Zaman dostluğu güçlendirir, aşkı zayıflatır. -La Bruyere |
|
||||||||||
|
" Uçun kuşlar uçun doğduğum yere Şimdi dağlarında mor sümbül vardır Ormanlar koynunda bir serin dere Çiçekler içinde sarı gül vardır.. Uçun kuşlar uçun burada vefa yok Öyle akar sular öyle hava yok Feryadıma karşı aksi seda yok Bu yangın yerinde siyah kül vardır…." Boğazı düğümlenmişti, gözünden akan yarım yamalak yaşı silerek derin bir nefes aldı. Özlemişti onu var eden toprak kokusunu, onu var eden havayı v yeşili ve maviyi. Öylece daldı günün yorgunluğunu hiçe sayarak. Bu yorgunluk aslında özlemin yorgunluğuydu. Yavaşça doğruldu oflayarak. Kafasını öylece salladı kendine gelmek adına. Ve biraz daha derinden yaşamak istercesine sehpanın üzerinde duran şişeye uzandı, hemen yanında duran kadehi kavrayarak kadehi hasretin ona sunduğu şerbetle doldurdu. Ve yavaşça buluştu en masum günahla dudakları, ağzının içini dolduran Tanrı'nın yasaklı şerbeti onu o dört duvardan kurtardı ve savurdu yüreğini özüne, toprağına ve insanı insan yapan değerlere. Önce serin bir rüzgarın çam pürlerini okşamasıyla çıkan sesi işitti. odayı derin bir çam kokusu sardı. Ve bir kaynak suyunun şırıltısı takıldı kulaklarına, hissetti teni o buz gibi kar suyunu. Ve lıkır lıkır içmek istedi. Derin bir nefes aldı sanki son kez o kokuyu duyuyormuşçasına. Yüzündeki masun gülümseme değil günün derin yorgunluğunu yaşanmış ne kadar umutsuzluk varsa hepsinin üstünü örtmeye yetiyordu. Tanrının yasak kıldığı şerbetin özüne ilişmiş toprak kokusunu hissetti tüm hücreleri. O emeği alın terini ve o şerbete katılan insanı insan yapan çıkarsız ve katıksız insana dair ne kadar duygu varsa doldu yüreğine. Öylece koşmaya başladı kocaman bir düzlükte. Yaşadını hissetti ve yaşanmışlıkları düştü yüreğine. Bir o yana kokuşuyordu bir bu yana. Ve durdu bir ağacın serin gölgesinde, bedenini poyrazın sertliği sardı. Ve gözleri karşıda ona göz kırpan saf el değmemiş maviliğe takıldı. Yeşil bir örtünün hemen ardından mas mavi samimiyeti hissetti yüreği. Ve öylece izledi yüreğindeki tüm hüznü mavi serinlikte boğarak. Sonra öylece baktı irili ufaklı evlere.kimi yenilenmiş kimi o yılların yorgunluğuna direnmiş kimi de tutunamamış geçen zamana ve ahşap duvarları erimiş gitmiş. Çocukluğu geldi gözlerinin önüne sokaklarda koşturduğu günlere göndü. Elektrik tellerindeki kırlangıçlarla yarıştığı o masum günleri özledi derinden. Ve sarıldı sigarasına. Ve bir kadeh daha doldurdu kadehine. Çocuklaşmıştı aldığı her yudumda ve yavaş yavaş kirlenerek büyümeye başlamıştı geçen zamanda. Acaba o topraklardan ayrıldığı gün mü yapışmıştı bu sistemin kiri bedenine. Aldırmadı üzerine bulaşmış kire, yüreğindeki acılara ve yüzündeki yorgunluğa. Koştu tepeden delice aşağılara doğru. Koştukça kendini buluyor koştukça özüne dönüyordu. Öylece baştan aşağı, tepeden tırnağa koştu o evlerin arasından. Atlanmayacak tüm çitlerden atladı, girilmeyecek tüm bahçelere ayakbastı. O kulaklarında çınlayan teyzelerinin, dayılarının yada ağabeylerinin sözlerine aldırmadan. Yüzü güldükçe gülüyordu o ilenmelere. "Karayerlere giresice…. Adı batasıcalar…. Eşek sıparı…" çocukluğu boyunca duyduğu bir çocuğa söylenen en ayıp sözcüklerdi bunlar. Ama bir yandan da köyün yaşlılarıyla yolda karşılaşıp ceplerinden çıkaracakları o bayramdan kalma şekerlerinde hayalini kuruyordu derince. Hiç tükenmez miydi o adamların ceplerindeki şeker diye düşünürdü hep. Birde bir evin önünden geçerken üzerine dökülecek suyun hesabını yapardı. Çocuklarla çoçuk olurlar çocuğa bile insanca değer verirlerdi. Sonra patlak bir topun arkasından koşmaları düştü aklına ve devre arası tepesine çıkılan bir dut ağacının gömleğine bulaşmış kırmızı lekesiyle kendine geldi. Ve o dudun tadıyla açtı gözlerini ve uzandı yasaklı şerbete bu rüyayı bitirmemek adına. Dudakları o emeğin tadıyla buluşunca, sarı harman tozunun tenine değmesini hisseti delice. Ve güneşin altında toprakla olan buluşması geldi aklına. Kulağına sinir edici bir vızıltıyla giren yakarcanın sesini işitti. ve bir armut ağacının gölgesinde güneşten kavrulan bedenini toprak testiden içtiği suyla nasıl serinlettiğini hatırladı özlemle. Öğle vakti yine o armut ağacının küçülen gölgesinde soğanı katık yaparak yanında taze fasulye ve bembeyaz yoğurdu nasıl delice kaşıkladığı geldi aklına. Ve o sanki yemek vaktini bekleyen hain rüzgarın o bembeyaz yoğurdun içine ne kadar börtü böcek varsa alıp doldurmasını düşledi. Ve kaşığın arkasıyla temizlenen o yoğurdu hiç bir şeye aldırmadan kaşıklaması geldi aklına. Yüzündeki tebessüm hiç bu kadar canlı, hiç bu kadar içten olmamıştı uzun bir süredir. Asıl yüreğindeki eksiklik özüne dairdi beklide, özlemine dair. Kapadı gözlerini, ve usul usul açtı. Ve karanlık geceler geldi aklına arkadaşlarla açık havada içilen birkaç biranın keyfi ve öylece çimlerin üzerine uzanıp gökyüzüne derin derin bakması. Yıldızlar sanki dokunacak kadar yakın gelirdi ona. Samanyolu öylece onu beklerdi onu gerçek sevdasına kavuşturmak için. öylece sessiz sessiz gökyüzüne dalışı geldi aklına ve yıldızlarla sohbetlerini düşledi masumlukla. Gizli gizli arkadaşlarla içilen sigaranın o tadı geldi aklına ve bir sigara daha yaktı o günlere olan özlemle. Ve bağlama sesinin o dost seslerle bir olup yürek yüreğe söylenen türkülerde buldu kendini. Türkülerle hayata bakmayı öğretmişti o topraklar ona. Türkülerdeki yaşamayı türkülerdeki gibi sevmeyi. İnsana insanca bakmayı öğretmişti o yeşil o mavi o yürekler. Özünde insan olmayı öğretmişti. Sözünün Özünle bir olması gerektiğini. Yüzündeki masum tebessüm, yavaş yavaş buruklaşmıştı. Tüm bu öğrendikleri o topraklar dışında, o insanların haricinde yaşanmıyordu. Evet o topraklardan koptuğu gün bulaşmıştı bu sistemin kiri üzerine. Engelleyememişti, ne kadar istemese bir yanından üzerine sıçrayacaktı ama asıl olan ne kadar sıçrasa da sıçrasın o türkülerde yaşamayı bilecekti. Türkülerdeki gibi sevecek, türkülerdeki gibi bağlanacaktı hayata. İnsana insanca bakacaktı ve o toprakların ona sunduğu değeri hiçe saymayacaktı. Sayamazdı da zaten, o topraklara her veda edişinde kendini bulduğu, yüreğinin tüm yükünü paylaştığı ve sadece ona sarılıp ağladı yüce bir değer vardı. Horasan diyarından yola düşmüş, en güzel öğretiyi yüreğinde taşımış ve insanı insan yapan ne kadar değer varsa yüz yıllardır o topraklara ekmiş ve hem suyundan hem toprağından insanlara o güzellikleri aşılamasını bilmiş yüce bir değer. İnsanın hakta, Hakkın ise insanda olduğunu ve eline, beline diline öğretisini beyinlere kazıyan kısacası insanı insan yapan bir yücenin toprağından kopmuştu. Vedaları düştü aklına, o soğuk mermere sarılarak tüm yüreğini ona açısı ve saatlerce sohbet edişini düşledi. Arındı bir defa uzaklardan. Sessizce yüz sürdü dergaha ve sessizce tüm pisliğini aldı o dergah. Ve insan olmanın ne demek olduğunu hisseti bir defa daha. Büyümüştü, kirlenmişti… hayata bakışı değişmiş ama o dergaha bakışı hiç değişmemişti. Kopmamıştı o kerit topraklardan, kopmamıştı türkülerden ve kopmamıştı insanlıktan ve dahil olmamıştı sistemin kirine. Tenine kirli bir ten değmemiş, eli harama gitmemiş, diline yalan dolanmamıştı. Bir yudum daha içti yasaklı şerbetten. Düşündü öylece kim bilir şimdi kaç yürek, kaç beden, kaç beyin ve kaç insan düşlüyordu bu düşlediklerini özlemle. Kimbilir farkında bile olmadan kaç yürek çam kokusunu duymuş, serin bir kaynak suyundan kana kana içmiş, dut ağacına tırmanmış ve patlak bir topun peşinden delice koşmuştu. Ve şimdi kimbilir kaç kişi saman yolunu özlüyor farkında bile olmadan mırıldandıkları bir türküyle dostlara eşlik ediyor ve yıldızlarla dertleşiyordu. Köyüm dedi. toprağın kokusunu, yeşilin saflığını ve insanın sıcaklığını duyarak. Köyümmmmm. Ve kadehteki son yudumu da içerek öylece bağlandı yürekten kim bilir kaç yüreğe habersizce. Özlemlerin paydasında buluşmuştu. Özde buluşmuştu. Cebinden şeker çıkan yaşlılar yoktu artık, yada yıldızların altında paylaşılan türküler içilen şaraplar, öyle patlak bir topun ardından da koşmuyorlardı delice yada kimse artık "adı batasıcalar… kara yerlere gresiceler de " demiyordu onlara. Artık geçmişte kalmıştı, ve sadece içilen birkaç kadeh şarabın tadında buluşuyordu uzaktaki yürekler. Özlemler aynı olsa da neden buluşamıyordu yürekler? Yüzündeki tebessüm hüzne dönmüştü. Ve sessizce bıraktı kadehi sehbaya.. kısada olsa yaşadığı mutluluğun tılsımı bozmadan kapadı gözlerini. Ve sarıldı yüreğiyle o soğuk mermere onu insanlaştıran yüce değere. Niyazi Babaya.. Sarıldı köyüne….. www.hamzaekiz.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |