Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Öylece kafasını kaldırdı, derin derin baktı ona göz kırpan denizin berraklığına. Masaya yanaşan garsonla gözleriyle anlaştı boşalan kadehini doldurması için. derin bir nefes çekerek sigara paketine uzandı. Yıllardır esaretinden kurtulamadığı zehir kokan dostundan bir nefes daha çekti ömründen kısa bir zamanı o dumana yükleyerek öylece çıkarsız. Kafasını salladı beynini kurcalayan nedenleri savurmak için esen rüzgâra. Dudaklarını n titrekliğinde bir küfür daha savurdu geçen zamana “Ben böyle düzenin ta sülalesinin bilmem hangi uç noktasına tankla hücum edeyim, düzülen zaten kendini bırakmış zevk almaya bakıyor” keskin bir tebessüm ilişti yüzüne ve kalemini tertemiz kağıdın üzerine bırakarak, birasından bir yudum aldı. Düzenden çok düzülene mi kızmak lazım diye sordu kendine yoksa kendisi gibi düzülmekten usanmayanlara mı kızmak gerekiyordu? “hay ben düzeni de düzülenin karesinin bilmem hangi teğet noktasında bilmem kaç defa martılara didikleteyim” dedi. tek bir isteği beynindeki nedenlerden kurtulmak ve cevaplarını bulmaktı. Yaşadığı hayat artık ağır geliyordu ona. Nefes almak, yürümek ve var olmak artık garip bir çelişkiydi yaşadıklarının gölgesinde. Martıları izlemeye başladı, batan güneşin kızıllığında denizin dalgalarıyla danslarını. Gökyüzüne kanatlarıyla çizdikleri denizle olan sevdalarını düşledi martıların. Ve yıllar önce o martılara emanet ettiği sevdası geldi aklına. Sevdalarını düşündü öylece, sevdalandığı yürekleri ve o yüreklerdeki yerini. Kaybolmuştu beklide girdiği yüreklerden bir kalemde. Bilgisayarın “ delete” tuşuna basılması kadar basit yada “reset” düğmesi ile silinebilecek kadar basit. Ama işte tek fark buradaydı, Kocaman ama koskocaman bir yüreğe sahipti ve kimseyi atamıyordu o yürekten. Dolu dolu yaşıyordu dostluğu, arkadaşlığı ve sevdayı insanca insan kalarak. Yıllarca bu masumluğa hayretle bakmışlar ve elde etmek için şekilden şekle girerek yüreğine dokunmuşlar ve içine girince de sadece sırt çevirip onu ortada bırakarak arkalarına bakmadan çekip gitmişlerdi. Her defasında koşan bir. çocuk nasıl düşünce kalkıp öylece kanayan dizine aldırmadan paçasına bulaşan tozu silkeleyerek koşmaya devam ederse acıya aldırmadan öylece koşmaya devam etmişti.her düşmesin de saçına yada sakalına yapışan aklara aldırmadan devam etmişti bu uzun soluklu koşu. Şimdi ise o yılların omuzlarına koyduğu derin yükün ve yüreğindeki sızının gölgesinde gözlerine yapışan buğunun varlığıyla yaşıyordu hayatı. Bir nefes sigara ile bir yudum bira yoldaşı olmuştu. Yazdığı kitaplar rafları süslerken o kendi yalnızlığı içinde kayboluyordu. Kimbilir belki binlerce kişi yazdıklarında kendinden bir şeyler buluyordu ama onu anlayacak insanı onu sevecek bir yüreği daha bulamamıştı. Şehir karanlığa gömülürken sokak lambalarının karartısında kalan üç beş yıldız ilişti gözüne. Tatlı bir hayali hatırlattı o yıldızlar eski bir sevdanın acısı sardı yüreğini. Saman yolunun şahitliğinde içilecek iki kadeh şarapla sevda sözcükleriyle aydınlatacaklardı geceyi. Derin bir sızı sardı yüreğini öylece dondu bedeni damarlarında akan kan çekildi sessizce ve yanaklarından süzüldü iki damla gözyaşı benliğine ihanetle. Titreyen duraklarını dişleriyle kavrayarak denizdeki yakamozla dost oldu çıkarsızca ve öylece kala kaldı yanan sigarasından çektiği zehre aldırmadan. Ve masaya yanaşan garsonla bir kez daha anlaştı gözleriyle bir kadeh bira daha. Beynindeki yılların gelgitleriyle mücadele ederken ne yazacağını unutmuş,bembeyaz bir sayfaya ve çelik uçlu mızraba düşman olmuştu. Yenilenen kadehinden bir yudum daha çekerken uzaklarda gözlerine takılan rengârenk bir ışıltıyla kendine geldi. O rengarenk ışıltı içinde bir anda olsa kendi yüreğini bulmuştu. Dudaklarını ısırarak “bok vardı büyüyecek değimli anasına yedi kuruşa sattığımın memleketinde bir büyük parasına bile gebe” kaldık diyerek savruldu beynindeki karanlık ve buluştu o rengarenk ışıkların içine saklı akıl almaz masumlukla. Yıllar öncesini düşledi, küçük bir ilçede salıncak yada tahterevalli kültüründe öte rengarenk ışıklarla aydınlatılan kocaman bir parkın bir gün karşısına çıktığı günü hatırladı birden. Öyle telaşla o kalabalığın içine dalıp çarpışan arabalara,atlı karıncalara yada gondol denilen o kayığa benze alete baktı öylece iç geçirerek. Hafta başında aldığı haftalığı hiç elini sürmeyerek Cuma akşamını beklemesini düşledi öylece heyecanla. Ve ayaklarının kıçına değe değe o ışık haznesine koşması geldi aklına yüzüne yansıyan en masum tebessümle. Önce çarpışan arabalara koştu merakla bir jeton alıp beklemeye başladı sırasını. Seans bitince arabalara koşan insanların hengamesinden heyecanının yüreğine yapışmasını hissetti.ve sonra delice yapıştığı bir arabaya kendini atışı ve o ömrünün değişilmeye ek on dakikasını alan heyecanını yaşadı yorgun yüreği. Sağdan soldan yok olmadı öte yandan ona çarpan arabalr ve insanların yüzüne yansıyan alışıla gelmişin dışındaki masumiyet. Ürkütmüştü onu sanki yaşamdan öçlerini alıyormuşçasına saldırıyorlardı arabalara.bitsin istemişti bu kısır çatışma ve duran arabadan kendini atmıştı anlayamadığı korkuyla. Sonra ona en masum gelen öylece kendi etrafında anlamsızca dönen atlar filler develer ilişti gözüne. Yel değirmenleriyle savaşmaya hazır bir Donkişot misali atladı bir atın üzerine ve dönmeye başladı aynı eksen etrafında atlar. Oysa işte o gün binmişti aslında hayatın en kısır döngüsünün üzerine ve işte o anlarda tanışmıştı kısır döngü ile. Aynı eksen etrafında dakikalarca anlamsızca dönen bir at ve onun üzerindeki bedeni aslında ona yıllar sonra atılacağı bir iş yaşantısında ne denli, mücadele etse de o dairenin içinden çıkamayacağını anlatıyordu ona ruhu sıkılmıştı. Ve delice atlı kendini atın üzerinden o bu çembere dahil değildi. Acıyan dizine aldırmadan koştu öylece gökyüzüne kucak açan dönme dolabın önüne. Ama oda neydi. Aynı kör kabus devam ediyordu bir yukarı bir aşağı bir altta kalıyorsun bir üstte. Lunapark diyorlardı bu anlamsız yere ve bu müzik seslerinin kulakları çınlattığı zamanlar aslında o saf ve temiz beyinleri yıllara hazırlama çabasıydı. Bir oyundu ve anlamsızca var olmuştu bu oyunun içinde. Ama o çarpışan arabalardaki heyecanı, atlıkarıncadaki Donkişotluğu ve dönme dolaptaki yıldızlarla muhabbeti ona hayatın anlamını ufakta olsa anlatmış, satılmışlıkların ve savruluşların sebebini anlamasını sağlamıştı. Oysa o zamanlar yüzünde anlamsız masum ve olabildiğince saf bir tebessüm vardı. Oradan oraya delice ve heyecanla koşan bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile var olduğu ortamı keşfetmeye çalışan bir yürekten başka bir şey değildi. Şaşkınlıkla ve merakla ilk kez dokunduğu o soğuk ve büyük oyuncaklarının ihtişamına kapılmıştı delice.sıska bedenine aldırmadan nefes nefese koşuşturmalarının yerini alan martıların merakı geçmişi bu güne taşımıştı dünün gizemini. Derin bir nefes daha çekti sigarasından ve yılların ona yüklediği yüklerin altında ezilerek “keşke çocuk kalabilseydim” dedi kendinden bile utanarak. Öyle kuvvetli kalabilseydi keşke dedi hayal gücüm ve öyle bir oyuncağın tepesinde kendi eksenim etrafında dönmeye aldırmadan dünyayı bir kalemde değiştireceğime inansaydım keşke dedi yada o dönme dolapta gök yüzüne çıkıp avucuma aldığım yıldızlarla aydınlatabilseydim karanlık yarınları. Ama artık o kadar masum nede o denli çıkarsızdı.bir yudum daha çekti birasından ve tükenmiş ciğerleri bir nefeste daha dumana boğuldu. Çelik uçlu mızrabı kavrayarak son kitabına son noktayı koymak adına saldırdı bembeyaz kağıdın üzerine kendinden utanarak.” Keşke keşke o bizi kıskanan gözlerin gölgesinde hala bir atlı arkınca üzerinde dünyayı kurtaracak bir Donkişot olabilseydim” dedi dişlerini sıkarak ve öylece gülümsedi hayata. Onu Donkişot yapmayanlara onu bir kez bile anlamayanlara ve ondan delice korkanlara. En anlamlı ve beklide en çıkarsız cevabı verdi hayata o yüzüne yapışmış tebessümle. Yine anlamdı kaybolan umutlarla süslü hayatlar dönme dolapta eleriyle yıldızlar toplayan masum bedeni ve o ışıltı içinde bile kayboldu umuda dair seslenişi ve sıska bir küfür savurdu hayatın tam orta yerine “ ben umudumun için eden bu çıkar dolu yüreklerin ta en iç noktasına içimden çıkan en sıcak hediyeyi veriyorum” dedi haykırarak. Anlamsızdı o ışık haznesi yada anlamsızlaştırılmıştı vaktinden önce olgunlaşan bir yüreğine. Sustu öylece yaşadıklarından habersiz bir köşede ve yel değirmeleri olan öfkesi kabardı son kadehinde. Öylece sarıldı sevdalarına masumca ve öylece dokundu yüreğine çocukça ve öylece çaptılar ona acımadan bir çarpışan arabaya binmenin ser hoşluğunda. Oysa o ne oyuncaktı nede oyuncak olmalıydı. Ve öylece gülümsedi yaşayan o kirli yüreklerin sözde masumluğuna ve yüreğinin kiri aktı gözlerinden savurdu küfürlerin günahını sile ek en masum tebessümü esen rüzgârla. En çocukça bir tebessümle ve inadına çocuk kalarak…. www.hamzaekiz.com http://www.facebook.com/pages/Hamza-Ekiz/138596183387
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © HAMZA EKİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |