"Anka kuşu gibi yalnızlığı adet edin! Öyle hareket et ki, adın daima dillerde dolaşsın ama seni görmek olanaksız olsun." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Gözlerimi açtığımda önce beyaz bir ışık doldu göz bebeklerime. Sonra bir takım cisimlerin varlığını fark ettim. Her şey ağır ağır yerine oturmaktaydı. Floresan ışıkların çiğ beyazlığı tavandan duvarlara döküldü. Gölgelerin havayı yararak hareket etmelerini izledim. Derinden gelen sesler duydum, bir uğultu halinde. Bedenim upuzun bırakmıştı kendini yatağın üstüne; neden bana yabancı?.. Üzerimde ince, beyaz renkli bir örtü var; kumaşın serinliğini hisseder gibi oldum. Anneannemin kendi eliyle diktiği sık sık yıkayıp özenle ütülediği beyaz patiskadan çarşafları hatırlattı... Uzuvlarımı kaybetmişim, onları bulup toplama telaşına kapılmalıyım düşüncesi geçti aklımdan. Başımı oynatmaya çalışsam da sadece hafifçe kıpırdatabildim. Gölgeler nihayet yüzlerine kavuşmuştu. Onlardan birisi bana doğru yaklaştı. Üzerime eğildi, eğildikçe büyüdü yüzü . Ellerini uzattı, elleri büyüdü. "Neredeyim?.." diye sordum, duymadı. "Burası neresi?.." Yapabildiğim kadar yüksek ses ile konuştuğumu sanıyordum. Yanımdan uzaklaşıyordu beyaz önlüklü kadın. "Neredeyim? Siz kimsiniz?" Haykırıyordum. Göğsümün içinde bir şeyler koparcasına gerildi, sesim çıkmıyordu, çıkmıyordu... Kalkabilir miyim acaba? Denemeliyim... Kıpırdayamıyorum. Kolumu kaldırmaya çalıştım, olmadı. Parmaklarımı oynatabildim; sımsıkı yakaladım örtüyü ve tüm gücümle çekmeye başladım. Olmuyor, yapamıyorum... Gözlerimi kapattım; düşünmeliydim... Tuhaf bir haldeydim. Ne bir ağrı ne bir sızı, hissetmiyordum hiçbir şey. Beynimin içine kadar sızan sahte bir huzur zehrini akıtıp beni uyuşturmuştu. Belki bu yüzden üzüntü duymuyordum. Yatabilirdim böyle. Sorularım cevapsız kalabilirdi. Sessizce bekleyebilirdim... Yine bulanıklaşmıştı her yer. Tek tek kaybolmaya başladı her şey; gölgeler eriyip karıştı koyu bir pusun içine... Kaç kez uyanıp uyuduğumu hatırlamıyorum, zamandan bihaberim. Yavaş yavaş berraklaşmakta zihnim. Burada olduğumu, burasının neresi olduğunu bilmesem de, sana haber vermem gerektiği düşüncesinin sabırsızlığı durmadan büyüyor. Konuşamıyorum, hareket edemiyorum, peki bunu nasıl yapabilirim?.. Sana haber vermeliyim, bir telefona ulaşmalıyım mutlaka... İlk sen gelmiştin aklıma, hayır, sen beni hiç terk etmemiştin... "Demek böyle oluyormuş ölmek..." Günleri gecelerden ayıramıyorum, zaman kavramını yitirmişim. Yavaşça tanımaya başladım bulunduğum yeri. Önce büyük, yüksek tavanlı bir oda olduğunu keşfettim. Başımı, ağır ağır da olsa, her iki yöne çevirebiliyorum ve böylelikle belli aralıklarla yan yana sıralanmış altı karyola sayabildim. Sağımda iki tane, sonra benim yattığım ve solumda üç tane daha. Aralarında bir takım cihazların, serum askıları olduğunu fark ettim. Karyolaların tam karşısında odayı ikiye bölen uzun bir banko var. Odada sürekli birkaç kişi bulunuyor. Her uyanışımda onları gördüğümü hatırlıyorum, isimlerini bilmesem de yüzleri tanıdık. Diğer karyolalarda kıpırtısız yatan bedenlerin nefes alışları başuçlarındaki cihazlardan takip ediliyor sanırım. Demek içlerinde en şanslısı bendim... Ne zaman uyuyup uyandığımı anlayamamak arada aklımı karıştırsa da buraya alışmaya başladığımı hissediyorum. Bu hiç hoşuma gitmiyor ve yapabileceğim bir şey yok... Sağımdaki karyolada küçük bir kız çocuğu yatmakta. Bedeninin büyük bölümü sargılar içerisinde; boğazında, burnunda, başında şeffaf hortumların olduğunu fark ettim. Küçük bedeni yatağın içinde kaybolmuş gibi. Damarlarıma akıtılan ilaçların yüzünden sessiz, mutlu edici huzurun içinde gördüklerimin dehşeti içimde gizli bir yerde birikiyor... Küçük kızın yaraları derin olmalı, sargılar sık sık değişmekte çünkü. Sessizce seyrediyorum... Konuşmalardan adının Ayşen olduğunu duydum. Uyuyup uyanıyorum, saatlerden bihaber... Bazen karyolalardan bazılarının boşaldığını fark ediyorum. Ayşen'den başka hiç kimse hakkında bir şey bilmiyorum. Gözlerimi her açtığımda küçük kızın karyolasının ayak ucuna bırakılmış sarı saçlı lahana bebeği görüyorum. Bu manzara gülümsetiyor beni. Odadaki tek renkli şey bu bebek... Bana ne olacağını umursamıyorum, sana da ulaşmanın yolunu bulamıyorum. Ne haldesin şimdi?.. Ben hala üstümdeki örtüyü kaldıramadım... Düş müydü, gerçek mi, bilmiyorum, çırılçıplak kaldığımı gördüm. Üzerimde, edep yerlerimde, sadece bir hasta pedi vardı, onu da çıkardılar. Çok utandım... Her gün gelen doktor az önce yine üzerime eğildi, ne yaptığını anlayamadım, sonra burnumda bir ağrı hissettim. Kadın, eliyle hafifçe başımı sağa çevirdi, Ayşen'in gözleriyle karşılaştı gözlerim... İlk kez onu bakarken gördüm; simsiyah iri gözleri var. Ağlıyordu... Öyle ağlama küçük kız... Öyle ağlama... Şimdi ben ağlayamam... Göz kapaklarım ağırlaştı yine... eylül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © eylül, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |