..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve alçalamaz. -Hölderlin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




11 Aralık 2018
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 24  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Mahkûm merdivenleri kendinden emin adımlarla çıkıyor, giyotinin önünde duruyor ve usta bir basketçi gibi elindeki kafayı sepetin içine atıyor. Ve giyotinin keskin bıçağı da gürültü çıkararak aşağıya iniyor, ama kestiği bir şey yok ki...


:ABII:
     Issız bir sokak, ama öyle ıpıssız değil; yani tenha. Otomobil yok, sadece park etmiş küçük bir kamyon var, onun da önü darmadağın. Kötü bir kaza geçmiş başından. Bir kedi arka sol ayağı sakat, bir köpek çok yaşlanmış öldü ölecek. Şişman yaşlı bir kadın yerde sürünürek daha doğrusu dört ayak üzerine gidiyor. Sokağın iki tarafı da ev dolu, birbirine yaslanmış en yükseği üç katlı, çoğu ahşap evler... Bazılarının tahtaları sökülmüş, rüzgar ve soğuk geçirmesin diye teneke çakmışlar. Camlarında perde var, hepsinde oturuluyor, lakin içlerinde insan yaşadığına dair bir belirti yok.
     İlerliyorum, sokağın sonuna geldim. Burası büyük bir meydana çıkıyor. Sokağın aksine meydan insan dolu. Şimdi anlaşılıyor sokağın ve evlerin neden ıssız olduğu; herkes buraya yığılmış. Şiddetli bir uğultu, kulakları rahatsız ediyor. Bu uğultu işte şu meydandaki insanlar tarafından çıkarılıyor. Kalabalığın içine dalıp ne olduğuna bakacağım.
     Görüyorum ne olduğunu: Meydanın ortasına bir giyotin kurulmuş, yanında izbandut gibi bir cellat gülümseyerek meydanda toplanan insanlara bakıyor, ellerini bazen önünde birleştiriyor bazen arkasında, bazen de yana salıyor. Kısacası ellerini ne yapacağına bir türlü karar veremiyor.
     Tuhaf. Tuhaf olan şu: Giyotin bizim ülkemizde kullanılan bir infaz aracı değil; Avrupa'ya özgü. Öyleyse bu meydanda işi ne? Gösteri amaçlı konmuş olabilir mi? Hiç de değil. İşte resmi üniformalı birkaç kişi eşliğinde elleri kelepçeli bir adam getiriliyor. Demek ki bu idam mahkumu için giyotin kurulmuş ve halk da seyretmeye gelmiş. Yalnız idam mahkumunda bir gariplik var, galiba adamın kafası omuzlarının üzerinde değil de kelepçeli ellerinin arasında. Hayal mi gördüğüm? Değil. Daha dikkatli bakıyorum, evet kafasını ellerinin arasına almış.
     Mahkûm merdivenleri kendinden emin adımlarla çıkıyor, giyotinin önünde duruyor ve usta bir basketçi gibi elindeki kafayı sepetin içine atıyor. Ve giyotinin keskin bıçağı da gürültü çıkararak aşağıya iniyor, ama kestiği bir şey yok ki... Kafa sepetin dibini bulur bulmaz kalabalıktan sevinç çığlıkları ve alkış yükseliyor. Kafasız adam da olduğu yere yığılıp kalıyor. Kafasının kesilmesinden korkanlar için iyi bir yöntem!
     Hoş bir yer değil burası. Hızlı adımlarla hemen gitmeliydim. Kalabalığı arkamda bıraktım kısa süre sonra. Kaldırımda yürüyorum. Oturmak için banklar da konmuş buraya. Az da olsa oturan, dinlenen, gazete okuyan ya da etrafı seyredenler var. Bir kadın seslendi:
     -Eyy, yakışıklı baksana!
     Bana değildir diye aldırış etmedim. “Yakışıklı” benzetmesi bu yaşımda bana hiç uymuyordu çünkü..
     -Sana söylüyorum yakışıklı sana!
     -Bana mı?? Diye sordum.
     -Evet sana, sana. Senden başka kimse var mı benim karşımda?
     -Yok.
     -Öyleyse salak salak ne sorup duruyorsun “Bana mı?” diye?
     Bu bir orospu ve sinirlerimi bozdu, buna rağmen sabırlı davranıp sataşmamaya çalışıyorum. Nasıl bir çirkef, şıfrıntı olduğu kullandığı kelimelerden anlaşılıyor.
     -Gel, seninle güzel birkaç saat geçirelim. Hem sana indirim de yaparım.
     -Benim o işler için verecek param da yok harcayacak enerjim de.
     -Sen enerji işini dert etme, bana bırak. Ben ölüyü bile diriltirim.
     -Böyle bir yeteneğin varsa benimle uğraşacağına mezarlığa git. Orada çok sayıda zengin ölü bulup diriltirsin.
     Son sözlerim oruspuyu çileden çıkardı. Oturduğu banktan kalkıp üzerime doğru yürüdü. Ağza alınmayacak küfürler savuruyordu. Küfürler ne ise de son söylediği hakaret çok gücüme gitti:
     -Ben yanlış kapı çalmışım. Meğerse bu bir ibneymiş. İbnelere benim bile yapabileceğim bir şey yok.
     -Hadi oradan pis fahişe!
     Dedim ama bu hakareti de yutmuş oldum. Koşarak oradan kaçtım. Tabii buna koşma denirse! Genç bir insanın normal yürüyüşü benim koşmam sayılır. Nefes nefese kaldım. Neyse ki orospu peşimden gelmedi.
     Az sonra büyük ve kalabalık bir caddedeyim. Alışveriş mağazaları ve yemek yeme yerlerinin yanısıra kafeler de var. Bir lokantanın dışarıya çıkardığı masada oturan bir genç adam höpürterek çorbasını içiyor. Bu ses nedense kulağıma çok hoş geldi. Acıktığımdan mı? Narin yapılı bu adam, sanki bir sanat eseriymiş gibi tasın içindeki çorbasına hayranlıkla bakıyor. Bitecek diye üzülüyordur da belki. Zevken mest olmuş, haz duyduğu besbelli...
     Erkekli kadınlı bir grup var önümde. Tren vagonları gibi birbirinin peşinden gidiyorlar, ara mesafeyi koruyarak. Yandaki kafeden tavlaya vuran zar ve pul sesleri geliyor: Tıkır tıkır, tak taak... Karşı kaldırımda sırtlarında takımlarının formaları, ellerinde flamalar ve pankartlarla başları öne eğilmiş birkaç genç ve onların arkasında başka bir takıma ait formaları olan gene flama ve pankart taşıyan başka bir grup daha var ve bunlar ötekilerden daha kalabalık. Başlarındaki kişi -takımın amigosu olabilir- bazı sloganlar atıyor, kalabalık da aynısını tekrarlıyor. Öndekiler bunlara herhangi bir tepki vermiyordu önceleri, ama “Nasıl koyduk, nasıl oyduk...” gibi küfür içeren tahrik edici sözler de söylenmeye başlayınca geri dönüp en öndekilere saldırdılar. Ortalık bir anda karıştı. Kavga kaldırımdan caddeye taştı, otomobiller durmak zorunda kaldı, olayla ilgisi olmayanlar sağa sola kaçıştı. Tekmeler, yumruklar, kafalar... Tabii küfürler, küfürler...
     Kavga dakikalarca devam etti, derken olaya polis müdahale etti. Üç polis kavga edenlerin arasına daldıysa da etkili olamadı. Polisler geri çekildi ve az sonra da kavga edenlerin üzerine biber gazı atılmaya başlandı. Biber gazı yalnız kavgacıları değil etrafta bulunan herkesi etkiledi. Boğazım yanmaya, gözlerim acımaya başladı. Tesadüfen orada bulunan genç ve yaşlı birçok insan ağızlarını, gözlerini tutarak kaçmaya çalışırken bir yandan da öksürüyorlardı. Trafik durduğu için ve gazdan da rahatsız olduklarından araç sürücüleri kornalarına bastılar.
     Yaşlı bir kadın yere düştü, göğsü bir kalkıyor bir iniyor; küçük bir kız çocuğunu elinden tutup çeken anne, bir an önce olay mahallinden uzaklaşmak amacında. Kız çocuğunun adımları annesininkine yetişemediğinden az sonra ayakları yerden kesildi, sürünmeye başladı. Sarı kıvrım kıvrım omuzlarına dökülen saçları yerdeki toza ve çöplere bulanmıştı. Anne durumun farkında değildi, metrelerce çocuğu sürükledi. Fark ettiğinde de hemen kucağına alıp bir mağazanın içine daldı.
     Ben de bir yerlere sığınmalıydım. İşte şurada bir pizzacı var, kapısı da açık. İçeri girdim ve hemen kapıyı kapattım. Çalışanlar ve müşteriler henüz bir şeyin farkında değil gibiydiler.
     -Dışarıda kavga var, polis biber gazı sıkıyor, dedim ve iki garsonla bir müşteri kapının yanına gelip dışarı baktılar, sonra da geri çekildiler, hatta garsonlar açık olan camları da kapattılar. Daha sonra da pizzacıya sığınan birkaç kişi oldu. Bunlardan biri girer girmez :
     -Sporsevermiş, taraftarmış! Hadi canım sen de! Aşağılık, insan sürüsü bunlar, güruh güruh... Diye söylenmeye başladı.
     Oturup bekliyorum. Üzerime garip bir uyuşukluk çöktü. Buradan ayrılmak istemiyorum, ama böyle boş boş da adamı oturtmazlar. İyisi mi bir pizza söyleyeyim, zaten acıktım. Pizzam çabucak geliyor, fazla müşteri olmamasının avantajı. Yedim, pizza bitti. Biraz daha oyalanmalı. Bir de kola ısmarladım, yavaş yavaş içiyorum.
     Otomobiller hareket edinceye kadar bekledim. Dışarı çıktığımda kavgacılardan ve polisten eser yoktu. Gaz kokusu hâlâ vardı. Rasgele bir dolmuşa bindim, nereye gittiğini bilmiyorum. Beni buradan uzaklaştırsın da...

      ● ● ●
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.