Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo |
|
||||||||||
|
Teke Tek; sanki tartışma programı değil, tartışamama programı. Bir yanda 49 yıllık bir meslek hayatı 1988 den beri kesintisiz sürdürülen bir programın yapımcısı diğer yanda o yıl yaşında bir gazeteci. Karşılıklı sempatiyle başlayan bu programın aslında nasıl biteceği belliydi lakin belki dedim kendimce. Usta sanatçıdan bahsederken konunun son yıllarda siyasi kişiliğiyle ortaya çıkması ve Aydınlık Gazetesi yazarı olması ve Ulusal Kanal’ın genel müdürlüğüne getirilmesi gibi noktaların altının çizilmesi açıkça saldırının boyutunun göstergesiydi bence? Ya sizce? Hadi canım diyenler olacaktır ama şunu sormak isterim size saygıdeğer insan Levent KIRCA daha önce Demokratik Sol Parti’den 2009 yerel seçimlerinde Üsküdar’dan belediye başkanı olmuştu. O zaman neden bu kadar göz önünde değildi de şimdi mi siyasetle uğraşır oldu? Sayın Kırca’nın “Olacak O kadar” Programı hiç siyasi değil miydi? Mevcut iktidarı ve mevcut muhalefeti ya da kimleri kimleri ekranlara taşıyıp onlarla ince bir mizah ve ince bir üslupla halkın nazarını taşıdığını bilmeyeniniz yoktur. Evet, tam bunlardan bahsederken Sayın Kırca ve son sahnesini yaşadığından ve bu son perdenin uzun süreceğinden dem vururken birde bakıyoruz program sunucusu Sayın ALTAYLI lafa karışıp şunları söylemekten geçemiyor acaba neden? “ Son perdeler sürprizlerle de bitebilir, bütün bir hayat boyunca ortaya konmuş başarılı bir performansı son perdede içine etmekte mümkündür. ” Şimdi ne demek bu? Sayın Kırca sanırım Atatürk Cumhuriyeti’nin tehdit altında olduğunu ve Mustafa Kemal Atatürk’te birleşeceğiz noktasında haykırdığını düşünürsek son perde de; nasıl bir mantıkla bu söz söylenebilir anlaşılamaz. Hedef belli aslında, saldırının doğrultusu da belli. Sanatçılar Girişimi gecesinde Sayın Kırca’nın yapmış olduğu konuşmaydı hedef. Aslında o konuşmanın sadece bir kısmı mı hedef bütününü düşünmeden. Sayın Kırca’nın konuşma sırasının, CHP Genel Başkanı Sayın KILIÇTAROĞLU’na verilmesi üzerine, sinirlenerek kurduğu bir cümle ile başlayan saldırı, konuşmasının diğer bölümlerinde kurduğu cümlelerin üzerini öyle bir örtmüş ki; sanki Sayın KIRCA sahneye çıktı o sözleri söyledi ve sahneden indi. Durun daha gerisi vardı o konuşmanın. Neyse o konuşmanın da sırası gelecek koskoca 60 dakika bu biz dönelim programın akışına. Sayın ALTAYLI; bir zamanlar Kanal D de Sayın KIRCA ile birlikte çalıştıklarını ve çok çektiklerini dile getiriyor. Neden Çektikleri açık. Sayın KIRCA’nın parodileri kanalın kapanmasına neden olacak. Ve belden aşağı vuruşlar diye ekliyor Sayın ALTAYLI lakin belden aşağı dediği jetskiler ve iski’ler halen yayınlanmakta olduğu gerçeğini görmezden gelerek ve Sayın KIRCA’nın neden yasaklı olduğunun cevabını da veriyor aslında ama o cevabı nedense kendi bile reddediyor. Birde Programın başında Sayın KIRCA’nın son zamanlarda siyasete atıldığını dile getirdiğini unutarak hep öyleydi diye ekliyor. Hep öyle olan ne Sayın ALTAYLI? Bunu Halk sormaz mı size? Sayın KIRCA belirtiyor, “Ben şimdi TAYYİP ERDOĞANI oynayamıyorum” diye her şeye bir cevabınız var bu cümle karşısında neden cevap veremiyorsunuz? Neden Sayın KIRCA; Rahmetli Özal’dan, Evren PAŞA’ya, Sayın Demirel’den, Rahmetli İNÖNÜ’ye kadar birçok siyasetçiyi oynadı da neden son dönemde Mevcut İktidar Partisinin saygıdeğer siyasetçilerini oynayamadı? Bu Halk bunu da sorar size Sayın ALTAYLI. Ve siz maalesef susarsınız. Ama birde konuşmaya başladınız mı Sayın ALTAYLI maşallahınız var hani konuğunuzu bile konuşturmazsınız ya vesselam. O da nereden çıktı demeyin. Sorular geliyor Sayın ALTAYLI’dan, Sayın KIRCA’nın DEV-GENÇ üyesi olmasından bir başlıyor, bu örgütün Marksist Leninist oluşuna ve Sayın KIRCA’nın bugün içinde bulunduğu hareketin MAO’cu oluşuna kadar ilerliyor. Hatta Sayın KIRCA cevap hakkını kullanırken “Birden bire MAO’cu mu olmaya karar verdiniz?” sorusuyla aslında Sayın KIRCA’ya son zamanlarda yapılan saldırıların özeti ortaya çıkıyor. Ve denge bu noktadan sonra sanırım kopuyor ve Sayın ALTAYLI artık konuğunu konuşturmaktan ziyade kendisi konuşmak için şartları zorluyor. Ve birden İşçi Partisi’ni MAO doğrultusundan uzaklaştırarak PKK, APO rotasına sokma mücadelesi içine giriyor. Sayın KIRCA’nın cevap haklarını es geçip sanki soru kendisine sorulmuşçasına anlatıyor da anlatıyor. Ve saldırının rotasını alenen belli ederek sayın DOĞU PERİNÇEK’e kadar uzatıyor mevzu bahisi. Mevzu Beka vadisi mevzu Öcalan’la görüşme ve İKİBİNE DOĞRU dergisinde çıkan yazılar fotoğraflar. Bu konu ile ilgili olarak sayın KIRCA’ya nefes aldırmayan sayın ALTAYLI’nın keyfine diyecek yok gibi görünse de karşısındaki ATATÜRK’çü DİK DURUŞ karşısında sinirlerinin bozulduğu da ortada . Şimdi sayın ALTAYLI sormaz mı bu halk size? Sayın Doğu Perinçek, 1960'ların en büyük gençlik örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Genel Başkanı değimliydi? Sonra Fikir Kulüpleri Federasyonu DEV-GENÇ adını almadımı? Ve işin garibi bu örgütün ilk genel başkanı da Sayın Perinçek değil miydi? Ve bu ilerici kadro 1960 lı yılların sonunda Milli Demokratik Devrim ve Sosyalist Devrim kutuplaşmasında Milli Demokratik Devrim sürecine önderlik etmediler mi? Sayın Altaylı; Sayın Kırca’nın 49,50 yıllık sanatçılık yaşantısını değerlendirirken “ Neredeyse Bizim yaşımız kadar demekteydi, 1970 yılından başlarsak yaklaşık 43 yıllık bir süreçte yani yine sizin yaşınıza denk gelecek ölçütte sayın PERİNÇEK Kemalist devrim rotasında mücadele vermiyor mu? Bu neyin kısır döngüsü? Sayın Altaylı programın ileriki bölümlerinde Ergenekon iddianamesini okurken gözlerinin bozulduğuna değinmişti, gerçi daha orayada geleceğiz nede olsa halkız ve sorguluyoruz ama sanırım Sayın ALTAYLI; sayın DOĞU PERİNÇEK’in Kaynak Yayınları tarafından basılan KEMALİST DEVRİM serisini okumayı es geçmiş. Sayın Altaylı fotoğraflara dikkat çekiyor, Evet sayın PERİNÇEK beka vadisine gitti orada Öcalan’la görüştü ve o görüşmeyi gerek İkibine Doğru dergisinde yayınladı ve Hatta yetinmedi birde “Abdullah Öcalan’la görüşmeler” adında kitap yayınladı. Hatta bu kitap zamanında DGM tarafında dava edildi hafızam beni yanıltmıyorsa açılan iki davada sayın PERİNÇEK beraat etti ve açılacak olan üçüncü dava ise ilk iki davanın sonucu değerlendirilerek açılamadan kapandı. Şimdi bu halk soruyor size sayın Altaylı, Sayın Perinçek beka vadisinde neler yaptığını neler konuştuğunu Türkiye Halkına açıklamıştır, peki ya siz Öcalan’la yemek masalarında ne konuştuğunuzu ne zaman açıklayacaksınız? Sayın Perinçek’in Fotoğrafı delil de sizin yemek sofrasında Sayın Perinçek’ten daha samimi pozunuz delil değil mi? Birde son olarak Türkiye’de Aydınlık hareketinin önderlik ettiği ve yaklaşık on iki on üç yıllık değerli isimlerin katılımıyla ortaya çıkan ve halada gelişmeye devam eden “ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ” adlı eserden de mi haberiniz yok mu? Tabi olmaya bilir, haklısınız neticede görgülü ve bilgili bir gazetecisiniz. Bizde kimiz sizi sorguluyoruz değil mi? Biz kimiz Halk, Oda kim? Öyle ya; Sayın KIRCA içinde bulunduğu siyasi partiye Halk kitlelerinin üye olduğunu söylerken, Ulusal Kanal’ın bazı programların da Reyting sıralamasına girdiğini anlatırken sayın Altaylı bunları görmediğini söylüyor. Şimdi dedik ya biz halkız sade bir vatandaş, sadece aklımızın erdiğince sorgular aklımızın erdiğince yorum yaparız ama bir şeyi iyi biliriz sözün üstüne söz söylenmez. Sağ olsun sayın KIRCA ağabeyimiz orada cevabı verdi bizde dinledik ve o cevaba hayranlığımız karşısında sustuk. Çünkü bizim içimizden geçeni bizim ağabeyimiz bizim gibi söyledi. Hatta sadece bir yerde değil, birkaç yerde sustuk. Devamında seçimlerde geldi masaya, seçimlerde %10 barajı ve Atlantik ötesinden gelen emirler ve neden Sayın Kırca’nın başka bir kanal’da değil de Ulusal Kanalda görev aldığı. Nasılsa sayın Altaylı sakince dinledi ve sayın kırca ağabeyimiz anlattı. Fazla söze gerek var mı? Bence yok ya sizce? Ve işte asıl tartışmanın nedeni. Sayın Kırca’nın Sanatçılar girişiminin düzenlediği gecede ki küfürlü konuşması. Tartışmanın asıl nedeni bu ama tartışmanın nedeni o gecenin ismini bile bilmemek biraz ilginç değil mi? Sebepsiz, nedensiz öylesine bir paragrafın içindeki bir cümleyi al saldır da saldır ama neden niçin ne zaman nerede diye sorgulamadan. Haddimiz değil tabi yılların gazetecilerine işlerini öğretmek, biz kısa şort ile top oynarken onlar yemek masalarında röportaj yapıyorlardı. Hadsizliğe lüzum yok. Biz Halkız aman neyimize lazım. Ama işte gücüne gidiyor insanın sayın Kırca özür diledim hatta defalarca özür diledim diyor ama nafile sayın Altaylı zafer kazanacak bir şövalye edasıyla saldırıyor. Ama nafile, o ne kadar şövalye ise karşısında Mustafa Kemal’in askeri var. Tüm saldırılar geri dönüyor ve görünen o ki sayın Altaylı’ nın saldırıları bitmek tükenmek bilmiyor. Ama işte sayın Levent Kırca’nın ustalığı devreye giriyor ve Silivri zindanlarındaki gazeteciler paşalar yad ediliyor. Bu noktada sayın Altaylı nedense çığırından çıkarak başlıyor bağırmaya. Sanırım programın otuz beşinci dakikasından sonra sayın Altaylı maalesef kendini gösteriyor ve seksen darbesine dönüyor ve seksenlerde sayın Kırca’ya “neler yaptın” diye soruyor. Ve işte cevabını da alıp dinlemeye başlıyor. Ama maalesef daha saldır bitmedi, geri dönen küfür saldırısından sonra, Aydınlık hareketinden sonra şimdi de sayın Kırca’nın sanatçı kimliğine yönelik saldırı başlıyor. İşte bu noktada da gereken cevabı alan sayın Altaylı nedendir bilinmez saldırı üslubunu daha da sertleştirerek adeta haykırarak başlıyor bağırmaya. Sonra ki on dakika zaten tam bir olacak o kadar programıydı. Özellikle sayın Kırca’nın “seninle aramızda çok ciddi bir fark var ben Atatürk’çü ve Cumhuriyet’çiyim” dedikten sonra işte Mustafa Kemal’in askerinin son yumruğu da havaya kalkıyor ve nedense bu aşamadan sonra sayın Altaylı gerçekten yıkılıyor. Yalakalıklar ve salaklıklar. Haşa huzurdan biz kimseye ne yalaka deriz nede salak hem biz kimiz ki? Herkes kendi safını kendi karakterini en iyi şekilde tahlil eder ve şayet programda da o tahliller ortaya çıktı vesselam. Dedik ya hani en başta. Gelin hep beraber değerlendirelim diye. Belki eksik belki biraz fazla beklide ucunu kaçırarak yahut haddimizi aşarak ama en güzeli biz yine Levent ağabeyimizin bize yıllardır öğrettiği ve dilimize dolayıp yüzümüzde bir tebessüm oluşturduğu o dizeleri hatırlayalım “Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun İşimiz muhabbet efkarı yok bunun Arada bir dilimiz sürçer ise af ola Susmasını biliriz de kemiği yok bunun Olacak, olacak, olacak o kadar, Niyetimiz kimseyi kırmak değildir Şuradakini buraya koymak değildir Arada bir zülfü yare dokunduk Tam yerine rast geldi manzara koyduk Olacak, olacak, olacak o kadar Olacak, olacak, olacak o kadar “ Ve var ol Levent Ağabeyimiz, yine çaldın kapımızı ve biz yine o seni, senin olan ekrandan konuk ettik hanemize ve yine güldük, yine gülerken düşündük, düşünürken anladık. Yine anlattın bize ve yine öğrettin bir tebessümle Mustafa Kemal’in askeri olmayı. Var ol Levent ağabeyimiz. Ve tabi var olacak Altaylı ağabeyleriniz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |