Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Neden mi bu kadar isyan boyudunda yüreğim? Neden bu kadar umarsız ve neden bu kadar kırgın, kızgın ve öfkeli? Birikmişlikler desem hepmi kötü birikimim oldu diye kendimle kavga ediyorum yok imkansızlık desem bunca alın terinin karşısında bana kapılarını kapatan Yaradan ile kavga ediyorum. Dik başlılığım yada eyvallah dememem mi desem olanca kahpeliğe diyorum ama artık susuyorum ve susuncada eyvallah demiş oluyorum deyip yine kendime çeviriyorum tüm okları. Evet tüm sıkıntı yada tüm suçlusu nefes aldığımız beden ve bedenin üstünde taşıdığımız beyin değil aslında. Bir çok insanın kaldırıp rafa koyduğu ama maalesef bizim hala o bedenimizde var olan vicdan. Genel bir replik olacak ama “ Kahrolsun içimizdeki insan sevgisine” diyesim geliyor kimi zaman. oysa hümanist insanlardık biz , insana yaradandan ötürü değer verirdik tabi “insan” a…. Rahmetli Dedemin anlattığı küçük bir hikaye vardı. Adamın biri insan yok insan yok diye dolaşırken çevresindekiler dalga geçerlermiş bu garibanla. “ deli ye bak bunca insan içinde insan yok diye dolaşıyor” diye. Sonra ulu yaradan kaldırmış bu dalga geçenlerin gözlerindeki perdeyi ve bakmışlar ki insanların nefisleri ne ise onu görmüşler kimi eşşek kimi maymun kimi aslan kimi ejderha…. İşte bu hikaye gerçek mi oldu diyorum kendime kimi zaman. aynanıun karşısına geçince ben neyim diye soruyorum kendime. Vicdanım insansın derken, öfkem aslansın diyor, bana söylenen yalanlara gülüp geçince hallacın keçisi oluyorum ve sonunu bildiğim halde izlediğim hayatları ele alıncada kurnaz bir tilki. Bazen insanlar gülsün diye maymunlaştığımda oluyor tabi yada ilgiye ihtiyacım olunca kedi gibi oluyorum kimi zaman. duruyorum aynanın karşısında sessizce ve soruyorum en cevapsız soruyu kendime neyim ve kimim ben? Siz sordunuz mu hiç? Neyse ne olduğumuz nereden gelipo nereye gittiğimiz belli. Topraktan geldik, toprağa sırlanacağız, nefes aldığımız müddetçe insanız yada kendimizi anlattığımız sürece…. Yani kimseye atar yapmaya gerekte yok hani. Kendi düşüncelerimiz doğrultusunda yaşanıyorsa hayat sıkıntı yok. Yada başrolünü kendimiz oynuyorsak bu oyunun. Yeşilçam o kadar işlemiş ki içimize Tatar Ramazan gibi rajon kesip , kara murat gibi kaleleri fet ediyoruz , Orhan abimiz gibi halk adamıyız , ferdi abimiz gibi düğünde halay çeker , besen abimiz gibi sevgilimizin nikahında şahit bile oluruz. Hepimizin yarası vardır ve yara açanlara Müjde ablamız yada Ahu ablamız gözüyle bakarız. Hepimizin hayatında bir Erol abisi vardır mesela. Yahu biz hangi filmde baş rol oynuyoruz? Neden kendimiz Erol taş değiliz mesela? Neden Müjde ar olmuyoruz? Olmayız çünkü duvardaki aynadan değil vicdanımızın aynasından kaçıyoruz. Şimdi siz bana onca laf ebeliği yapıyorsun sen kimsin diye soracaksınız. Hani deli gibi eleştiriyorsun da sen nesin diyeceksiniz. Her zaman dediğim gibi insan olmaya çalışan biri işte deyip geçmek isterdim ama artık onu diyemiyorum bunca insan arasında insanlığı kendime yakıştıramıyorum. Role gelince sürekli dayak yiyen adını bile bilmediğimiz figüranlar varya işte onlardan biri gibi görüyorum kendimi. Baş rol bana büyük beden geliyor. Neyse… nereden nereye geldik… yazmaktan sıkıldık dedik , yeşil çamın tozlu arşivlerinde bulduk kendimizi. Yani koştuk, yani düştük, yani yorulduk… Çevremizde dost bildiklerimizden geldi en çok acılar … Sövdük işçi sınıfına yakışan şekliyle ağzımızı doldura doldura ve kimi zaman ağladık yüreğimizdeki acıların yüküne dayanamayarak gizledik göz yaşlarınızı. Kimsenin hakkı kimsede kalmaz derler ya hani bizim gibilerin hakkı hiç kimsede kalmaz… Haram nedir bilmeyiz işte o yüzden haram da edemeyiz… Yani İnek şaban oluruz , gülen , ağlatan, düşündüren…. Keşke hep öyle kalsak ama işte figüranız başkalarının boş rol oynadığı hayatlarda… işte o yüzden yazmak , izlemek, dinlemek ve hatta yaşamak bile anlamsız. Yaşadığımız filmde biliyoruz neden var olduğumuzu yediğimiz dayak ta cabası… Yani aslında yaşamaktan değil bıkkınlığımız, yada yazmaktan…. Hep doğruyum diyenlerin yamuk çıkmasından yorgunluğumuz … hikaye hep aynı…. Ve biz hep figüran… ve yalanlarla süslü baş rol oynayan insan toplulukları. Hadi bir film daha izleyelim sonunu bilerek…. Beynimizi uyuşturalım yine arada bir kızıp arada bir gülelim… ve sonumu işte oda bizim insanlığımıza kalsın…. İyi seyirler….
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |