldım.” Ayşe Kulin’in son çıkan kitabı Veda’yı almış hem de ilk baskısından. Üstelik kitabın en heyecanlı bölümünde kalmış. Dünya yıkılsa o kitap bitecek. İşte o kadar. Ayda ortalama beş kitap alan ve onları leblebi ve çekirdek gibi bir solukta okuyan annem. Tabii annemin ikna kabiliyetine dayanamayan doktorlardan izin çıktı ya. Annem işi abarttı, artık yoğun bakıma gazeteci çocuk gibi girip çıkmaya başladım. “Bana o gazeteyi bir daha getirme. Hiç beğenmedim. Diğer gazeteleri getirirken cep telefonumu da almayı unutma” Ahhh, canım annem sana dayanabilmek ne mümkün?

Dışarıda yasaklı kitap yılları. İçerde insanın iştahını kabartan bir kütüphane. Kimler yok ki? Maksim Gorki’nin Ana’sı ile yan yana duran Victor Hugo’nun Sefiller’i, Charles Dickens’ın David Copperfield’ı, İvan Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ı, Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Stendal’ın Parma Manastır’ı, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’i . Sonra Mevlana Celaleddini Rumi’nin Mesnevisi’ne yoldaşlık eden Nazım’ın şiirleri. Bütün Yunan Klasikleri. Eflatun, Sokrates, Platon. Daha sonra Mao’nun Çinceden çevrilen ilk şiir kitabı. Gerçek bir kitap kurdu.

Aylaklık anlarımda elimdeki Barbar Conan’a bakar ve “ ben lise yıllarımdayken her gece bir Yunan klasiği bitirmeden yatağa girmezdim” derdi. Aylak Seval’den cevap. “Evet anne..” Ve Barbar Conan’a kesin dönüş. Böyle bir kızı hak etmek için ne yapmıştı acaba?

Dimağını besleyen bilgiyi vicdanında eriten aydın bir insan. Işıldayan ve ışıldatan bir kimlik.
Atatürk ilke ve devrimlerine sonuna kadar bağlı, inanmış, dürüst bir hakim. Sınır boylarında at koşturan bir hakime hanım. Yıllar sonra bile gittiği her yerde ardında şerefli, onurlu, haysiyetli bir isim bırakmayı başarmış bir CUMHURİYET KADINI. Dürüstlüğünden ve inandığı ilkelerden hayatı boyunca ödün vermemiş ve sonuna kadar dik durmuş bir ÇILGIN TÜRK. Üstelik tayinini çok basit sayılabilecek bir takım hatır gönül işleriyle (!) yaptırabilmek mümkünken, bütün bunları elinin tersiyle iterek yoluna devam etmeyi tercih etmiş, AYDIN BİR CUMHURİYET KADINI.

İyileşmelisin, iyileşeceksin, iyileşebilirsin. Her gün kulağına var gücümle bağırarak 40 defa tekrarlıyorum. İyileşecek. Tüm varlığımla inanıyorum. Son ana kadar Gabriel Garcia Marquez okuyan hayat dolu bir kitap kurdu, sanat aşığı, tiyatro sevdalısı, opera, bale, klasik müzik tutkunu aydın bir insan öyle pat diye bırakıp gider mi hiç. Yok. Benim annem güçlü, dirençli, inançlı ve inatçı bir insan. Direnecek. En azından benim için.

Benim kahraman annem. Ayaklarına sımsıkı yapıştım bırakmıyorum. Henüz çok erken yapacağı çok şey var. Söyleyeceği çok söz, okunacak çok kitap, gidilecek çok oyun, opera, bale, konser varken. Şimdi hepsi bir parça öksüz.

Yoğun bakımda ona söz veriyorum. Anne seni yazacağım. Sen de bana yardımcı olacaksın değil mi? Söz mü canım anneciğim. Hafiften gözlerini kırpıyor. Anlıyorum. Söz. O sözünün eridir. O söz verdi mi tutar.

Ankara yılları. Her hafta sonu görev yaptığı ilçeden tiyatroya gidebilmek için Ankara’ya gelen bir tiyatro aşığı.

Ankara Devlet Operası’nde beraber Amadeus’u seyrederken mest olmuştuk. Sonra İzmir Festivalinde Efes Antik Tiyatroda sergilenen konserler, operalar, Kültür Park da sahnelenen baleler. O kadar çoklar ki. Kaliteli sesi hemen alan bir kulak. Elhamra sahnesinde izlediği "Uçan Hollandalı Operasında" Senta rolündeki Ayşe Tek’e bayılmıştı. Kaliteli oyunlarla kötü oyunları birbirinden mükemmel bir biçimde ayırır. Gerektiği biçimde alkışlardı. Sevgili hocamız Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun dediği gibi “alkışlarla öldürmezdi”. Yani her önüne gelen insana ayağa kalkarak deli gibi alkışlamayı manasız bulur, gerektiği yerde gerektiği kadar alkışlardı. Ne bir eksik, ne bir fazla.

Benim hayatta her şeyin hakkını veren güzel annem. Gitme vakti geldiğinde usullacık kayıp gidiverdi. Benim için 76 koca gün direndikten sonra. Sırf beni alıştırmak, beni ikna etmek için.

Ona dışardan haberler taşıdım. Gündelik olaylar, dedikodular, eş dost selamları, bir de hiç kaçırmadığı haber bültenlerinden seçmece haberler. Sadece ayıkladıklarımı söyledim. İyi olanları. Artık ne kadar iyi haber bulunabilirse!

Mesela AKM’nin yıkılacağından hiç bahsetmedim. Tiyatro’nun altın çağını yakalamış, 1960’lı yıllarda henüz genç bir stajyerken sürekli gittiği tiyatroların anıları hala dün gibi tazeyken Muhsin Ertuğrul Sahnesinin yıkılacağını ona nasıl söylerdim? Asla inanmazdı. Dedemle beraberce, baba kız gittikleri tiyatroların anılarını büyük bir keyifle anlatırken gözleri ışıldayan sevgili anneme Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin, AKM’nin yıkılacağını nasıl açıklayabilirim? Sizin aklınıza her hangi bir açıklama geliyor mu?

Canım annem iyi ki şu yaşanan kara günleri görmüyorsun. Tiyatroların nasıl usul usul yıkıldığını, operanın, balenin, klasik müzik konserlerin nasıl sinsice baltalandığını, “ustaca manevralarla” (!) sanat kurumlarının nasıl çalışamaz, iş göremez hale getirildiğine tanık olmuyorsun. Eş, dost, akraba ilişkilerinin ayyuka çıktığı, adam kayırmacı zihniyetle beslenen yapının için için nasıl çürüdüğüne tanık olmuyorsun.

Ucuz işlerin çok matah sanat eserleri gibi yutturulmaya çalışıldığı bir ortamda, gerçek sanatçıların ayakta kalma mücadelelerini izlemek zorunda kalmıyorsun. Sen bunları kaldıramazdın. İyi ki görmüyorsun.

Canım annem benim baş eleştirmenim. Yazılarımı ilk okuyan, beğendiği ve beğenmediği yerleri açıkça söyleyen dürüst annem. Canlı yayını izleyip tepeden tırnağa programda gördüğü bütün olumsuz yönleri tek tek not alarak sonra bunları bana anlatan mükemmel eleştirmenim. Sensiz mücadele etmek şimdi daha zor. Omuzlarımda kocaman bir yük.

Yüreğindeki ve aklındaki ışıltıyı en iyi biçimde yansıtabilmek bana bıraktığın mirası gerektiği gibi taşıyabilmek için şimdi daha sağlam durmam lazım.

Önümüzde zor zamanlar var. Hiç yanılmayan sağduyuna ve her zaman hayran olduğum aklına o kadar çok ihtiyacım var ki. Sensiz dik durmak daha da zor olacak.

Ama sözümüz söz. Öyle değil mi? Son kez gözlerinin kırpmıştın. Anladığını biliyorum.

Şimdi mücadele etmek ve senin büyük bir onurla temsil ettiğin CUMHURİYET KADININA yaraşır biçimde durma zamanı.







.Eleştiriler & Yorumlar

:: Yük gerçekten büyük...
Gönderen: Simten K. Ataç / ,
28 Haziran 2008
Fakat anneler evlatlarının aldığı her nefeste ve attıkları her adımda mutlaka onlarladır, kendileri artık nefes almıyor olsalar bile. Zaman daha dik durma zamanı... Sevgiler




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çocukluğunu Cebinde Taşıyan Adam : 60. Sanat Yılında Prof. Dr. Özdemir Nutku
Pazar"ların Shakespeare"li Kıymalısı

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Tiyatronun Sesi Radyosu" Canlı Yayında Sevgili Dinleyiciler…
Tarla Cadısı, Anneanne ve Neveser Hanım
"Farz Edelim ki Ben Schubert"im"
Astor Piazzolla Dinlenecek, Tango Öğrenilecek ve Sonra da Öl
Saksafoncu Sevgilim
Aşkın Üreme Mevsimi
Piyano Taburesindeki Kurt : Emre Elivar
Özgeçmiş...
Küçük İşler Büyük Düşler
Bir Trompet Dolusu Maffycik…

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İbneler ve Çocuk Cesetleri [Şiir]
Komşu Çocuğu [Şiir]
Bir Bardak Soğuk Suyun Hatırına… [Şiir]
İhtiyaçtan [Şiir]
Deli mi Ne? [Şiir]
Sakız Reçeli Seven Yare Mektuplar [Şiir]
Bir Nefes Alıp Verme Uzunluğunda… [Şiir]
Lord'umun Suskunluğunun Sebeb-i Hikmeti... [Şiir]
Pimpirikli Hanımın, Pimpiriklenmesinin Nedeni… [Şiir]
Yere Göğe Sığamıyorum… [Şiir]


Seval Deniz Karahaliloğlu kimdir?

Bazı insanlar için yazmak, yemek yemek, su içmek kadar doğal bir ihtiyaçtır. Yani benimki ihtiyaçtan. Bir vakit, hayatımla, ne yapmak istiyorum diye sordum kendime? Cevap : Yazmak. İşte bu kadar basit.

Etkilendiği Yazarlar:
Etkilenmek ne derecede doğru bilemem ama beyinsel olarak beslendiğim isimler, Roland Barthes, Jorge Luis Borges, Braudel, Anais Nin, Oscar Wilde, Bernard Shaw, Umberto Eco, Atilla İlhan, İlber Ortaylı, Ünsal Oskay, Murathan Mungan,..


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.