..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




6 Eylül 2016
Göçe Göçe - Bulaşıcı Bir Hastalık Hızla Yayılıyor - 19  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Savaşanlar hep yoksullar nedense! Yoksullar birbirleriyle kendi istekleri ile savaşmazlar, zenginler tarafından savaştırılırlar.Savaş çığırtkanlarının kârı, savaşta hayatını kaybeden insan sayısı ile doğru orantılıdır.Savaşan tarafların savaş sonunda kazanacakları hiçbir şey yoktur; savaşın bütün ganimeti savaştırana gider.


:AJAH:

21 Temmuz 1878 (21 Recep 1295) Göçün Yüz Onuncu Günü;
13 canı kaybettik. Bulaşıcı bir hastalık var, ama ne olduğu belli değil. Buna yakalanan, üşüyormuş gibi saatlerce titriyor, sonra kan ter içinde kalıyor. Vücudu göz kapakları dahil, kıpkırmızı leke doluyor. Yemiyor, içmiyor. Birkaç gün içinde de ölüyor.
Yol kenarında da benzer belirtileri olan, yerlerde yatan hasta insanlar gördüm. Bazıları ölmüş, bazıları henüz canlı. Canlı olanlar ellerini açıp yardım istiyorlar. Hastalık bulaşır korkusuyla, yanlarına bile yaklaşmıyoruz. Yardım isteyen sadece hastalar değil; ağır yaralılar da var. Saldırıya uğramışlar. Durumları çok kötü. Arabaya yanınıza alsanız da onlar için yapabileceğiniz bir şey yok. Gözünüzün önünde acı çekmelerini izlersiniz, feryatlarını dinlersiniz, hepsi bu... Bu yüzden, yakınları onları yol kenarına bırakmış olabilirler. Acılarını dindirmek gerek, ama nasıl? Bunun aslında bir tek yolu var, ancak onu uygulamak cesaret ister! Vicdansızlıkla hatta canilikle suçlanırsın. Sakatlanıp da iyileşme imkanı olmayan bir hayvana ne yapılıyorsa, bu zavallıları acılarından kurtarmanın yolu da işte o! Dedim ya bunu yaparsanız suçlanırsınız, hatta yapmasanız da benim gibi açık açık söylerseniz, gene aynı suçlamaya muhatap olursunuz.
Bakışlarımı, hastalardan hareket halindeki insanlara çevirdim. Tek sıra halinde giden üç kişinin yanından geçerken, onlara dikkatlice baktım. İkisi erkek, biri kadın. Çöpe dönmüşler. Avurtları çökmüş, gözleri büyümüş, elmacık kemikleri sivrilmiş, vücutlarına göre oldukça büyük bir kafa ortaya çıkmış; gri bir renge bürünmüş toz ve pislik içindeki saçları yer yer dökülmüş gibi görünüyor . Kolları ve bacakları çırpı gibi. Ayakları her yere basışta, ha şimdi kırılacak zannettim. Üzerlerindeki giysiler, lime lime olmuş. Ayakları çıplak; ne ayakkabıları var ne de çarıkları... Bunlar sadece deri ve kemikleri bulunan, canlı birer varlık! İnsan değiller mi? Kesinlikle değiller. Hayvan mı? Hayır, o da değil. Onlar savaşın, açlığın, bakımsızlığın, korkunun yarattığı yeni bir canlı türü...
Duygularımın çoğunu, artık kaybettiğimin farkındayım. Göçe başladığımızda, ölenlere üzülüyor hatta ağlıyordum. Şimdi ne üzülüyorum ne ağlıyorum. Günlerdir gözlerimden bir damla bile yaş akmadı. Belki de ömrümün sonuna kadar da akmayacak. Hiçbir şey hissetmemeye başladım. Olaylardan etkilenmiyorum. Tek bir amacım var: Kendimi ve ailemi korumak. Ötekiler beni ilgilendirmiyor. İlgilenir gibi görünsem de samimi değilim. Bendeki değişiklik sadece bu kadarla da kalmıyor. Vatan, millet, bayrak, devlet, ideal kavramlarını da sorguluyorum. Bunlar için ölmeye değer mi, sorusunu sıkça soruyorum. Etik değerleri savunmaktan da vazgeçtim. Hangi davranış ahlâkîdir hangisi değildir; umrumda mı?
Bir ara insanlıktan istifa etmeyi bile düşündüm; tabii böyle bir istifa şekli varsa! Yalanı duydum, haksızlığı gördüm, vahşete tanık oldum; namussuzlarla, alçaklarla, şerefsizlerle her gün karşılaştım. Çıkarı Tanrı ile özdeşleştiren insanlar tanıdım. Bütün bunlara rağmen hâlâ “Ben insanım!” nasıl derim?
Şehitleri değil, ama şehitliği de sorguluyorum. Beş-on kişi, egolarını tatmin etmek ya da dünya nimetlerinden daha çok faydalanmak için, savaş ilan ediyor. Ama bu savaş ilan edenler, kendileri cepheye gidip de savaşmıyor. Halkı savaştırıyor. İki ya da daha fazla ülkenin insanı karşı karşıya gelip savaşıyor, birbirlerini öldürüyor. Neden? Karşısındaki savaştığı insanı tanıyor mu? Hayır. Ondan bir kötülük görmüş mü? Hayır. Pekiyi öyleyse onu neden öldürüyor ya da onun tarafından neden öldürülüyor? Başındakiler istediği için... Halka deniliyor ki “Şunlar bizim düşmanımız; git onları öldür, onlarla savaş! Bu savaşta sağ kalırsan gazisin, ölürsen şehit.” Bunu diyen kendi gidip gazi ya da şehit olsa ya! Olmaz. Onun canı kıymetlidir. Savaşa gönderilen on binlerce hatta milyonlarca insanın hepsi gönüllü olarak mı öldürüyor veya ölüyor. Hayır. Savaşa gitmek zorunda, gitmezse vatan haini ilan edilir ve vatana ihanetin cezası savaş zamanı her toplumda idamdır. Savaşa gitti, savaşıyor; gönüllü mü? Hayır. Silahını bırakıp “Ben savaşmıyorum!” diyebilir mi, cepheden kaçabilir mi? Der ve kaçarsa, arkasındaki kendi insanları tarafından öldürülür. Ne yapsın? İyisi mi savaşayım, hiç olmazsa ölürsem şehit olurum, diyerek kendini avutmaktan başka seçeneği yok ki...
Savaşanlar hep yoksullar nedense! Yoksullar birbirleriyle kendi istekleri ile savaşmazlar, zenginler tarafından savaştırılırlar.Savaş çığırtkanlarının kârı, savaşta hayatını kaybeden insan sayısı ile doğru orantılıdır.Savaşan tarafların savaş sonunda kazanacakları hiçbir şey yoktur; savaşın bütün ganimeti savaştırana gider.
Kime sorsan savaşa karşı. Peki, o zaman insanlık tarihi neden savaşlarla dolu ve bu savaşları kim yaptı? Savaşı bitirmek için “savaşma!” diyenlere de inanmıyorum. Çünkü savaşı bitirmek için de savaşmak gerekir. İşte en kutsal savaş bence budur.
Her savaşın sonunda birileri zafer ilan eder. Bu zaferin ölçüsü ne? Öldürtülen insan sayısı. Ne kadar çok insan öldürttüysen, o kadar da muzaffersin demektir. Çünkü savaşta öldüren/öldürten galip, öldürülen ise mağluptur.
Bütün bunları bana düşündüren, acaba açlık mı? Çünkü açlık öyle bir şey ki, aç insan galiba en sonunda değerlerini yeyip bitiriyor. Şimdi biri bana kutsaldan, değerden, idealden bahsetse hakaret etmiş gibi gelir. Açlık, insanı ya terbiye eder ya da yoldan çıkarırmış. Ben, yoldan çıkarılmışlar tarafındayım.
Üç Türk köyünden geçtik. İkisi, sakinleri göç ettikleri için boştu. Evlerinden birkaçı yıkılmış, yakılmış. Çoğu sağlam duruyor. Diğer Türk köyü göç etmemiş, kaderine razı olmuş, bekliyor. Oldukça yoksul bir köy. Sayı olarak da çok azlar 20-25 civarında aile var yok.
Bir de Bulgar köyü çıktı yolumuzun üstüne. Buradan alış veriş yaparız umudumuz vardı. Olmadı. Bizi gören Bulgarlar'ın hepsi evlerinin içine saklandılar. Köpekleri ise tam aksine, biz geçerken sokağa döküldüler, keskin dişlerini göstererek saldırdılar. Saldırgan köpeklerden birkaçının karınlarına üvendireleri batırınca, ağlar gibi ses çıkarıp viyaklayarak ve uluyarak kaçtılar.
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3
Bu Kitaptan da 100 Tanesi Ücretsiz!
Ücretsiz 3 Kitap

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.