• İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm |
41
|
|
|
|
Küfür etmek, haksızlık yapmak, insanlara eziyet etmek, sözünde durmamak, içki içmek, zina yapmak, yetim hakkı yemek, haram yemek, anaya babaya asi olmak, onları dövmek, emanete hıyanet etmek, ölçü ve tartıda hile yapmak, mirasçılardan mal kaçırmak, cimrilik.. |
|
42
|
|
|
|
Meğerse bu küçük yılan, yılanlar kraliçesi Şahmeran'ın en küçük yavrusuymuş. İyi yürekli bu güzel kraliçe, bütün yavrularını çok severmiş, ama bu küçüğün yeri bir başkaymış. O gün kafasını delikten çıkarıp havanın iyi olduğunu gören yavru, dışarı çıkmak için annesinden izin istemiş. Annesi önce “Hayır!” dediyse de sonra ısrarlarına dayanamayıp, yuvadan fazla uzaklaşmamak şartıyla razı olmuş. Yavru gittikten biraz sonra da, Şahmeran ne yaptığını izlemek için yavrusuna bakmaya dışarı çıkmış. Bir de ne görsün! Yavrusu bir leyleğin gagasında. Yıkılmış, perişan olmuş. Bu birkaç saniye sürmüş, ama Şahmeran'ın vücuduna adeta felç gelmiş. |
|
43
|
|
|
|
Yüzlerce insan yürüyordu ama hangarın içinde çıt çıkmıyordu. Son iki kişi çıkarken kamçılı adam uyandı. Durumu görünce ayağa fırladı, kamçısını alıp kapıya doğru koştu, ama o son iki kişi de çoktan dışarı çıkmıştı. |
|
44
|
|
|
|
Terk edilmemek için , terk eder O...Ve hep sevgiye aç kalır ...Yeni arayışlar içinde dolaşır durur, her durak aslında O’ nu kendinden uzaklaştırırdı. |
|
45
|
|
|
|
gece çökmüştü berlin'e.Tüm canlılar bir tarafa kaçışıyordu.Kimse ne yapacağını bilmeden yaşayamaya çalışıyordu ama umarsızca hiçbir şeye bulaşmadan.Böyle kötü bir ortamda biri geliyordu herkes için umut getiriyordu.Düşmanlarıyla cesurca ve ölümüne savaşıyordu ama bu savaşın sonunda kim ölürdü kim sağ kalırdı o bir bilinmezlik.Karanlığa bir güneş gibi doğmayı umuyordu |
|
46
|
|
|
|
Ortalığın karanlıkla aydınlık aralığında beklemeyi sürdürdüğü saatler, güneş ışınları tepedeki kale kalıntısı surlara değiyor ama henüz Kayaköy’ün kale duvarlarından aşırılmış taşlarla inşa edilmiş evlerine, ağıllarına, ahırlarına, bahçe duvarlarına değmiyordu. |
|
47
|
|
|
|
Dağın tepesinde, bir kaya kütlesi üstünde yer alan kale, bin yılın rüzgârlarıyla yerle bir olmuştu. Kale surlarına ait aşınmış duvar taşları olmasa buranın bir kale kalıntısı olduğunu anlamak mümkün olmazdı; hiç kimsenin, oraya tarihi bir değer biçtiği de yoktu zaten. |
|
48
|
|
|
|
Bir şekilde o gezegene gitmeye çalışıyorum: Uzay aracıyla, uçakla, balonla ya da uçarak. Bu mümkün mü? Belki de böyle bir gezegen bize milyarlarca ışık yılı uzaklıkta. Mevcut teknik bilgimizle oraya ulaşmamız imkansız. |
|
49
|
|
|
|
Rasgele yürüyorum. Amacım, hedefim yok. Ayaklarım beni nereye götürürse oraya. Bir ara kayboluyorum, aslında bu kaybolma sayılmaz; çünkü nereye gideceğini bilmeyen bir insan kaybolamaz ki. . Olsun. Gene de bildik bir yer aranıyorum, sanki gitmek istediğim bir yer varmış gibi. |
|
50
|
|
|
|
“Kardeşinle mi, abinle mi? Ali Elmas senden epeyi yaşlı da...”
“Yok. Onbir yaşında o...”
|
|
51
|
|
|
|
Mutluluk, korku, heyecan, tedirginlik ve bilmediğim daha bir sürü şey...
|
|
52
|
|
|
|
Oflaya puflaya, alınlarındaki ter kalın bir toz tabakasıyla karışıncaya kadar toprağı kazmıştılar. Alican, ablasının hayallerinde yer almak istemeyerek, “yok, “ dedi, “ben toprağı böyle eşeleyip durmaktan hoşlanmıyorum. Hem bişey de bulamıyorsun. Boşuna kaz, dur.”
Gülbahar, “ İyi. Sen keçi çobanlığına devam et...” diyerek öfkelendi |
|
53
|
|
|
|
Kayaköy muhtarı, yanında ağzı laf edebilen, eli ayağı düzgün bir iki kişiyle birlikte sabah erkenden Kabaloğlu çiftliğine ulaştı... |
|
54
|
|
|
|
Gene geçtiğimiz yerler insan cesedi dolu. At, eşek, manda ve öküz leşlerine de rastlıyoruz. Köpekleri görüyorum, kâh insan cesetlerini yerken kâh hayvan leşlerini. Köpeklerin hepsi de birbirinden semiz. Nasıl olmasınlar; onlar için her taraf yiyecek dolu. Bu yüzden birbirlerine, ne saldırıyorlar ne de hırlıyorlar. Bazıları da bir ağaç altında ya da yol üzerinde yatmış dinleniyor. Onlardan mutlusu yok! |
|
55
|
|
|
|
Giderdim de. Oradaki rengarenk çiçeklerle dolu çiçek bahçelerini, özgürce çağıldayan şelaleleri, bir masal ülkesinden gelmiş olan ilginç görünümlü hayvanları, kökleri havada olan ağaçları, birbirini kovalayan el büyüklüğündeki uğur böceklerini, rastgele serpiştirilmiş yanan ama yakmayan ateşleri seyrederdim. |
|
56
|
|
|
|
Toprağa kök salmamış bir ağacı sökmek çok kolaydır, köklenmiş ağacı sökmek ise oldukça zordur. Milletler de böyledir. Eğer bir millet vatan bellediği topraklara kök saldıysa, onu oradan kolay kolay hiçbir güç söküp atamaz. Çünkü o milletin toprağını kazarsanız ya atalarının kemiklerini ya da tarihi eserlerinin kalıntılarını bulursunuz. İşte bir milletin kök salması budur. Biz acaba bu topraklarda, Balkanlar'da kök salamadık mı da bu felaketler başımıza geldi? Galiba öyle! |
|
57
|
|
|
|
Atalarımın öve öve bitiremedikleri o memleketi görmek, bana nasip olmadı. Ancak, anlatılanlardan oraya gitmiş ve görmüş gibi oldum sayılır. Birçok yönden bizim buraya benziyor. Çünkü Kızılpınar da balkanların dibinde. Dobramirka'daki yerleşme şekli, evler, sayalar, kullanılan ev eşyaları ve tarım araçları sanırım buradaki gibi. Adetler, giyim-kuşam, şive, hatta yiyecekler bile aynı... |
|
58
|
|
|
|
Aynı cümleler dökülüyordu ağzından ve buna engel de olamıyordu zaten. Akşamın sessizliği ve karanlığı daha yeni yeni çöküyordu yaşadığı şehrin üzerine… |
|
59
|
|
|
|
Sonra gülüyorum, elimde değil. Bana karşı hissettiği bu duygular o kadar muhteşem ki. Çok kıymetli, çok erişilemeyecek, çok saf duygular bunlar. |
|
60
|
|
|
|
Adı: Cihan. Çok başarılı bir cerrahmış. Hatasız çok sayıda ameliyat yapmış. Başarıları özel sektörün dikkatini çekmiş ve bir özel hastaneye çok yüksek ücretle transfer edilmiş. Mutlu bir aile hayatı varmış, karısını taparcasına seviyormuş. |
|