Alice ve Dante'nin İmkansız Birlikteliği
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 3 Mart 2004 |
Toplum ve Birey |
| |
Gelelim Alice’e ve bir türlü içinden çıkamadığı şu ‘Harikalar Diyarına’. /
Sahi, bu kız neden oradan bir türlü çıkamaz? /
Canı mı istemiyor, kayıp mı oldu? /
Tıpkı, çıkmaz sokak gibi. /
Çıkış kapısını bulabilsin diye, Alice |
|
Türkiye"nin Ar Damarı Çatladı
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 23 Nisan 2004 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Bakınız Verheugen’in açıklamasına yada Rumları tehdidine, ‘Eğer Annan Planına hayır derseniz TÜRK ASKERİ ADADA SONSUZA KADAR KALIR’
Bir şey bundan daha açık ifade edilebilir mi?
Daha net olarak ‘itiraf’ edilebilir mi?
Peki |
|
Türkiye'nin Damadı Vuslata Erdi, Şimdi Sıra Gerdekte
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Mart 2004 |
Popüler Kültür |
| |
Kendilerini şovdaki kişilikler ile özdeşleştirerek sanal bir dünyada ‘var olmaya’ çalışıyorlar.
Bir türlü gerçek hayatta oturtamadıkları ve oluşturamadıkları kişiliklerini,
sanal alemde istedikleri kalıba sokarak, kendilerini yarışmacının |
|
Perakende Fiyatına Kilo Hesabı Pop Starlar…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 6 Mart 2004 |
Popüler Kültür |
| |
Tıpkı eroin bağımlıları gibi ağızlarının kenarından süzülen salyalarla birlikte bir sonraki yarışmayı bekleyen ‘aday süngerler’,
kendilerine ne olduğu gerçeğinden tümüyle habersiz, ‘toplumsal bir histerinin’ baş aktörleri olarak |
|
Ruhum Ağrıyor
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 8 Mart 2004 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
İki gündür evin içinde ‘benim, ruhum ağrıyor’ diye dolanıp duruyorum.
Bu, öyle romatizma gibi bir şey değil.
Rahmetli anne annemin yağmur öncesi yaşlı eklemlerini ovarak ‘yakınlarda bir yerlere yağmur yağıyor. Yakında, buraya da geli |
|
Ali Bey Hidayete Erdi
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 9 Mart 2004 |
Sinema ve Televizyon |
| |
Acaba filmin müziğine mi kapılmıştı?
Filmin çekim platosunda, müzik eşliğinde iki kere diz kırıp, el şıklattıktan sonra,
‘Ya buranın havası çok hoşmuş, nasıl derler çok janti, gelmişken bari filmin bir iki sahnesinde oynayayım’ mantığı ile |
|
Canım Bushçuğum...
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 11 Mart 2004 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Ben biliyorum, senin ‘kalbin temiz’.
Ne kadar, sana fitne fesat yakıştırsalar da ne kadar ‘yufka yürekli’ olduğunu bir ben bilirim.
O cici köpeğin için az mı ağladın, karalar bağladın.
Bazı karanlık tipler, kendini bilmez fit |
|
Neremi? Neremi? Karizmamı, Karizmamı...
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 23 Mart 2004 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Yıllarca milletçe canımızı dişimize taktık,
Didindik, uğraştık hatta ardı ardına devrimler yaptık.
Ne için efendim?
Karizmatik bir başbakanımız olsun diye, tabii ki.
Şükürler olsun, yüce mevlam bugünleri de gösterdi.
Bunu, milletçe ‘hak edebilm |
|
Allah İstifa Etti…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 3 Nisan 2004 |
Dinler, İnançlar ve Ateizm |
| |
Özellikle son zamanlarda, savaşlarda ölen milyonlarca masum insan, açlık, kıtlık ve salgın hastalıklar gibi ciddi dertlerle baş etmeye çalışan Allah’ın, sıradan ölümlülerin iş, eş, para, mevki, şöhret, Pop Star olma, ‘Kim Kimi Becerecek’ |
|
Cin Ali"yle Cici Ali
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Mayıs 2004 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Sanki, Mr.Scott ışınlama odasında, kahrolası enerji panelindeki düğmelerle oynaya oynaya ışınlama sistemini bozmuştu da,
Geçmişten günümüze, un çuvalı misali fırlatılıvermişti.
Dönüp şu Mr. Scott’ı esaslı bir şekilde haşlayacaktım ki,
|
|
Ailenin 'Kara Koyunu'
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 8 Mayıs 2004 |
Toplum ve Birey |
| |
Galiba pek normal olmadığımı hassasiyetle, ilk teşhis eden rahmetli büyük annem oldu.
‘Bu kız, pek bir acaip’ demişti.
Hafif kınayan bir ses tonuyla.
Daha çocuk yaşlardaydım.
Yani, bu tasvip edilmeyen ‘zıpır’ biri olacağım konu |
|
Siniri Alınmış Hayatlar Yaşıyoruz
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 31 Mayıs 2004 |
Varsıllar ve Yoksullar |
| |
Efendiler, sıyırdıkları kemiklerin üzerindeki son et parçalarını da kapmaları için küçük efendilere atınca onların da sebeplendiğini görüp iki kez mutlu oluyoruz.
Nihai mutluluğu ermek ve siniri alınmış hayatları taçlandırmak için önceden bizim için seçi |
|
Franca Rame ve Dario Fo"dan "Kadın Oyunları" ve Zeynep Nutku
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 7 Mart 2015 |
Toplum ve Birey |
| |
“Uyanış”, fabrikada çalışan işçi bir kadının sabahın erken bir saatinde kalkması ve uyku sersemi bebeğini kreşe götürmek için hazırlanmasıyla başlar. Ama evden bir türlü çıkamaz. Çünkü evin anahtarını bulamaz. O evin anahtarını nereye koyduğunu hatırlamaya çalışırken anlattığı kısa anlık öykülerle bize hayatı hakkında ipuçları verir. Nasıl deli gibi çalıştığını, kocasının ilgisizliğini hep bu anlık tepkilerden öğreniriz. O hazırlanmış, evden çıkmaya çalışırken yatakta uyuduğunu farz ettiğimiz kocasına dönerek, “ ben de senin gibi çalışıyorum. Tek istediğim benim sorunlarım olabileceğini anlaman” der. Anahtarını ararken biz de onunla birlikte her gün sabahın kör karanlığında yollara dökülen binlerce kadının traji komik hikayesini dinleriz. İşçi kadın anahtarı bulabilecek mi? İşe ve kreşe zamanında yetişebilecek mi? |
|
Oyun Atölyesinin Ayıbı….
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 15 Şubat 2005 |
Kesinlikle Karşıyım! |
| |
Tiyatro ahlakından, etiğinden ve oyunculuğundan sorumlu nöbetçi müdür olarak, Oyun Atölyesi Genel Sanat Yönetmeni Haluk Bilginer, bilgisi olduğu halde oyuna keyfi olarak 50 dakika geç gelen ve mazereti sadece ‘unutmak’ olan oyuncuya ne yapar? |
|
Prof. Dr. Savacı, Sanatçıları ve Aydınları Göreve Çağırdı…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 6 Mayıs 2006 |
Türkiye |
| |
Cumhuriyetimizin bütün temel kurumlarına saldırıldığı bu zor günlerimizde, sanatçılarımızı, aydınlarımızı ve halkımızı, Cumhuriyetimizi korumaktaki kararlılıkla aramızda görmek, Cumhuriyetimize ve onun değerlerine ne kadar güçlü sahip çıktığımızı, herkese gösterecektir. |
|
Aslında Hepimiz Tecritteyiz.
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 13 Eylül 2006 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
'11 Numara, yabancı erkeklerle ilişkiye girmek yok’ (Dalgamı geçiyorsun, tecritteyim, ne erkeği?)
Hücre arkadaşım 5 Numara Özge, yanındaki hücre arkadaşı 1 Numara Öktem ile birlikte tempolu bir biçimde bağırarak zıplıyorlar. ‘Baskılar, bizi durduramaz. Baskılar, bizi yıldıramaz.’
Zebanilerin başı mikrofondan, tatlı fakat otoriter bir tonda konuşuyor.
‘5 Numara kızım, erkeklerle kırıştırma, otur yerine.’(Burada amaç, bilinçli olarak mahkumları taciz ederek onların kişilik haklarına saldırmak, onları rezil etmek, aşağılamak ve küçük düşürerek, sindirmek. Bu sistematik tavrın tek amacı, mahkumun ‘kimliğini yok etmek’. Sonuç olarak, oradakiler bir isim değil yalnızca bir numaradan ibaret.)
|
|
Brecht Ruhuyla Çelişen Brecht Günleri
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 2 Aralık 2006 |
Çağdaş Sanat |
| |
Brecht’in adına düzenlenen bir toplantı, Brecht’i temsil eden değerlerle bu kadar çok çelişebilir mi?Hem de hayatını ‘insana saygıya’, ‘inanca’, ‘düşünce özgürlüğüne’ ve ‘değişime’ adamış bir insanın kendi eserlerinin ironik bir eleştirisi gibi duran ve toplantının ruhu ile bire bir ters düşen olaylar karşısında bu dört günü nasıl anlatırdı acaba?
Brecht’in düşüncesiyle ancak bu kadar çok çelişen, ters düşen, önerdiği kuramları yerle bir eden, onun savunduğu ilkeleri değersizleştiren bir ‘anlayış’ olabilir.
|
|
Sesine Botoks Mu Yaptırdın Dinçer Ağabey?
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 19 Ocak 2007 |
Sinema ve Televizyon |
| |
Yazının tam ortasında telefon çalıyor. Şimdi sırası mı diye homurdanarak kalkıyorum. Telefonda genç bir erkek sesi. Yazıya konsantre olsam da Köle İsaura dizileriyle yetişmiş olmanın yan etkisinden mi nedir hemen çılgın hayal gücüm çalışmaya başlıyor. Kendimi Brezilya dizlerinin baş yıldızının yerine koyuyorum. Tabii karşımda da genç, yakışıklı, zengin, bir evin bir oğlu, beyaz atlı prens var. Brezilya dünyanın öbür ucuymuş filan dinlemiyor, işini gücünü bırakmış, kalkmış taa oralardan beni arıyor. Bütün bu Hollywood senaryosunu topu topu birkaç saniye içinde yazıyorum. (Acaba, söyleşi yapmayı bırakıp senaryo mu yazsam?) Her neyse, heyecandan titreyen bir sesle soruyorum. ‘Alo, kimsiniz?’ Telefonda bir asır süren sessizlik, doğal olarak Brezilya dünyanın öbür ucu. Olacak o kadar diye kendimi teselli etmeye vakit kalmadan karşıdan yanıt geliyor. ‘Alo, Seval sen misin?’ Biraz şaşkın, daldığı rüyanın bozulmasından biraz tedirgin. ‘Evet, benim’ diye yanıtlıyorum. ‘Kızım beni tanımadın mı? Benim, Dinçer Ağabey’in’. Tam bir hayal kırıklığı. Benim, ‘Toz Pembe Brezilya’ dizisindeki son nokta. ‘Yaa, Dinçer Ağabey sen miydin? Hay Allah. Ben de başka biri sanmıştım. Dinçer Ağabey, sen sesine botoks mu yaptırdın? Sesin çok genç geliyor da.’ |
|
Şehre Fransa"dan Bale Kumpanyası Gelmiş
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 19 Ocak 2007 |
Çağdaş Sanat |
| |
Dans başladıktan birkaç dakika sonra, kendimi ‘iyi niyetli bale öğrencilerinin dönem ödevi sınavı için hazırladıkları bir çalışmada’ buluveriyorum. Figürleri öğrenip ezberleyen dansçılar, arkadan kurulan porselen bebeklere benziyorlar. Bir türlü uyum yakalayamadan sahnede kendi halinde hoplayıp zıplayan bu altı porselen bebek, bana annemin mücevher kutusunu anımsatıyor. Kapağını açınca mekanik bir müzik eşliğinde dönen balerin misali sahnede dolanıp duruyorlar. Kurgulanmış içi boş bebekler gibi. Tamamıyla "ruhsuz". Öylesine zorlama dans ediyorlar ki çevremde dansı durdurup "Kesin, mola, kendinize gelin, tekrardan alacağız" diyecek bir koreograf, bir hoca arıyorum ama yok. Acaba ben bağırsam mı? En iyisi bu zorlama felaketin bir an önce sona ermesi. Gruptaki "iyi niyeti" Çinli çocuğa muhtemelen hep gülümsemesini söylemişler. Yüzünde bir Comedia d’el Arte maskesi takmış, pişmiş kelle gibi sırıtıyor. İçimden sahneye çıkıp yüzündeki maskeyi çekip almak geliyor. Acaba maskenin ardından ne var?
|
|
Hayatı Kaçırmak
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 29 Ocak 2007 |
Türkiye |
| |
Bir de şu çılgın yaşlı amcamız. (Ah, şu Çılgın Türkler yok mu? İnsanın karşısına ne zaman çıkacaklar hiç belli olmuyor) Kendince mücadeleye başlayan bacakları titrek bir amca. Yaaa amca senin ne işin var burada? Git evine. Sıcacık sobanın başına. Üşüme bu ayazda. Ne işin var? Sen mi kurtaracaksın ülkeyi tek başına? demek geliyor insanın içinden. Ama olmuyor. Bir şeyler var şu bacakları titrek amcada. Soğuktan mı yaşlılıktan mı bilinmez titriyor ama “dik de duruyor”. “Bu dik duruş”, hepimize inat. Sana, bana, ona, ötekine, size, onlara, benim gibi hiçbir özrü olmadığı halde mitingi atlayanlara. Ve evinde sıcacık sobasının başında, poposunu büyütenlere inat “‘dimdik” duruyor. Pek garip.
|
|
Sanatın Türk Milli Takımı Paris Kapılarını Kırdı
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Şubat 2007 |
Çağdaş Sanat |
| |
Türkiye’nin gündem maddesi belli. Cinayetler, suikastlar, siyasi belirsizlik, komplo teorileri, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık derken toplumda hat safhada yaşanan gelecek korkusu. Haber bültenleri, insanın içini karartan haberlerle dolup taşıyor ama bu ülkede sesiz sedasız güzel şeyler de oluyor. Her türlü olumsuzluğa karşın; inançlarını, sanatsal üretimleri ve umutlarını bir çıkına koyan, bir avuç “sanatçı cengaver” Paris yollarına düşüyor. İzmir, İstanbul ve Eskişehir’den resim, heykel, seramik ve özgün baskı dallarında çalışan 10 sanatçı “kendi kişisel çabaları” ile Türkiye’yi temsil etmek için gittikleri Paris’te, uluslar arası sanat platformunda büyük başarı kazanıyor. Tabii bundan hiç kimsenin haberi yok. Çünkü Pop Starların yüceltildiği, sözde sanatçıların meydanları boş bulduğu, ciddi bir “kültür, sanat erozyonun” yaşandığı ülkemizde, Fransa’da kazanılan bu başarının haber değeri bile yok.
|
|
Hayat, Ölüm, Gelecek, Akm, Güçlü Olmak ve Mecburiyet Üzerine…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 31 Mart 2007 |
Türkiye |
| |
Laik Türkiye Cumhuriyetini yıkmak, onun yerine şeriata dayalı bir rejim getirmekten söz ediliyor. Ve bu gayet sakin ve ciddi bir biçimde yapılıyor. Yani, normal ve sıranda günlük bir olaydan bahsedercesine, o kadar “rahat”, o kadar “kanıksamış”, kılımız bile kıpırdamadan bir “kabulleniş”, bir “teslimiyet”, bir “vurdumduymazlık”, bir “aymazlık”, bir “adaaaam sendecilik” haliyle dinliyoruz. |
|
Açlıkla Terbiye Edilen Bir Ülkede Dilenen Yaşlı Bir Teyze
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 8 Nisan 2007 |
Türkiye |
| |
Beyaz saçlı yaşlı bir kadın. Eski elbiselerine karşın üzerinde eskimeyen bir zarafet ve garip bir naiflik duygusu var. Dirseğine geçirmiş olduğu ortopedik bastonuna dayanarak bana doğru seslendi. Son derece nazik ama yalvarmayan ve öylesine tanıdık bir edayla. Mürekkep yaladığı belli olan temiz Türkçesi ve nazik bir ses tonuyla “Lütfen, bana yardım edebilir misiniz?” dedi. Şaşkın yüz ifademe bakarak devam etti. “Emekli maaşım 6 Nisan’da bitti. (Üstelik daha 7 Nisan’dayız) 6 Mayıs’a kadar yiyecek param yok. Tüpüm bitti. Çayı demleyecek sıcak suyum yok.” Şaşkınlıktan, utançtan, acıdan, üzüntüden donup kaldım.
|
|
"Bu Aymazoğlu, Ne Zaman Uyanacak? Ne Zaman? Ne Zaman? Ne Zaman?"
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 13 Ağustos 2007 |
Türkiye |
| |
Hani onlarla iyi geçinirsem, evimi yakmazlar mantığı ile bile bile “kundakçıları” evine alan “Aymazoğlu”. Bu bir türlü anlamayan, anlamak istemeyen, anlama güçlüğü çeken Aymazoğlu, “kundakçılara” karşı ne zaman uyanacak? diye bekliyorsunuz, bekliyorsunuz, bekliyorsunuz, sabrınızın sınırlarını zorlayarak bekliyorsunuz ki Aymazoğlu “uyansın” ama gelin görün ki Aymazoğlunda “tık” yok.
|
|
Ben Tiyatro Seyircisiyim…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 22 Ekim 2007 |
Çağdaş Sanat |
| |
Sizinle beraber her oyunda ben de sahneye çıkarım.
O gözyaşları, o kahkahalar, o çocuk gibi şaşırıvermeler, ilk doğanın merakıyla bakmak, tarifsiz kederlere boğulmak, içi içine sığmamak, bütün bunların hepsini nasıl bu kadar sahici, bu kadar samimi yaşardım sizlerle birlikte oynamazsam, o yıkacakları sahnelerde.
Çünkü bilirim ki sizlerin ardında benim de suretim bir gölge gibi oynar. Her hareketinizde benim de hayalim sizlerle birlikte var olur sahnede.
O tiyatrolarda en az sizin kadar benim de hakkım var.
Çünkü ben, tiyatro seyircisiyim.
|
|
Şehit Anası Soruyor:
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 23 Ekim 2007 |
Türkiye |
| |
Şehit anası gözyaşları içinde soruyor. “En çok ne gücüme gidiyor biliyor musunuz? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden maaş alan ve pkk’ya “terörist bile diyemeyen” vatan hainleri hakkında bir şey yapılmaması. Cumhurbaşkanı bunları nasıl muhatap alıp konuşur? Benim oğlum bunun için mi öldü? Benim oğlumu şehit eden bu teröristler, Meclis Kürsüsünden istedikleri gibi konuşuyor, üstelik devlet bunları besliyor, maaş veriyor. Benim oğlum bunlar uğruna mı şehit oldu? Hukukçulara danışacağım, bu insanları dava edeceğim, oğlumun hakkını arayacağım.”
|
|
Fısıl, Fısıl, Fısıl…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 31 Ekim 2007 |
Türkiye |
| |
Artık her gece yatağa yatarken huzursuz uykular görüyorum, küçük kurtçuklar kemiriyor yüreğimin karanlık odalarını, böylesine "yan gelip yatmanın" rehaveti acaba kaç askerimize mal oluyor, kaç gencecik beden toprağa düşüyor atıl beyin jimnastikleri yaparken, ya da birileri "arsız medine dilencileri" gibi icazet almak için kapılar aşındırırken kaç cana mal oluyor vurdumduymazlığın getirdiği "kan uykusu"?
|
|
Evlere Servis "Takıntılarımızdan Arınma" Hizmeti : "Tak, Tak, Takıntı... ""
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Şubat 2008 |
Türkiye |
| |
ATATÜRK’ün doğum tarihinden, ölüm tarihini çıkarırsanız ne kalır? Hadi bilin bakalım. Tık yok mu? Anlaşıldı. Sizin bir an evvel “takıntılarınızdan arınma vaktiniz” gelmiş demektir. “Tak tak”. Kapı vuruluyor. Kim o? Ben “takıntınız”. Yukarıda sorulan sorunun cevabını bulmak için çaresiz “altı zır zır delinin” geçtiği süreçten geçecek ve kapıyı çalan “takıntınızdan” bir an önce “kurtulacaksınız” demektir.
|
|
Toplumu Yutmaya Hazırlanan "Dalga Hareketi"
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 25 Şubat 2008 |
Toplum ve Birey |
| |
David anlamıyor musun? Yeni üyeler kazandırma görevi bir çılgınlığa dönüştü. Tıpkı partilerde ve tarikatlarda olduğu gibi. Dalga Hareketine üye olmazsanız çok geç kalmış olacaksınız diye öğrencileri “tehdit ediyorlar”. Bu harekete katılmazsam ya da katılmak istemezsem neden geç kalmış olacağım? David anlamıyor musun? Herkes bu Dalga Hareketi denen çılgınlığın sarhoşluğu içinde. Dalganın ne olduğunu anlamıyorlar. Kimse neler olduğunun ya da olacağının “farkında değil”. En önemlisi herkes kendi kişiliğine ne olduğunun farkında değil? Bize ne oldu David? Herkesin dalgadan gidip gitmeme tercihi olmalı. Bütün öğrenciler dalga tarafından “yutulmuş” gibiler. Dalganın hangi yönde gelişeceğini tahmin edemezsin. Dalga kontrolden çıkar ve seni yutar. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bu öğrencilerin hepsi değerlendirme yeteneği gelişmemiş çocuklar. Hiç kimsenin dışlanmadığı bir hareket olarak başlayan dalga artık çığırından çıktı. Bireylere “özgürlük” ve “bağımsızlık” sloganıyla yola çıkan dalga artık bizim özgürlüklerimizi “tehdit” ediyor. Dalgaya katılmak istemeyen öğrenciler bu yüzden dayak yiyorlar. Dalga içinde korkudan herkes birbirini “ihbar ediyor”. Kimse birbiri ile konuşamaz hale geldi. |
|
22. Uluslar Arası İzmir Festivali Bu Yıl Öksüz Kaldı
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 18 Haziran 2008 |
Çağdaş Sanat |
| |
Paha biçilemez tarihi ve kültürel mirasıyla Muhsin Ertuğrul Sahnesi ve AKM’yi, yerine yeni bir bina koyamadan sudan sebeplerle yıkmaya kararlı olan zihniyetin bu tavrı akla tek bir seçeneği getiriyor. Her türlü kültürel ve sanatsal faaliyeti sanki destekliyormuş gibi görünerek, sanatı ve sanatçıyı içten içe baltalama girişiminin somut bir ifadesi olarak İzmir Uluslar arası Festivalinin değişmez bir simgesi haline gelen Efes Antik Tiyatro’yu her türlü sanat etkinliğine kapatarak çalışamaz hale getirmek! Efes Antik Tiyatro’yu “yıkamadığımız göre bari kapatalım” düşüncesiyle hareket edenler bilerek ya da bilmeyerek (!) 22 Temmuz 2008’de yapılacak olan efsane şef Zubin Mehta yönetimindeki, Musicale Fiorentino Orkestrası Festival Kapanış Konserini ve Festivali sabote etmiş oldular!
|
|
Ferhan Şensoy"dan 2019 Türkiye Fotoğrafları
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 21 Nisan 2010 |
Türkiye |
| |
Yıl 2019. Türkiye beş vakit namazda. Maaaşallah, maaaaşallah! Devlet kamyona, millet dincilere çarptı. Ferhan Şensoy’a da siyah çarşaf pek yaraştı. Size de yaraşır. Emin olun yaraşır! Rezervasyonunuzu yaptırmayı unutmayın. Beş yıl sonra lazım olacak.
|
|
Söyleyecek Sözü Olan Oyunlar…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 12 Mayıs 2010 |
Türkiye |
| |
Bu yıl 28. si yapılan İzmir Tiyatro Günleri, söyleyecek sözü olan, duruşuyla, tavrıyla düşündüren, “cesur oyunları” bir araya getirdi. Bunlar arasında ilk akla gelenler “Bana William Deyin”, “Marx’ın Dönüşü”, “Kraliçe Lear”, “Yastık Adam” ve “2019” oldu. İnsana, insanca yaşama dair söyleyecek sözü olan bu oyunlar, sadece sıradan insana değil günümüz toplumuna da ışık tutması bakımından çok önemli. Bu noktada tiyatroya, “vicdan ve akıl birlikteliği” ile yapılan sanata ve sanatçılara büyük sorumluluklar düşüyor.
|
|
Franca Rame ve Dario Fo"dan Büyüklere Masallar : Japon Kuklası
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 2 Ağustos 2010 |
Toplum ve Birey |
| |
“Japon Kuklası” iş, emek, kadın, sömürü, cinsel taciz, ezmek gibi kelimelerinin altını açan, satır aralarını okuyan bir oyun olmanın ötesinde, bir “farkında olma” eylemini, “biliyor” olma eylemini içini sindirmiş bir metin. Metnin yazarları Franca Rame ve Dairo Fo’da “fakında olma halinden” ve “bilmekten” muzdarip. “Farkındalığın” ve gerçekleri “bilmenin” getirdiği sorumluluğu, bütün hücrelerine ve sinirlerine kadar hissetmenin getirdiği dürtüyle yazdıkları “Japon Kuklası” basit bit oyun olmaktan öte insanın özüne “bak da gör” dediği bir haykırış. |
|
"Marat ve Sade" Yazısı Ne Anlatıyor?
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 2 Şubat 2011 |
Tarihsel Olaylar |
| |
Devrimi yönetecek, “ne yaptığını bilen”, “bilinçli bir kadro” gerekiyor. Bu bahsettiğimiz “gerekli kadro” maalesef bugün Mısır'da yok. Kimse muhatap olabilecek bir lider bulamıyor. Çünkü yok? Tehlikenin farkında mısınız?
|
|
Mısır Bir İç Savaşa Doğru Mu Gidiyor?
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 2 Şubat 2011 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Amaç bir “belirsizlik ortamı yaratarak”, kendi sundukları alternatifi halka kabul ettirmek. Halkı askeri darbeyi “ister hale” getirmeye çalışıyor. Kaos yaratarak, ülkede güvenliği yok ederek, güvenlik açığını askerle kapamayı istiyorlar.
|
|
Sadece Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan Değil, Aslında Hepimiz "Tecritteyiz"!
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 9 Mart 2011 |
Türkiye |
| |
Türkiye’nin aydınları, gazetecileri, bilim adamları, akademisyenleri, yazarları nedenini bilmedikleri “sözde garip suçlardan” yıllardan beri cezaevindeler. Onlar terörist değil. Hiç kimseyi öldürmediler. Soygun yapmadılar. Kimseyi gasp etmediler. Sadece düşüncelerini söylediler. Üstelik, haklarındaki iddianame daha okunmadı bile. Yani, nedenini bilmeden içerde “çürümeye” terk edildiler. İddianamenin okunmasının bile çok uzun bir süre alacağı hesap ediliyor, buna göre yıllar sonra bu insanların suçsuz oldukları anlaşılırsa, ( ki herkes suçsuz olduklarından adı gibi emin) kaybedilen yıllar nasıl telafi edilecek? Kim telafi edecek? Kaybedilen zamanı bu insanlara kim geri verecek?
|
|
Şiddet Çağında, , "Şiddet Seviciliğine" Bir Güzelleme : "Barut Fıçısı"
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 24 Mart 2011 |
Toplum ve Birey |
| |
“Sigaran var mı?” Dünyanın götünde diyaloglar böyle başlar. Düzme ve düzülme mantığı üzerine kurulmuş bir underground filminin kareleri gibi gündelik hayatın içinde akıp gider. Paslı bir görüntü. Çürümüş bir toplumun paslı tenekeleri gibi duran insan figürleri. Kan, şiddet, kahkaha, müzik, iç içe geçmiş burada. Şiddet kanlı ama olsun “sevimli”, kanlı ama olsun çok “estetik”, kanlı ama olsun çok “şiirsel”, kanlı ama olsun çok “müzikal”, kanlı ama olsun çok “renkli”. “Ama bu dünyada şiddet çok kanlı diyorsanız….” Size de hiç yaranılmıyor!
|
|
"İzmir Kukla Günlerinde", "Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesinde" Başıma Gelenler…
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 24 Mart 2011 |
Toplum ve Birey |
| |
Birincisi kurum ile bir kavganız varsa bunu dışarıdan üçüncü kişilere “hakaret ederek” çözemezsiniz! Yaptığınız işten bu kadar rahatsızsanız, çözüm çok basit. İstifa edin, gidin! Daha rahat bir işte çalışın. Sizin yerinize işini doğru dürüst yapan insanlar bulunur. Günümüzde herkes çok zor şartlarda çalışıyor. Hiç kimsenin işi kolay değil. Ama herkes sizin gibi böyle avaz avaz bağırıp, hakaret edip, ortalığı birbirine katmıyor!
|
|
Dumana Boğulan "Romeo ve Juliet"
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 14 Ekim 2011 |
Çağdaş Sanat |
| |
Oyunda en çok zevk aldığım sahneler, birinci bölümde Mercutio (Gürol Tonbul), Romeo (Tamer Yılmaz) ve Benvolio'nun (Mehmet Demiralp) bir arada olduğu sahne. Dumanın olmadığı, gök gürültüsü efektinin duyulmadığı, müziğin sesinin açılmadığı “sessiz sakin bir beş dakika”. Bu üç sanatçı “sadece oyunculuklarıyla”, beni alıp Romeo ve Juliet oyununa götürdüler. Kendimi, “gerçekten oyunun içinde hissettiğim”, sessiz sakin o beş dakika, oyunun en güzel bölümüydü.
|
|
Ben, "Çıplak Memelerini Değil" Dansı İzlemeye Geldim!
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 19 Ekim 2011 |
Çağdaş Sanat |
| |
Eser, “kadınların nasıl davranmalarını gerektiğini”, bir kadına dikte ettirmenin nasıl sonuçlar doğurduğunu anlatıyor. Bu emir tonundaki diktenin kadınları adım adım nasıl delirteceğini gösteriyor da, öyküye paralel olarak seyircileri nasıl delirtebileceği hiç hesap edilmiyor. Modern dansın ilginç bir sunumu.
|
|
Cumhuriyet Bayramını Büyük Bir Coşkuyla Kutladık!
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 29 Ekim 2011 |
Türkiye |
| |
Biz nasıl bir araya gedik? Çünkü Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinin her yıl düzenli olarak yapıldığı yere, yapıldığı saatte gittik. Bunu sezgisel olarak yüreğimize ve beynimize yerleştirdiğimiz için binlerce insan oradaydık. BİZ BUNU İÇİMİZDE HİSSETTİK !
|
|
Öpülesi "Yastık Adam" Öyküleri : Kayıp Ruhlara Masallar
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Kasım 2011 |
Türkiye |
| |
Michal “Üç çocuk öldürmüşüz idamdan kurtaracağız ha. İyimiş valla. Anladığım tek şey hiçbir şey anlamadığım. Çok komiksin” Yaa ne kadar şirin bir durum. Bu kadar da basit! “Yastık Adam” ruhları sakatlanmış bütün çocuklara adanmış bir öykü. İnsanın içindeki kötülük ve iyilik arasındaki evrensel mücadele. Bu savaşta “kötülüğü alt etmenin yolu, kötülükle yüzleşmekten geçer” demenin en dramatik yolu.
|
|
Tiyatronun Yıkımdan Önceki Son Oyun: "Peron" Siz Hayatınızın Kaçıncı "Peron" Undasınız?
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 18 Ocak 2015 |
Çağdaş Sanat |
| |
Bilinmeyen bir istasyonda, “iğrenç bir zamandayız”. Vincent ve Kornel bir tren istasyonun unutulmuş peronunda yolları kesişen iki filozof. Aslında onlar “evsiz” dediğimiz, mülkiyet ve aidiyet duygusunu çoktan aşmış insanlar. Yani, hayatta kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Kıssadan hisse “peron filozofları” olarak iştigal ediyorlar. Hayat, algıladığımız gerçeklik, birey, toplum, kamu, demokrasi, saygı, felsefe, bilgi, rüyalar, hayaller, kader, aşk, sevgi, umut, aile, farkındalıklar üzerine konuşurlar. |
|
Altını Oydukları İrfan Şahinbaş Sahnesinden Büyüklere "At" Masalları
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 5 Mart 2015 |
Türkiye |
| |
Korku filmi gibi ama maalesef bu gerçek hayat. Bu bir gecekondu yıkımı değil. Kaçak inşaat yıkımı hiç değil. Neden? Tiyatroya kastınız mı var? Tiyatroyu mu sevmiyorsunuz? Derdiniz ne? Tiyatroya karşı, sanata karşı yürütülen bu sistematik yıkım ve şiddet kampanyası akla Gyula Hay’ın “At” oyununu getiriyor. İronik bir şekilde bundan tam 10 yıl önce, yine bu sahnede sergilenen “At” oyunu sanki günümüzü anlatıyordu. Yaşanan olayların ciddiyeti bize bir kez daha eskimeyen “At” oyununu anımsattı.
|
|
That Face : Aynada Gördüğün "O Yüz" Kim?
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 9 Mart 2015 |
Toplum ve Birey |
| |
Oyunun adı “O YÜZ”. Oyun bir ayna. Kirli hayatlarımıza tutulan insafsız bir ayna. Bu aynadan kaçış yok. Orada, çokça şiddet, bolca küfür, akıl hastalıkları, kaybedilen hayatlar, ensest ilişkiler, bağımlılığa dönüşen tutku yüklü sevgiler, sevgi yoksunluğunun içini seksle, uyuşturucuyla, alkolle doldurmaya çalışmalar var. Bu hayatın ta kendisi. Bin bir tane yüz var bu aynaya yansıyanlarda. O yüzlerden herhangi biri pekala siz olabilirsiniz. İnsanlar kendilerine biçilen yüzlerden birini bu oyunda görüyorlar. Peki, sizin yüzünüz hangisi ?
|
|
Sumru Yavrucuk ve Bütün Umudunu Tüketmiş "Umutlara"...
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 18 Mart 2015 |
Toplum ve Birey |
| |
Ailenin, bir yere ait olabilmenin, aidiyet duygusunun ne kadar önemli olduğunu içimiz acırken fark ediyoruz. Umut ya da Gülseren fark etmez, orada bir kol mesafesindeki kadını hiç tanımıyoruz ama karşımızdaki insanın acısı bizim acınız oluyor, o acıyla haykırdıkça bizim içimiz sızlıyor.
|
|
Genco Erkal'dan "Yaşamaya Dair "" …
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 23 Mart 2015 |
Türkiye |
| |
Bütün o boğucu acıya rağmen, “yaşamak lazım”. Çünkü Nazım öyle diyor. Yoksa Genco Erkal mı? Yarın öleceğini bilsen bile bir ağaç dikecek kadar “ciddiye alacaksın” yaşamı. Öyle torunlarına filan kalır diye değil. Yaşamı “ciddiye” aldığın için. Çünkü yaşamak çok “ciddi” bir iş. Bu hayattaki en önemli meselen. Her anın hakkını vererek yaşayacaksın. Yaşadığına değecek. Mesela, içerde 10 yılın geçmiş. Sen içeri girdiğinde ana rahmine düşen bebekler bugün 10 yaşında çocuklar olsa da sorun eğer vatansa “benim içerde geçirdiğim 10 yıl laf-ı güzaftır” diyebilecek kadar cesur olacaksın.
|
|
"İşi Kapmak" İçin Ne Kadar "İleri" Gidebilirsiniz? Metot Oyunu Sınırları Zorluyor!
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 29 Mart 2015 |
Toplum ve Birey |
| |
İspanya’da, çok uluslu bir plazanın toplantı salonunda olduğunuzu farz edin. İşi kapmaya çalışan dört aday var. Diğer üçünü eleyip o çok istediğiniz işi almanız lazım. Ama bu sıradan bir iş görüşmesi değil. Olay bir iş görüşmesinden çıkıp bir “yarışmaya” dönüşüyor. İki seçeneğiniz var. “Ben, bu zırvalığa tahammül etmek zorunda değilim, canınız cehenneme!” deyip orayı terk edersiniz. Ya da başınıza neler geleceğini bizzat yaşayarak görürsünüz. Burada adaylar arasında “hangimiz daha vahşiyiz?” kıvamında bir yarışma söz konusu. |
|
İçimizdeki "Boş Şehir"ler...
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 10 Kasım 2015 |
Toplum ve Birey |
| |
Anneler babalar ve kahırdan ölmeler faslını geçtikten sonra sıra geliyor "beni ne kadar kırdın biliyor musun?" durumuna. Aslında ben bu iki kardeşi ironik biçimde çok şanslı görüyorum. Çünkü dünyanın bir çok yerinde kardeşler hayatları boyunca bu kırgınlıklarını dile getiremiyorlar bile. Bu kırgınlıklar ve içe atmalarla gidiyorlar mezara. Ölüme giderken bile bütün o söylenememiş sözleri yanlarına alıp öteki tarafa götürüyorlar. Bence asıl acı olan bu durum.
|
|
Dario Fo"dan "Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü"
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 26 Kasım 2015 |
Politik Olaylar ve Görüşler |
| |
Tanrıya şükür. Ülkemiz sınıfsal bir ülkedir. Toplum içindeki ajanlar (oyunda rol alan kursiyer öğrenciler) devrim isterlerse reform yaparız. Bol bol reform yaparız ya da reform sözü verir, ortalığı gaza boğarız. Millet özgür bir ülkede yaşadığını zanneder. Skandallarla beslenen bir iktidar sonsuza kadar devam eder. Az gelişmiş kapitalist bir ülkede “çalıyorlar ama çalışıyorlar”. Skandalları ortaya neden çıkarıyorlar. Pislikleri kokmadan temizliyorlar. Önemli olan skandal yaratmak. Başımız dimdik yürüyoruz, çünkü boğazımıza kadar boka battık |
|
Para Ağaçta Yetişmiyor Pinokyo!
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 13 Aralık 2015 |
Popüler Kültür |
| |
“Paranı bin katına çıkarmak istemez misin Pinokyo?” Tilki tüm kurnazlığıyla, baldan tatlı bir ses tonuyla sorar. Amaç Pinokyo’yu ikna etmek. Elindeki 5 altını almak. Kurnaz Tilki ve sahtekar Kedi. Sevimli görünmeye çalışan hain bir kedi ve uzun ince kötücül bir tilki. Tencere kapak misali tam da birbirlerini bulmuşlar. Ustalık alanları dolandırıcılık, hırsızlık, yalan, dolan. Hayat tarzları saf insanları soyup soğana çevirmek |
|
İçimden Çıkan Küheylan...
(Seval Deniz Karahaliloğlu) 29 Mayıs 2016 |
Toplum ve Birey |
| |
Onlar, o altı kocaman açılmış, soran altı çift gözün ona dik dik baktığını ve bunun Alan’ı nasıl mahvettiğini, nasıl kahrettiğini, nasıl utandırdığını ve bu utancın ne kadar dayanılmaz olduğunu nasıl anlayacaklar? Alan mecburdu. Alan çaresizdi. Kendi gözlerini oymak gibi bir şeydi. Ama onlar gördü. Onlar Jill’le ne yaptıklarını gördüler. Alan çaresizdi. |
|
|
‘Farkındalığın’ bilinciyle sorgulayarak, düşünenler ile cahil cesaretiyle dolu dizgin yaşayanların oluşturduğu ironiyi ele alırsak, günlük ekmeğinin kaygısına düşmüş sıradan insanın daha mutlu olduğunu düşünerek ‘farkındalığın’ iki defa daha acıtan sancılı bir süreç olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bu durumda, basit insanın mutlu dünyasında, ‘Alice Harikalar Diyarında’ misali yaşamak varken, Dante'nin Cehennemi'nde dolanan biz 'farkındalar', bilincimiz ve aklımızla onların günahlarını da yüklenmiş neredeyse 'kendinden menkul azizler' misali yaşayıp gidiyoruz.
Korkarım bu gidişle, ya onları ‘Dante'nin Cehennemine’ çekeceğiz yada bizler ‘Alice Harikalar Diyarına’ terfi edeceğiz?
Yani her şey toz pembeymiş gibi yapacağız.
|
|