Bir ülke bağımsız olmadan, bağımsızlık da erdem olmadan ayakta duramaz. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Bu insan üstü özgüven yalnızlaştırır seni. Kendi dünyanı kurar, surlarını örersin. Umrunda olmaz senin dışında yaşayan dünya. Kendini kitapların dostluğuna verir, satır aralarında yakalarsın mutluluğu. Araştırdığın, okuduğun her kitap omuzlarına yeni bir yük bindirir. Bu yük paylaşmaktır aslında, paylaşacak anlatacak ve tartışacak kimse yoksa yanında ne okuduklarının anlamı vardır ne de o satır aralarındaki mutlulukların. Sen paylaşacak insan ararsın, İnsanlar senin paylaşımlarından korkarlar. O korku yine sana döner sen bozguncu olursun, sen asi, sen yıkıcı. Oysa kimse anlamak istemez seni, sakin ve kendinden emin cümlelerinin sonunda karşındakilerin rahatsız edici ve korkak cevaplarına tahammül edemezsin ya da kelimelerin altına gizli, bakışlarda saklı kalan kini öfkeyi görürsün onlarda. O kin seni senden alır ve hiddetlendirir. Aslında susmak istersin çoğu zaman, öylece gülüp geçmek ama yapamazsın şayet yaparsan sende onlar gibi insanlaşırsın. İnsanlaşmak? İnsan olma yolunda ilerlerken gömlek atlayıp insanlaşmak bedeni elbise ile değil kürkle örter ve o kürk ya paşalarda var olur ya da ağalarda. İnsan değilsen Hayvan mısın? diye sorar kimi zatı muhteremler. Keşke Hayvan olmayı becerebilseydim. O zaman İnsan olmak için mücadele etmezdim. Bu ince çizgi kimilerine alaycı bir felsefi döngü gibi gelse de aslında kaybolan benliklerinin, taşlaşan yüreklerinin ve rant peşinde koşan egolarının arınması için çözmeleri gereken basit bir bulmacadır. Neyse… İnsanlardan soyutlarsın bedenini, bu yalnızlık umutsuzluğa iter seni. Sessizliğe gömülürsün, tehlikeli bir bombasındır aslında pimi çekilince patlamaya hazır olan. Yazmak, Paylaşmak zor gelir kelimelere düşman olursun. Kurduğun her cümle, yüreğinde var olan insan sevgisinin üzerine örtülen kara bir örtüdür sanki. Nefes alamazsın, içinde büyüyen öfke, ateş olur yakar benliğini. Susarsın. Susmak istersin. Ama her sessizliğin çığlık olarak döner sana. Ağlamak istersin onu bile beceremez eline yüzüne bulaştırırsın. Tanrının yasaklı şerbetini özlersin ama o özlem duygusunun altında ezilir bir kadehin içine hapsolursun beynindeki düşüncelerin sana vurduğu prangalarla. Yani sen bu sistem içinde var olmaktan utanırsın, düzenini çarkına çomak sokmadığın için. Kimileride utanır düzende çark olamadıkları için, Kimileride yer tutar el etek öper düzen içinde yer bulup rant sağlamak için. Uzaktan bakarsın için kaldırmaz, yakına gidersin yüreğin dayanmaz, susmak desen zaten olmaz haykırırsın senin duyulmaz, tam duyurursun sesini senden olanlar yolunu keser haddini bildirmeye kalkarlar. Acep kendi hadlerini bilirler mi? Sen insanların gözünde on binler içinde birisindir, doğru söylemen kimin umurunda önce cebinin şişliğine bakarlar, sonra kartvizitinin önündeki ibareye ardından makamına mevkiine. Hani insana insan olarak değer verenler var ya, orada kırılır işte bakış açıları ve sen o noktada anlarsın insanla hayvan ve hayvanla İnsanlaşmak arasında ki farkı. Sen yerini belirlersin onlar yerlerini. Lafı ne kadar uzatırsan kelimelerle olan dostluğun o kadar artar ama beyaz sayfalar sana düşman kesilir. Tıpkı insanlar gibi. İnsanlar da öyle değil midir? Onların konuştuklarına ve onların kendi doğrularına ne kadar az müdahale edersen o kadar çok iyisindir. Çünkü insanlar eleştirilmekten hoşlanmaz. Sen diyeceksiniz… Ben insan mıyım? Soruların gölgesinde kaldığın zamanlar, omuzlarındaki yükün altında ezilirken ve bir dostun muhabbetine hasret kaldığın zamanlarda gerçekten hissedersin yalnızlığın acısını. Ve işte o zaman hüzünle dolar yüreğin. Bilirsin üç beş kişi kalmıştır Türkü diyenler ve senin boğuştuğun sıkıntıların aynısını orada burada ya da Şam’da Bağdat’ta o dostlar boğuşuyor aynı acıları aynı umutsuzlukları ve aynı yalnızlıkları onlarda yaşıyorlardır. İşte o an derinlerden gelen bir tebessümle kaplanır yüzün, içten içe bir çocuk masumluğunda kahkahalar savurursun hayatın en çirkef yanına. Mal, mülk, makam, mevki, para, pul, isim hak getire. Oyun bitince Şah’ta Piyonda aynı kutuda yerini alıyor nasıl olsa. Fakat senin gibi onlarında bilmem hangi şehirde seninle aynı acıları yaşayan Dostları var mı? Önceleri zenginlik bir insanın evindeki yorgan yatak sayısı ile ölçülürmüş. Çünkü o evde ağırlanacak misafirin fazlalığı o evde kaynayan tencerenin çokluğu o evin zenginliğiymiş. Diyorum ya geri kafalıyım diye. Yatak yorgan zenginiyiz çok şükür kapımız çalınıyor hem de bol bol. Gelenler mi? Onlarda biz gibi kartvizitinde İNSAN yazanlar. Malı mülkü yüreğinden atmış Kabe’sini insana çevirenler. Şimdi biz insanız biz hiç gelmedik demeyin oda sizin insanlığınız. Ve işte o Adam gibi adamların ağırlandığı dört duvar. O sistemin ağır kirinin giremediği o çıkar dolu ilişkilerin uğramadığı sevda ile ısınan sevda ile aydınlanan dört duvar bir çatı. Bir çiftte yürek. O yürek yanındaysa o yürek gerisi yalan arkadaş. Çevrende var olan o kadar olumsuzluk, satılmışlık, rant mücadelesi sistem içindeki yalnızlığın hepsinin son bulduğu gizli ve kutsal bir mabet. Sevgi ile kutsanmış, sistemin kirinden arınmış, dost muhabbetler ile şenlenmiş umut ve inanç nağme nağme işlenmiş sevgi dolu huzur kokan bir yuva. Ve o yuvayı var eden seni yeniden var eden ve her suskunluğunda her hayata küstüğünde seni hayatla yeniden buluşturan yüreğinin sahibi. Turnalar Yare selam söylerken bu topraklarda, Dost Dost diye diye kara toprağa sarılanlarda vardı, Dost yaralanınca gönlü hoş olmayanlar la büyüdük biz ve Yardan ayrılıp gülmemeyi öğrendik. Ve sevginin emek istediğini, Sevginin özgürlük istediğini ve yürekte ateş istediğini bildik ve her şey bir yana biz bir olmayı bir taze tebessüm ve içten bakan bir çift göz ile şenlendirdik. Ve telefon çaldı. Uzaktan hasret kokan bir ses ”Yoldaş “ dedi umutla işte o an yaşanılan tüm acılar, umutsuzluklar ve kayboluşlar yerini umuda ve aydınlığa bıraktı. Geriye kalan mı? O kokuşmuş bozuk düzen mi? Kartvizitinin önünde uzun uzadıya ibareler olan insanlara kaldı…. Ve biz hayata çevirdik yüzümüzü yüreğimizin en çocuk yanıyla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |