..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilim şaşkınlıkla başlar. -Aristoteles
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




28 Ağustos 2016
Göçe Göçe - 10  
Ömer Faruk Hüsmüllü
Toprağa kök salmamış bir ağacı sökmek çok kolaydır, köklenmiş ağacı sökmek ise oldukça zordur. Milletler de böyledir. Eğer bir millet vatan bellediği topraklara kök saldıysa, onu oradan kolay kolay hiçbir güç söküp atamaz. Çünkü o milletin toprağını kazarsanız ya atalarının kemiklerini ya da tarihi eserlerinin kalıntılarını bulursunuz. İşte bir milletin kök salması budur. Biz acaba bu topraklarda, Balkanlar'da kök salamadık mı da bu felaketler başımıza geldi? Galiba öyle!


:AEDI:


7 Mayıs 1878 ( 5 Cemaziyelevvel 1295) Göçün Otuz Beşinci Günü;
Artık iyileştim, eski gücüme kavuştuğumu sanıyorum. Bulduğum her şeyi yiyorum. Hastalığım sırasında çorba istemişim, daha doğrusu “Çorba, çorba...” diye sayıklamışım. Üzerinde dumanı tüten bir tas çorba olsaydı, acaba içebilir miydim? Şimdi canım çorba içmeyi öyle istiyor ki... Günlerdir sıcak bir yemek geçmedi boğazımızdan. Normal zamanlarda kıymetini bilmediğimiz çorba, şu anda öylesine değerli bir nimet oldu ki! Demek ki kişi, elinde olanların kıymetini bilmesi için onları kaybetmeyi beklememeliymiş.
Öğlene doğru kafile durduruldu. Bizden birkaç kilometre ötede, yol kenarında Bulgar komitacılar görülmüş. Dört kişiymişler. Yanlarından geçmeye kalkarsak bize saldırabilirlerdi. Üstelik yakınlarında haber edebilecekleri diğer komitacılar da olabilirdi. Bu yol kenarındaki komitacıların, orada içki içtikleri tahmin ediliyordu. Çünkü yaktıkları ateşte pişirdikleri etin kokusunu bizim öncüler duymuş, ellerindeki bardakları görmüşlerdi.
Bize, tehlike bertaraf edilinceye kadar ses çıkarmadan beklememiz söylendi. Öncü ve korucular, kendileriyle birlikte silah kullanabilecek beş kişinin daha gelmesini istediler. Bu beş kişi, komitacılarla girilen çatışma sırasında kaçanların önünü kesmek için pusuda yatıp bekleyecekti. İşi şansa bırakmadan planlı bir saldırı ile iş halledilmek isteniyordu.
Bekliyoruz. Ne kadar sürdü beklememiz? Bir saat belki de iki saat! Bana çok uzun bir süre gibi geldi. Silah sesleri duyunca, çatışmanın başladığını düşündüm, ama olmayabilirdi de. Çünkü yolculuğumuz sırasında her gün defalarca silah sesi duyuyorduk. Silah sesleri arttı. Onbeş dakika sonra da kesildi. Bundan yarım saat sonra da bizim adamlar yedeklerinde dört tane at ile göründüler. Hepimiz derin bir nefes aldık. Hatta birkaç kişi gidip boyunlarına sarıldı.
Komitacıları haklamak kolay olmuş. Tahminleri doğru çıkmış, komitacıların hepsi sarhoşmuş. Buna rağmen bizimkilerin ateşine karşılık vermeye çalışmışlar, ama hayatlarını kurtaramamışlar. Çatışma bitip, bütün komitacılar öldürüldükten sonra, bunların silahları ve üzerlerindeki işe yarayacak eşyalarıyla paralarını almışlar. Sonra da cesetleri az ilerideki çalılarla kaplı bir çatağın içine atmışlar. Öyle ki cesetleri bir başkasının bulması çok zormuş. Ele geçirilen dört silah kafiledeki silahı olmayan kişilere dağıtılacaktı. Az da olsa komitacılardan yiyecek bir şeyler de elde edilmişti. Komitacılardan ele geçirilen atlar da arabaların arkasına bağlandı.
Benim ölümden döndüğüm bu hastalık sırasında geçen günlerde, toplam altı kişi ölmüş. Sayının artmasında şüphesiz havanın rolü var.
Bugünkü hava bir alemdi. Bir açıyor, bir kapatıyor. Sonra tekrar açıyor ve kapatıyor... Kapalı olduğu sıralarda birkaç damla da yağmur atıyor: sağanak geliyor sanıyorsun ama güneş görünüyor birden bire... Anlaşıldı. Hava ne yapacağına karar verememiş.
● ● ●

10 Mayıs 1878 ( 8 Cemaziyelevvel 1295) Göçün Otuz Sekizinci Günü;
Gelen bir haberden Rus askerlerinin peşimizde olduğunu, Bulgarların da onlara yol gösterdiğini, yolda yakaladıkları Türkleri katlettiklerini öğrendik. O yüzden daha hızlı kaçmamız gerekiyordu. Bu “kaçma” sözcüğünden utanıyorum. Nedense kaçmak gücüme gidiyor, kendime yakıştıramıyorum. Biz gerçekten kaçıyor muyduk? Evet kaçıyoruz, ama koşarak değil! Bir kaplumbağa hızıyla... Kağnıların izin verdiği kadar bir hızla...
Toprağa kök salmamış bir ağacı sökmek çok kolaydır, köklenmiş ağacı sökmek ise oldukça zordur. Milletler de böyledir. Eğer bir millet vatan bellediği topraklara kök saldıysa, onu oradan kolay kolay hiçbir güç söküp atamaz. Çünkü o milletin toprağını kazarsanız ya atalarının kemiklerini ya da tarihi eserlerinin kalıntılarını bulursunuz. İşte bir milletin kök salması budur. Biz acaba bu topraklarda, Balkanlar'da kök salamadık mı da bu felaketler başımıza geldi? Galiba öyle!
Yavaş gittiğimizi düşünen, başkaları da varmış. Nitekim Günaylar ve Öztürkler aileleri bu hızla gidilirse asla Türkiya'ya ulaşamayacağımızı, o nedenle kafileden ayrılıp yollarına istedikleri gibi devam edeceklerini söylediler. Tek başlarına seyahatin çok tehlikeli olacağı, birliğin düşmana karşı daima caydırıcı bir güce sahip olduğu, o nedenle kararlarını verirken bunları iyice hesaplamaları gerektiği kendilerine anlatıldıysa da kararlarından caymadılar. Kafileden ayrıldılar. Buna rağmen onlara, daha sonraki günlerde, isterlerse tekrar kafileye katılabilecekleri de söylendi. Artık orası kendilerinin bileceği bir işti.
Sürekli bir tehlike beklentisi içerisindeyiz. Nerede, ne zaman ve nasıl olacağını bilmeden bir tehlikeyi beklemek öylesine zor ki... Her an her şey olabilir, hep hazırlıklı olmalıyım, diye düşünüyor insan. Bu bekleyiş insanın sinirlerini bozuyor, aklını karıştırıyor, uykularını kaçırıyor... Bekleyiş, tehlikenin kendisinden daha kötü! Mide ağrısı, kalp çarpıntısı, surat asıklığı, dikkat dağınıklığı, olur olmaz her şeye kızma... gibi rahatsızlıklar çoğumuzda görülmeye başladı.
Bu ayda bile hava soğuk. Bilhassa geceleri... Daha önce bazı kadınlar; içi bez, çaput dolu en az bir santim kalınlığında, yeleğe benzeyen ama ondan biraz daha uzun içliantarilerini yeniden giyeceklerinden bahsediyorlardı. Bunların arasında benim hanım da vardı. İçliantari, kış soğuğunun vazgeçilmezidir kadınlar için. Erkekler pek giymezler böyle şey, ama bazen küçük çocuklara benzeri giysiler yapılmış olabilir. Ağırdır, ama zırh gibidir. Soğuğu kolay kolay geçirmez.
Kötü bir geceyi geride bıraktık. Başkalarını bilmem, ama en azından benim için öyleydi. Mola yerinde kulağıma gelen uzun uzadıya kurt ulumaları canımı sıktı, uykumu kaçırdı. Ulumalar önce uzaktan geliyordu, sonra giderek yakınlaştı. Durumu farkeden korucular, birkaç yere ateş yakarak kurtların daha fazla yaklaşmalarını engellemeye çalıştılar. Neyse ki herhangi bir kurt saldırısına maruz kalmadık. Bunda belki de o yakılan ateşlerin etkisi vardı!
(Devam edecek...)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.