Herşeye imgelem karar verir. -Pascal |
|
||||||||||
|
Geçmişi de yalnızlıklarla doluydu aslında. Dört duvar arasında dosta hasret bir yıl boyunca kendini sürgün ettiği o yedi tepeli şehri düşünüyordu. Kimsenin kapısını çalmadığı ve kimseyle dert ortağı olmadığı o yalnızlığını düşlüyordu. Sürgünde yalnızlığı yaşamak ve dostların bir yerlerde var olduğuyla avutmuştu belki kendini ama arkadaş dediklerinin içinde yalnızlığı yaşamak beklide burkmuştu yüreğini. Çayın, sigaranın ve hatta tanrı'nın yasaklı şerbetinin bile tadı yoktu. Her şey bir yana yaşamın tadını bile alamıyordu. Öylece bakışlarında ki gibi bom boş yaşıyordu hayatı. Yüreğindeki kırgınlıklar, beynindeki sorular ve tuzsuz bir yemeği andıran yaşantısıyla baş başaydı. Yorulmuştu, ve nefes alamıyordu artık yaşadıklarının yüreğinde bıraktığı izlerden. O hayata salladığı uçsuz bucaksız küfürlerin ve sistemin çarkına çomak soktuğu dizelerin yerini karmaşa dolu kelime öbekleri almıştı. Monotonlaşan bir hayatın tam ortasında kalakalmıştı. Kendiyle olan tüm çelişkileri gün yüzüne çıkmış kendi benliğiyle amansız bir savaş veriyordu. Bir hayalet olarak demir attığı bir limandan şimdi demir alma vaktiydi. Verilen sözlerin üzerine kurulan hayaller hayalden öteye gitmemişti ve yaşanılası günler elle tutulmadan sıska bir alevle küle dönmüştü. Canını acıtan ne demir almasıydı o limandan yada hayallerinin yanması sadece o verilen sözlerin güzelliğinde kandırılmıştı. Farkında bile olmadan mutluluk aşısı yerine damarlarına zehir enjekte edilmiş ve bu zehir onu günden güne farklı bir yaşamın gölgesine itmişti. Önce yüreğine, sonra damarlarına ve en son olarak ta beynine işlemişti. Görememişti gerçekleri, bulduğu masum bahanelerin ardına sığınarak geçiştirmişti sorunları inanmıştı, güvenmişti çünkü. Ve şimdi ona kalan yıkıntıların arasından onurunu çıkararak o limandan mutluluğa yelken açıyordu. Tüm yıkılan umutlarına ve inançlarına rağmen. Direnmişti gitmemek için mücadele vermişti. Anlatmaya, anlamaya çalışmıştı ama cevap alamamıştı bir türlü sorularına. Ve inadına sevdiği gibi bembeyaz bırakıp gidiyordu işte. Öylece saf, öylece temiz öylece masum bakarak o limana. Bir fincan daha çay almak için sobaya yöneldi. Çayın o sıcak ve dayanılmaz kokusunu ciğerlerini çekerek yaşadığından derin bir haz alarak bir sigara daha yaktı. Derin derin çekti sigarasını ciğerlerine ve yöneldi yine pencerenin kenarına. Dışarıda yağan kar şiddetini iyice arttırmış her yer bembeyaz olmuştu. Kar altında oynayan çocuklara takıldı gözü ve yüzünde güzel bir tebessüm belirdi. Öylece kala kaldı yine kurduğu hayaller o karın altına gömülürken. Ve Can Baba geldi aklına mısralarıyla… derin bir nefes çekerek mırıldandı.. "Olsun istersin….. Hatta olsun diye yapılması gerekenden daha fazla üstelersin. Aşktır, değer verirsin, ödün verirsin, sevgiden de öte saygı gösterirsin Olmayacak kaç şey varsa bir araya bile getirirsin. Bakarsın ne anlattığını anlayabilmiş nede çözüm için bir şeyler yapma gayretinde, İşitir, sabahlarsın "olsun"diye ailenden çaldığın zamanı ona verirsin.. Dosttur, hayatta kimseyi dinlemediğin kadar dinler, kendine ayırmadığın onca şeyi ona ayırmaya çalışırsın…… Sonra olayın içinden kendini çıkartır şöyle karşıdan yaptıklarına bakarsın… Bakarsın ki her şey başladığın gibi olmuyorsa olmuyordur!... Gönlün rahat mı? Elinden geleni yaptın mı? Cidden olmuyorsa zorlamayacaksın…." Evet zorlamayacaksın dedi. Can baba'ya sonuna kadar katılarak. Şöyle bir baktı dışarıdaki saf rengi bir gram bile kirletmeden. Ve düşündü masumca, olabildiğince saf ve olabildiğince temiz. Hep temiz kalmıştı onda geride kalan, hiç kirletmemişti kendi yüreğinde. Olsun istemişti, hem de o denli istemişti ki ve o denli çok seviyordu ki söküp atamıyordu yüreğinden. Ve elinden geleni yapmıştı olsun diye. Ama olmamıştı işte, olmadı neden sorusuna bir tek cevap bile vermeden öylece arkasına bakmadan ve yarınlarda yaşanacak mutluluğu öylece bir tekme atarak gitmişti giden. "Ve anlamı da yoktu artık konuşmanın" dedi. Sıcak çayından bir yudum daha alarak. Artık susmanın yürekte derin bir çukur kazıp bu çukura da bu sevdayı gömme vakti gelmişti. Evet acıyacaktı yüreği, geceleri öylece hıçkırıklara boğularak göz yaşları yastığıyla buluşacaktı. Nefes alamayacaktı kimi zaman, öylesine bom boş bakacaktı insanların yüzüne. Kendini derin bir yalnızlık girdabına teslim edecekti. Sevdalar, umutlar, inançlar ve daha nice onu hayatla bağlayan kavramlara sırtını dönecekti bir defa daha. "bitti" dedi yüreğindeki acıya aldırmadan ve beynindeki soruların cevaplarını alamadan. "Bitti lanet olsun ki bitti." Hayatı boyunca yapmacık olamamıştı. Yüreğinin yansımasıydı yüzü, acıların içindeyken gülemez, gülerken öylece katıla katıla ağlayamazdı. Neyse oydu işte, ne yaşıyorsa hiç tereddüt etmeden söyler, söylediklerinin sonuna kadar arkasında dururdu. Ödeyeceği bedellere göğüs gererdi yüreklice ve belki bir bedel daha ödüyordu şimdi farkında olmadan. Düşen kar tanelerine bakıyordu öylece yanaklarını adımlayan gözyaşlarının masumluğunda. Nefesi kesiliyordu. Tekrar yöneldi o yüreğindeki sıcaklığı çalmış sobaya ve üzerinde duran çaydanlığa uzandı bir defa daha. Bir sigara daha yaktı başını sallayarak. Cevabını alamadığı sorular beynini kurcalıyordu. Ama artık ne cevap alabilecekti nede değiştirebilecekti. Bir yudum çay buluştu dudaklarıyla ve bir nefes sigara dumanıyla doldu ciğerleri. Tekrar yöneldi buğulanmış pencerenin önüne öylece sessizce. Ve düşen her bir kar tanesine sormaya başladı usulca incitmeden. Madem madem bu denli basit bu sevda dedikleri yürek yakan duygu o zaman bende basit mi yaşamalıyım bu duyguyu? dedi. Kar taneleri yere düşemedi bu soruyla esen bir rüzgarla savruldular. Ve işte o anda anladı yaşadığı sevdanın büyüklüğü. Elbet bir gün kapı çalınacak ve bir çift göz ellerini tutarak seslenecekti ona "ne kadar lanet, ne kadar mendabur, ne kadar düz mantık biri olsan da, bir çul çadırda bir çulun üstünde bir döşekte bir somun ekmekle hayatı seninle paylaşmaya varım" diyecek bir yürek. Onu öylesine sevecek ama sevecek. Hataları, öfkesi, hıncı, kokuları ve kimi zaman sessizliğiyle sevecek. Tatlı bir gülümseme savurdu karların üzerine ve "umarım bu sefer oynamazlar bu saf sevdamla dedi. Umarım bu kez yapamayacakları sözlerle girmezler dünyama ve o yapamayacakları sözlerle dokunmazlar yüreğime" dedi derin bir soluk alarak. Umutsuzluklar içine umutları yaşar olmuştu. Şöyle son bir defa baktı arkasına, insanlar ona mendabur, lanet, şerefsiz, adi, pezevenk, puşt, hayvan ve daha sayılabilecek ne kadar söz varsa yüklemişlerdi. Hiç alınmamıştı hepsine gülü geçmişti onların küçük beyinlerine aldırmadan. Ama kimse korkmamıştı ondan, kimse korkmamıştı. Çünkü ne olursa olsun ne kadar kızarsa kızsın ve ne kadar öfkelenirse öfkelensin kimsenin canını yakmamış, kimseye zarar vermemişti. Aman diyen en kötü düşmanı da olsa koşup ona omuz vermişti. İşte bunu bile bile Ondan korkmaları ona senden korkuyorum demesi bir insanın gerçekten onun yüreğinde derin bir iz bırakmıştı. Korkuyordu ömründe ilk defa biri ondan. Bir insan ondan korkacaksa neden yaşıyordu ki? Ve neden bir başkasıyla karıştırıp aşağılıyorlardı ki? Acı bir gülümseme belirdi yüzünde, yüreğindeki derin yaranın acısı belirdi yüzünde. Her şeyi unuturdu, her şey çıkardı benliğinden ama bu çıkmazdı işte. İnsan insandan korkar mıydı? İnsan diyordu karşısındakine ve öyle değer veriyordu. İnsan, iyisiyle kötüsüyle güzeli ve çirkiniyle Yaradanın nefsini barındıran insan. Enel-hak diyordu, insan hakta hak insan da diyordu ve kayıtsız şartsız insana güvenip insanı seviyordu. Ne kadın vardı beyninde ne erkek insandı onun için karşısındaki varlık. Nasıl bir insana zarar vermeyi düşünebilirdi? Pamuk tarlasında gelinlik bir kızın kanayan parmaklarının acısını, kömür madeninde göçük altında kalan işçinin nefessiz kalışını, kışın soğuğunda betonda yatan bir evsizin yalnızlığını ve yarınların bekçisi çocukların geleceklerinin karanlığını nasıl aydınlatacağını düşünürken ve yaşarken yüreğinde korkuyorlardı ondan. Teninin sıcaklığını sevdiğine saklarken, düzenin onca nimetini elinin tersiyle itip sadece sevdiğini kendini adamışken ve satılmışlıklar kirli çıkarlar, gecelik ilişkilerden bu denli uzakken korkuyorlardı ondan. Evet bu dünyaya ait değildi ondan korkuyorlardı beklide. O bildikleri o gördüklerini yaşamadığı için korkuyorlardı. Aldatmadığı için, yalan dünyasında olmadığı için, ruhunda çıplaklık olmadığı için korkuyorlardı. Sevdiği zaman kayıtsız şartsız sevdiği için, sevdiğini dünyasına öylece çıkarsız kattığı için, sevdasını her adımda dürüstçe yaşadığı için korkuyorlardı. Kadına cinsel meta olarak görmediği için, kadına saygı duyduğu için, kadının gücüne ve kudretine inandığı ve kadını yücelttiği için korkuyorlardı beklide. Korkuyorlardı işte. Çünkü zihinlerindeki iğrençliğe bulaşmadığı için ve iğrençlikle yaşamadığı için korkuyorlardı ondan. Çamur atacak bir yanının olmayışı korkutuyordu belki, beklide kendi günahlarının karşısında günah olmadığı için korkutuyordu onları. Korkmak, her şey bir yana korkuyorlardı işte. Bir sigara daha yaktı, derin bir nefes daha çekti ciğerlerine. Ve o sigara dumanıyla öldürdü yüreğindeki sevdayı, sevda korkularla yaşanmazdı çünkü. Korkunun olduğu yerde sevda olmazdı. Korkmamıştı Yaradandan ve Yaradanı sevmişti korkulardan uzak ve insanı sevmişti korkusuzca ve yüreğine sevda düşünce o güzelden korkmak yerine o yari öylece çıkarsız katıksız korkusuzca sevmişti. Sevda korkudan uzak yaşanırdı. Korku sevdanın gölgesinde hayata bakmaya başlarsa o sevda yaşanmazdı ve yaşanmayacaktı. Gözlerinden yanaklarına dökülen yaşlar artık yürekte kalan son kalıntıları temizliyordu. Sigarasından son bir nefes çekerek sigarasını hınçla söndürdü ve dumanını savururken odaya dişlerini sıkarak gözleri uzaklarda "evet korkma artık benden, o nedensiz beynine yapışmış iğrenç düşüncelerin kirliliğinde yaşama bu hayatı, korkma artık benden ben ne o kadar iğrenç nede o denli korkulacak biriyim şayet tanımış olsaydın zaten bu türlü bahanelerle karşıma çıkıp arkana bakmadan gitmezdin zaten benden ne sen beni tanımışsın yaşadığımız sürece nede beni anlamışsın her nefeste. Bir çocuk kadar masum bir hayat yaşayan bu bedenden de korkacaksa bir yürek işte o yürek korkacak bir sevdanın karanlığında yaşamak istiyor demektir. Oysa ben karanlıklarda değil nemrutum zirvesinde güneş geceyi aydınlatırken o güneşin aydınlığında sevdamı yaşamak isterim tanrıların şahitliğinde güneşin doğuşunu izleyerek" Derin bir nefes aldı. Öylece sessiz ve umarsızca yavaş yavaş giyindi. Ve o umutlarla dolu evin inançlarını peşine takarak o bembeyaz masumlukta yürümeye başladı. Ve sevdasına dair tüm inançları savurdu o kirlenmemiş tazeliğin üzerine umutlarıyla birlikte. Beyaz sokaklarda aramaya başladı kirlenmemişliği. Ve gökten düşen her kar tanesi korkmadı o bedende sevdayı fısıldayan yürekten. Bir kez daha dost oldu beyazın saflığıyla sevda dolu yürek ve bir kez daha korkular hükmünü yitirdi ve sevda umuda gebe umut inanca ve inançta aydınlık yarınlara gebe kaldı o temizliğin dirilinde. www.hamzaekiz.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |