• İzEdebiyat > Öykü > Anı |
141
|
|
|
|
Binlerce ev, iş yerleri, sokaklar, binlerce asker tarafından basılıyordu. Ahşap binaların kapıları dipçiklerle kırılıyordu.Yine kadınların, çocukların feryatları arasında erkekler pijamasıyla sürüklenerek sokağa fırlatılıyordu. On beş yaş üzeri bütün erkekler gruplar halinde toplanıyordu. Yerde tekmelenenler, postallarla, joplarla, dipçiklerle, dövülen insanlar eller havada olduğu halde yürütülüyordu. Kimse ne oluyor diyemiyordu. Bir şey sormaya kalkan anında tekmeyi, dipçiği yiyordu. Subaylar, sivil polisler, haykırarak emir yağdırıyordu.
|
|
142
|
|
|
|
Biz küçük bir sahil şehrinde oturuyoruz. Ben henüz bebekken babam öğretmen olarak bu şehre gelmiş, sonra da buraya yerleşmişler. Denize yakın bir mahallede bahçe içinde bir evimiz var. Annem babam ve iki kardeşimle birlikte yaşıyoruz. |
|
143
|
|
|
|
İzmir 1 Nolu Sıkıyönetim Komutanlığı'nda süren davamız nihayet bir karara bağlandı. Hakkımda istenilen 5 yıllık ceza da onaylanmış oldu. Ama avukatlarımız temyize başvurdular. “Sonuçlanması birkaç yıl sürer…” dediler. |
|
144
|
|
|
|
Bu öyküdeki olaylar yaşanmış gerçeklerdir.Şahısların isimleri ise tabii ki değiştirilmiştir...
|
|
145
|
|
|
|
Babam, her sabah pırıl pırıl tıraşını olur, öyle çıkardı evden; bir kere bile kirli sakalla golaştığını görmedim onun. |
|
146
|
|
|
|
İlkokul iki veya üçüncü sınıftaydım. Okumayı öğrenmiştim. İlk heveslerimden biri, her çocuk gibi resimli kovboy kitapları okumaktı. |
|
147
|
|
|
|
Sevgi ve teknoloji iki farklı sözcük gibi görünse de aynı misyonu üstlenebilirler mi ?
Zamana, yıllara ve tüm uzaklıklara rağmen bizleri yakınlaştırabilirler mi ?
Gelin bunu birlikte keşfedelim...
|
|
148
|
|
|
|
Şimdi başka ellerdesin. Başka gözler bakıyor sana. Başka dudaklar öpüyor o gelinciğe dokunur gibi ürkek ve çekinik dokunduğum, kendimden bile sakındığım tenini. Başka eller dokunuyor sana, başka tenler. |
|
149
|
|
|
|
O gece içki içmiş,sarhoş olmuş.Kerem bağırıyor:
'-Ulan siz birisini iki kişi beceriyorsunuz!!Gün gelecek ben ikisini kendim becereceğim!'
|
|
150
|
|
|
|
Sokağı bulmam zor olmadı. Çok sevimli bir yer gibi geldi bana. Araç trafiğine kapalı olması hoşuma gitti. Sol tarafta standlar kurulmuş.O nedenle yol daralmış. Takı malzemelerini; cam, tahta, gümüş ve bakırdan yapılmış eşyaları, resim tablolarını, meyve şekli verilmiş güzel kokulu sabunları seyrederek yürüdüm. Fal ve nargile kafeleri gözüme çarpan diğer görüntülerdi. Ellerinde dershanenin verdiği kitap ve testler bulunan öğrenciler bir anda sokaktaki kalabalığı artırdılar. İnsanlara temas etmeden yürümek imkansız hale gelmişti. Ancak, randevu yerine de gelmiştim. |
|
151
|
|
|
|
Seyfi bir gün istanbuldaki bir arkadaşının düğününe gitmek için yola çıkar ve 4-5 saat sonra hapse girmenin eşiğinden kurtulduğu ve bir daha asla geri dönmek istemedi o büyük şehre varmıştı. Aklına yaptığı hataların yanında nasıl eğlendiğide geldi çünkü Seyfi eğlenceyi çok severdi ve eğlenirken para harcamasınıda. Her türlü pis işi yapmıştı hemen hemen ve sonra aklı başına gelip köyüne dönmüştü ve köyündede pek doğru durmuyordu ama yinede bu şehirde yaptıklarının onda birini bile yapmıyordu.
|
|
152
|
|
|
|
Yıl 1970 Mevsim ilkbaharın en güzel günleri havada güneş, toprağı ısıtmakta topraktan yükselen buharlar havaya mis gibi toprak kokusu salmakta, nevruz ve çiğdemlerin kardan sonra uyanışı ve çiçekleri ile dünyaya tekrar merhaba dedikleri güzel bir bahar günü idi.
|
|
153
|
|
|
|
Kurnadan aldığı bir maşrapa kaynar suyu göbek taşına boca edip deriden yapılmış göbek taşı yastıklarını atıyor ortaya ve bize “Yatın!” diyor. Hayatımda ilk defa bu kadar buyurgan bir ses ve tavır ile karşılaşıyorum ve kuzu kuzu bu aldığım emre itaat ediyorum. |
|
154
|
|
|
|
Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum; kıpırtısız yatıyordu sağımdaki karyolada. Yatan bedeniydi, kendisi ise dolanıp duruyordu üzerinde... |
|
155
|
|
|
|
“Tanrı veriyor.”
“Bize niçin vermiyor da, sana veriyor? Bizi başımız kel mi?”
Gülerek karşıladı bu sorumu. Sonra, “sizin Tanrı başka, bizim Tanrı başka… Sizi Tanrı, Allah… Sizin Allah babanız cimri, bizim Tanrı cömert…”
Kafam öyle bir karışmıştı ki, şapşal şapsal baka kalmıştım |
|
156
|
|
|
|
Dedeme "Gara Meme" derlerdi. Biraz kısa boylu, esmer, yağız bir adamdı. Güçlü kollara sahipti. Pazıları o yaşta bile kaslıydı. Ayağında hep Adana Şalvarı vardı. Ayaklarında, o döneme has, kara lastik ayakkabı bulunurdu. Üzerinde kareli bir gömlek, başında da yünden yapılmış bir takke olurdu. Pek konuşmayı sevmezdi. Ama çok çalışkan biriydi. Evin arkasındaki 1-2 dönüm yeri eker biçerdi. |
|
157
|
|
|
|
Artık kapılar açıldığı için Rum tarafına rahatça geçebiliyorlardı. Aslında gitmeyi çok sevmiyordu; ama nedense içinden de hep gitmek isteği geliyordu. Sanki oralarda yıllar önce kaybettiği bir şeyleri bulacak gibi hisse kapılıyordu. Bir umut taşıyordu içinde. Ne olduğunu bilmediği, görmediği bir şey tasarlıyordu hayalinde. Bazen gözlerinin önüne birini getiriyor ama kim olduğunu kendisi de kestiremiyordu. Puslu, sisli bir görüntü içinde iri yarı, dev gibi birini görüyordu sanki…
|
|
158
|
|
|
|
Israrlar bir ara o kadar çok arttı ki ölmesine üç gün kala gitmek zorunda kaldım. Bitmişti. Bedenen ufacık kalmıştı. Yüzü kirli sarı bir renkteydi. Beni görünce yüzü ağlama-gülme karışımı bir hal aldı. Benden defalarca özür diledi. Onu affetmem için yalvardı. Yakında öleceğini bildiğini ama bu vicdan azabı ile öteki dünyaya gitmek istemediğini söyledi. Benim çok katı bir insan olduğumu düşünebilirsiniz. Ancak ben Kenan’ı affedemedim. Yaşadıklarım gözümün önünde canlanınca, bunu yapamayacağımı anladım. Keşke, affedebilseydim, keşke öylesine yüce bir gönüle sahip olsaydım… |
|
159
|
|
|
|
çadıryeri köyü çoban geleneği ve köyçabanı Hasan amca |
|
160
|
|
|
|
Ben Aydın’ı görür görmez ona aşık oldum, vuruldum, çarpıldım gibi ifadeler söylesem bu yalan olur. Çünkü ben Aydın’a aşık olup olmadığımı hâlâ bilmiyorum, ama onu sevdiğimden eminim. Evet, onu çok sevdim, çok… |
|