İyi bir aşk mektubu yazmak için, neler yazacağını bilmeden oturman, kalktığında da ne yazdığını bilmemen gerekir. -Rouesseua |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Dumanlar ve gölgeler. Karanlık bir atmosfer. Sahnede bir masa. Masanın üzerinde sırt üstü yatırılmış bir adam. Boğazını sıkanlardan kendini kurtarmaya çalışıyor. Dört, beş tane öfkeli adam tek bir adamın üzerine çullanmışlar. Biri boğazını sıkarken diğerleri yumruklarla öfkelerini kusuyorlar. Adamı öldürecekler. Ölümüne dövüyorlar. Bu korkunç, insanlık dışı bir vahşet. Ne yazık ki gerçek. Gerçeğin çirkin yansıması bir tiyatro oyunu olarak karşımıza çıkıyor. İtalyan yazar Dario Fo’nun kaleme aldığı “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”. Tarih 12 Aralık 1969. Yer İtalya'nın Milano kenti, Fontana Meydanı. Milli Tarım Bankası'nda gerçekleşen patlamada 16 kişi yaşamını yitirir. Patlama sonrasında gözaltına alınan demiryolu işçisi Giuseppe Pinelli tutuklanır. Gözaltına alındıktan üç gün sonra “kaza sonucu” (!) emniyet müdürlüğünün üçüncü katında camdan düşerek ölür. Olay arşivlere “kaza sonucu ölüm” olarak geçer. Bir anarşist camdan atlayarak intihar (!) etmiştir. Çok tanıdık geldi değil mi? Neredeyse kanıksadığımız sıradan bir gazete haberi İtalyan tiyatro yazarı Dario Fo’nun ellerinde kara mizahın en iyi örneklerinden birine dönüşür. Bu sırada bir “deli” sorgulanmak üzere aynı binaya getirilir. Oyunculuk hastalığına tutulmuş olan deli Komiser Bertozzo’nun masasında “kaza sonucunda” ölüme dair evraklar bulur ve sorumluların konuyla ilgili soruşturma geçireceğini öğrenir. Bunun üzerine “yargıç” rolüne soyunan deli, komiser Calebresi ve Emniyet Müdürünün kabusu olur. Bornova Şehir Tiyatrosu Nedret Güvenç Sahnesinde izleyiciyle buluşan oyunu dilimize Füsun Demirel kazandırmış. Hakan Taner Yıldırım’ın sahneye koyduğu oyunda başrolleri Murat Niyazi Emre (deli), Julide Kara (Emniyet Müdürü), Hürkan Ünal (Komiser Calebresi), Hasan Gökhan Olcay (Komiser Bertozzo), Fatih Ay (şaşkın polis), Esra Uğurlar (gazeteci kız), Oğuzcan Ulu (öldürülen anarşist Guiseppe Pinelli), Eşyan Dönmez (ajan), Yusuf Ulaş Palabıyık (ajan), İmren Kadıoğlu (ajan), Elif Su Çetin (ajan) ve Özgün Özden (ajan) paylaşıyorlar. “Tuzlu bir hesap hem doktor hem de hasta için iyi bir reçetedir”. Bir anlık sessizlik. Komiser Calebresi anlamayan bir ifadeyle “yüksek yargıç” olduğunu zannettiği deliye bakar. Deli yumurtladığı veciz cümlenin keyfini çıkarır. Komiser Calebresi henüz başına neler geleceğinin farkında değil. Emniyet Müdürü de öyle. Karşılarında çok akıllı bir deli var. Oyunculuk hastalığına yakalanan, bir takım kimliklere bürünüp, büründüğü karakteri oynayan çok akıllı bir deli. Kendisini Yargıtay üyesi yüksek yargıç Prof. Marco Mario olarak tanıtır. Anlayacağınız bu sefer, anarşistin ölümünü soruşturan “yüksek yargıç” olmaya karar vermiş. “Akrepler, tomalar. Bazı kendini bilmezler grev yapıyor. Tabii polis de haklı olarak onlara müdahale ediyor.” Güya akıl yürüterek onların tarafındaymış gibi davranarak sorduğu sorularla komiseri ve emniyet müdürünü bunaltıyor. “Acaba adam çok bunaldığı için “raptus” nedeniyle kendini camdan atmış olabilir mi?” Pardon? Raptus? Emniyet Müdürü ve komiser hiçbir şey anlamadan birbirlerine bakarlar. “Yani diyorum ki, çaresizlik baş gösterdiği zaman, aniden başlayan, son derecede önemli, huzursuz ve elem reaksiyonudur ve insanın kendisini yok etmesiyle son bulur. Bütün gün boyunca süren sorgulamada adama şiddet uygulamışsınız. Pinelli benzer aşağılamaya daha fazla maruz kalmaktansa, pencereden atladı. Kahpe dünya, kahpe hükümet, sizi ben itmiyorum, kurtarıcı kriz itiyor. Mutsuz insanlar için bazen bir dokunuş yeterlidir. Amaaan adam geberdiyse gebermiş. Boş verin. Önemli olan faşistlerle sağ birleşecek, faturasını sol ödeyecek.” Emniyet Müdürü ve komiser ağızları açık baka kalırlar. Ne diyeceklerini bilemezler. Arada durum tespitleri de yapar. “Size göre, onlar devrimci, solcu, grevci işçiler. Anarşist diye içeri atmak için hep bir sebep arasınız”. Komiser Calebresi kendisini savunur. “Biz şakacıktan adamı sorguya çeker gibi yaptık, ne çekiçlerle bıdı bıdı yaptık, ne de adama uçtuk, adamla sadece şakalaşıyorduk”. İtiraf gibi değil mi? Kadın emniyet müdürü tipik bir faşisttir. Oyunun akışı boyunca geriye dönük canlandırmalarda istemsiz biçimde Hitler selamı verir. Sağ elini bir türlü aşağıya indiremez. Gözleri kısılır, dudakları bir çizgi halini alır, yüzünde zalim bir ifade belirir. Delinin her toplama kampı göndermesinde kurulu bir bebek gibi ayağa fırlar, sert bir tepki gösterir, gözlerinde hiddet kıvılcımları çakar. Akıllı delimiz soru sağanağı altında daldan dala konar. Ağızlarını açmaya fırsat bırakmadan sorar. “Aşağı atladığında gece yarısı 12.00’ydi değil mi? Yani, Aralık ayında gece yarısı 12.00’de güneş batmamış olabilir mi?” Soruşturmanın ciddiyeti hakkında iyi bir örnek verdiğini düşünür. Kendi kendine güler. “Bunların durumu da mankafalar ve boş kafalar için hazırlanan bulmacalara benziyor.” Birden Calebresi’ye döner ve sorar. “Sizin hiç treniniz olmadı mı komiser.” Sonra masanın üzerine çıkarak Avusturya İşçi Marşını söylemeye başlar. Sol yumruğu havada bütün gücüyle bağırarak marşı söylerken emniyet müdürü ve komiserde aşağıda “la chante mi cantare” parçasını onun sesini bastırmaya çalışarak, bir ağızdan söylemeye çalışırlar. Bu oyunun en unutulmaz anlarından biri olur. Çaresizlik içinde çırpınan, kapana kısılmışlık hissiyle boğulan emniyet müdürü ve çok bilmiş bıçkın komiser Calebresi bu pis işten yakalarını nasıl kurtaracaklarını düşünürken, emniyet müdürlüğüne bir gazeteci kız gelir. Sorduğu sorularla olaya tüy diker. Gazeteci kız “ siz bir işçinin ne olduğu hakkında ne biliyorsunuz? Her geçen gün daha az sayıda işçi emekli oluyor. Biraz da sanayi bölgelerini gezin” deyince delimiz durum tespitinde bulunur “Tanrıya şükür. Ülkemiz sınıfsal bir ülkedir. Toplum içindeki ajanlar (oyunda rol alan kursiyer öğrenciler) devrim isterlerse reform yaparız. Bol bol reform yaparız ya da reform sözü verir, ortalığı gaza boğarız. Millet özgür bir ülkede yaşadığını zanneder. Skandallarla beslenen bir iktidar sonsuza kadar devam eder. Az gelişmiş kapitalist bir ülkede “çalıyorlar ama çalışıyorlar”. Skandalları ortaya neden çıkarıyorlar. Pislikleri kokmadan temizliyorlar. Önemli olan skandal yaratmak. Başımız dimdik yürüyoruz, çünkü boğazımıza kadar boka battık” Deli rolünde Murat Niyazi Emre olağanüstü bir enerjiyle oynuyor. Gerçekten deli olduğuna inanmış, bizi de samimi oyunculuğu ile buna inandırıyor. Jülide Kara, Hürkan Ünal çok başarılılar. Oyunun ritmini hiç düşürmeden merak duygusunu ve sürekliliği hep canlı tutarak oynuyorlar. Verilen araya rağmen Bornova Şehir Tiyatrosu oyuncuları oyunun akıcılığından hiçbir şey kaybetmeden izleyiciyi son ana kadar oyunun içinde tutmayı başarıyorlar. Oyunda sahne tasarımı İlker Şahin tarafından yapılmış. Çok az eşya ile çok şey anlatılıyor. Özellikle raylar üzerine kurulan ve sahneyi çepeçevre saran raylı sistem üzerinde yürüyen platform fikri çok başarılı. Sisler ve gölgeler içinde hareket eden küçük bir platformun üzerinde öldürülen anarşist Giuseppe Pinelli ve onu kollarından tutan iki polisi görürüz. Sanki öldürülen işçinin hayaleti bizlere soru sorar gibi bakar. Cinayetin işlendiği o ana geri döneriz. Raylı sistemde hareket eden platform, geri dönüşlerle canlandırmalar yapmak için kullanılıyor. Kursiyer oyuncular da oyunda aktif olarak yer alıyorlar. Bu hem tiyatro yaşamının en başında olan bu genç oyuncu adaylarını heyecanlandırıyor, hem de daha iyi olabilmek adına teşvik ediyor. Seyircilerin arasına yerleştirilen “derin devletin ajanlarını” oynayan kursiyer oyuncuların oyunun akışı içinde hep beraber ayağa kalkmaları, komiser istediği için topluca kahkaha atmaları, alkışlamaları ve “şimdi, kaybolun!” dendiğinde salondan çıkmaları çok iyiydi. Mesaj çok açık. Derin devletin adamları her yerdedir. İstediğimiz her şeyi, her an yaptırabiliriz. Bir işaretimize bakar. Oyunda ışık tasarımı Ercan Gülmez’e ait. Cinayetin işlendiği an olay kırmızı ışığın altında veriliyor. Geçmişte bir anıya geri dönülürken, dramatik anlara vurgu yapılırken kırmızı ışık bir belirleyici olarak kullanılmış. Mesela, Komiser Bertozzo’nun adamın boğazına sarıldığı ve onu öldürmeye çalıştığı sahneyi kırmızı olarak görürüz. Bu anda kırmızı aynı zamanda ölümün de rengidir. Cinayetin işlendiği o dehşet anını başarıyla yansıtır. Akıllı delimiz olayın düğümünü bir el bombasıyla çözer. Deli el bombasını ele geçirip sanki patlatacakmış gibi davranınca kıyamet kopar. El bombasının emniyet piminin çekili olup olmadığını anlamaya çalışan Komiser Bertozzo “aman dikkat edin o el bombasının düzeneği çok karışık” deyince, akıllı delimiz masumane sorar. “Peki, demiryollarında çalışan sıradan bir işçi böylesine karmaşık teknik bilgi isteyen bu el bombasını imal edebilir mi? Ya da kullanabilir mi?” şaşkınlık anını kırılma noktası izler ve bunu takip eden diyaloglardan bu el bombalarının aslında teknik bilgiye sahip derin devlete bağlı adamlar tarafından kullanıldığını öğreniriz. O zaman demiryollarında işçi olarak çalışan Giuseppe Pinelli neden öldürüldü? Pardon camdan atladı ya da atıldı? Neden? Fontana Meydanı bombalaması işçi Giuseppe Pinelli ve dansçı yazar Pietro Valpreda’nın üzerine yıkıldı. Pinelli kaza (!) sonucu ölürken, Valpreda üç yıl mahkemeye çıkmayı bekleyerek tutuklu kaldı. Toplam 16 yıl hapis yattıktan sonra, “suçsuz olduğu” anlaşıldı ve “olaydan aklandı” ! Olayın gerçek sorumlularının “Yeni Düzen” isimli neo faşist bir örgütün üç üyesi olduğu anlaşıldı. 1979’da mahkum olup birkaç yıl yattıktan sonra serbest kaldılar. Bombalamanın askerlerin sıkıyönetim ilan etmesine yol açacak olayları tetiklemek amacıyla düzenlendiğini belirttiler. Devletin çeşitli organları tarafından desteklenen bu örgütle ilgili olarak 1984 yılında kurulan komisyon “Gladio’nun CIA, İtalyan Askeri Gizli Servisi ve İtalyan Sağcı Teröristlerle birlikte “iç düşmanlara” karşı savaş yürüttüğü ve bombalamanın bu doğrultuda gerçekleştiği” sonucuna varır. Fontana Meydanı olayında halkın ürkütülüp korkutulmasıyla birlikte halkta “haklar mı yoksa güvenlik mi daha önemli?” ikileminin yaratılması amaçlanıyordu. Dario Fo’nun oyunu dünyanın bütün sokaklarındaki Giuseppe Pinelli'lere adanmıştır. Bu oyun sessiz kalabalıkların sesi oluyor. Gırtlağına kadar magazinin içine batmış pespaye bir dünyada gerçek hayatın içinden gelen insanların çığlığını yansıtıyor. Mizahın vurucu gücüyle tiyatro sahnelerinde, akıllarda, yüreklerde ve vicdanlarda sonsuza kadar aynı tazelikte yaşıyor... Dario Fo’nun ölümsüz eseri “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu Nedret Güvenç Sahnesinde Kasım ve Aralık ayları boyunca görülebilir. Bornova Şehir Tiyatrosu gişesinden (0232 999 29 29 / 36 10 ve 0507 044 07 84) oyun gösterim tarihleri ve bilet satışı hakkında gerekli bilgi alınabilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |