• İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm |
281
|
|
|
|
Ama bu seferki farklı. Köpek değil, bir insanla beraberken yakaladım. Orta yaşlarda bir adam. Simit satıyor. Aynı sokakta Cafer Aga'nın evinden çok aşağıda bahçeli bir evde oturuyor. Dul, çünkü karısı ölmüş. |
|
282
|
|
|
|
Tifüs hastalığı, Edirne'de kafilemizin en az üçte birini yok etmiş. Dedemin günlüğünün bir yerinde kalan aile sayısı altmış bir olarak ifade ediliyordu. Bana anlatılanlara göre, Edirne'den çıkarken aile sayısı elli üçmüş.
Edirne'den Havsa'ya kadar, hiç mola vermeden ilerlemişler. |
|
283
|
|
|
|
Bu dünyada her şey boş ve geçici, hatta önemsiz, gereksiz; bunu biliyorum. Bildiğim halde olaylardan neden etkilendiğimi bir türlü anlamıyorum. |
|
284
|
|
|
|
Ben bahçede bazen dolaşıyor bazen oturuyor bazen de yatıyordum. Terastan gelen gülüşleri ve konuşmaları duysam da ne olduğunu tam olarak anlamıyordum. Az sonra terastan çıkan dumanı gördüm, daha sonra da burnuma kızarmış et kokuları geldi. |
|
285
|
|
|
|
Bozuk. Dönemiyor. Dönemeyen dönme dolabın en son gideceği yer de hurdacı mezarlığıdır |
|
286
|
|
|
|
Evet, bu bir güvercin. Besili. Tüyleri bembeyaz. Ayakları ve gagası açık penbe, tırnakları kirli beyaz. Gagasıyla katlanmış bir kâğıt parçası tutuyor; |
|
287
|
|
|
|
Ve... Kuş kayboluyor. Elime bakıyorum, kâğıdı parmaklarımın sımsıkı tuttuğunu görüyorum. Bu kuş gerçek miydi, hayal miydi? Kuş hayal ise bu kâğıt neyin nesi o zaman? Acayip bir ürperti geldi; bütün vücudum titriyordu. |
|
288
|
|
|
|
-Dahiler, deli midir? Evet! -Dahilere çocuk gözüyle bakarsanız, onların çok şey bilen deliler olduklarını anlarsınız.
|
|
289
|
|
|
|
Polisin yanındaki komşularından bazıları gördükleri karşısında yüzlerini kapattılar, bazıları da çığlık attılar: Süheyla hanım yatağında yatıyordu, üstü ve yataktaki örtü ile yorgan kan içindeydi; yüzü sarı beyaz karışımı bir renkteydi, gözleri kapalıydı. |
|
290
|
|
|
|
İkisi birden, içimizde en fazla kilolu olan, sabahleyin bana korkunç bakışlar gönderen sokak köpeğine saldırdılar. Onu yere yıkıp hemen boğazını sıktılar, ölünce de parçalayıp yemeye başladılar. Ağızları, burunları kıpkırmızıydı. |
|
291
|
|
|
|
Mirasçıları aralarında anlaşamadıkları için kaderine terk edilmiş olan bahçe içindeki eski ve birçok yeri yıkık bir evin içinde, sağlam kalan bir odada üç genç yaşıyormuş. |
|
292
|
|
|
|
Evlerin pencerelerine demir korkuluklar takıldı. Bir de bizim açımızdan güzel bir olay yaşandı: Evlere girmek isteyen yabancıları engellemek amacıyla kullanılmak üzere, sokak köpekleri sahiplenildi. Şimdilerde sokakta tek başına dolaşan bir köpek bile görmek imkansız. |
|
293
|
|
|
|
Bunları yapanların hepsi insan; o nedenle insanların hepsinin kötü olduğunu söylersem haksızlık yapmış olurum. Mesela Cafer Aga'ya ben nasıl kötüdür derim. Bana arada sırada bağırsa da kötü değildir. Bana hiç vurmadı. |
|
294
|
|
|
|
'que vas-tu rester jusqu'à? |
|
295
|
|
|
|
Yüzlerce çeşit çiçeğin oluşturduğu bir tablo. Yeşil, sarı, mor, kırmızı, kahverengi... kısacası her renkten çiçek. Renkler birbirine karışmış, öylesine ilginç bir renk cümbüşü oluşmuş ki... |
|
296
|
|
|
|
Savaşanlar hep yoksullar nedense! Yoksullar birbirleriyle kendi istekleri ile savaşmazlar, zenginler tarafından savaştırılırlar.Savaş çığırtkanlarının kârı, savaşta hayatını kaybeden insan sayısı ile doğru orantılıdır.Savaşan tarafların savaş sonunda kazanacakları hiçbir şey yoktur; savaşın bütün ganimeti savaştırana gider. |
|
297
|
|
|
|
Tıkırtılar duydum, gözlerimi araladım. Üç serçe su kabının üzerine konmuş; hem ürkek ürkek sağa sola ve arkalarına bakıyorlar hem de su kabına kafalarını daldırıp su içiyorlar. |
|
298
|
|
|
|
Ağaç dalları yere doğru eğildi, bakalım bu kadar kar yükünü çekebilecekler mi? Kırılmasınlar? Yok canım, ta o kadar fazla değildir üzerlerine konan kar. |
|
299
|
|
|
|
Silah sesleri kesildikten sonra korucular, olay mahalline gidip bilgi edinmeye çalıştılar. Ruslar katliam ve soygunlarını yapıp oradan ayrılmışlar. Çok sayıda ölü ve yaralı varmış. O konvoydakilerin arabaları devrilmiş, eşyaları talan edilmiş, hatta hayvanları öldürülmüş. |
|
300
|
|
|
|
“Gökyüzünde geceleri Kangalyang Uydusunun yalnız kaldığını gören Yapıcı, bir avuç ateş daha almış. Bu seferkini gökyüzüne çok hızlı savurmuş. Ateş gitmiş, gitmiş, gitmiş... Ve bir yerde durmuş. Sonra da ne olmuş biliyor musunuz? Patlamış, etrafa ateş parçaları saçılmış. İşte bunlar da yıldızlarmış. |
|