Bir sanatçı başarısız olamaz; sanatçı olabilmek bir başarıdır. -Charles Horton Cooley |
|
||||||||||
|
Seval Deniz Karahaliloğlu Şair, “yaşama sanatı” adına bir kez daha “düşün” diyor. Kendine acımayı bırak, dünyaya bak. Yaşamak cesaret işi. Biraz cesur ol. Mesela, Hiroşima’ya atılan bombadan dolayı hayatı kararan Japon balıkçı ol. Kapkara yüzen bir tabut içinde haykıran bir sevgili, acı çeken bir balıkçının ta kendisi ol. Çaresizlik nedir bil. Mesela, o uçsuz bucaksız denizde tutulan her balığın ölüm demek olduğunu bil. Bilmekten öte içinde “hisset”. Yapabilirsin. Sen artık “o” olursan, bir insanın sevdiğini bir daha kucaklayamamasının nasıl bir acı olduğunu ancak o zaman anlayabilirsin. Biz artık biliyoruz. Çünkü Nazım bizi Japonya’ya götürdü. O lanetli bombanın atıldığı anın hemen sonrasına gittik. Biz artık Japon balıkçıyız. Bütün o boğucu acıya rağmen, “yaşamak lazım”. Çünkü Nazım öyle diyor. Yoksa Genco Erkal mı? Yarın öleceğini bilsen bile bir ağaç dikecek kadar “ciddiye alacaksın” yaşamı. Öyle torunlarına filan kalır diye değil. Yaşamı “ciddiye” aldığın için. Çünkü yaşamak çok “ciddi” bir iş. Bu hayattaki en önemli meselen. Her anın hakkını vererek yaşayacaksın. Yaşadığına değecek. Mesela, içerde 10 yılın geçmiş. Sen içeri girdiğinde ana rahmine düşen bebekler bugün 10 yaşında çocuklar olsa da sorun eğer vatansa “benim içerde geçirdiğim 10 yıl laf-ı güzaftır” diyebilecek kadar cesur olacaksın. “Yaşamaya Dair”, Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi'nde yattığı dönemde kaleme aldığı şiirlerden oluşuyor. Şairin ölümünün 50. yıldönümü için Genco Erkal'ın uyarlayıp yönettiği oyunda, Tülay Günal karşımıza şairin karısı Piraye olarak çıkıyor. Oyun şairin hayatını, yaşadığımız dünyayı, insanları nasıl algıladığını anlatıyor. Yazdığı her cümledeki farkındalık, yaşadığımız gerçeğe ayna tutuyor. “Yaşamaya Dair” sıradan bir oyun değil. İnsan olabilme destanı. Şimdi “insani değerleri” tekrar anımsama vaktidir. Şair Nazım Hikmet’ten yüreğimize ve vicdanımıza seslenen dizeleri Genco Erkal’dan dinliyoruz. Hayatın değerini bilebilmek, anlamak ve farkına varmak üzerine bir güzelleme bu. Aynı zamanda, oyun görkemli bir müzikal gösteri özelliği de taşıyor. Tülay Günal Nazım Hikmet’in şiirlerini şarkılar olarak seslendiriyor. Muhteşem bir ses var sahnede. Her nota, her kelime içimize işliyor. Söylenen bütün sözler anlamlarının ötesine geçerek duygu olarak bir daha asla silinmemek üzere yüreğimize kazınıyor. Olağanüstü güzel müzikleri ve bu müziklerin mükemmel bir biçimde seslendirilmesi, şairin yazdığı her dizeyi bizzat yaşayarak hissetmemizi sağlıyor. Oyunda çok sayıda bestecinin müzikleri kullanılmış. Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Timur Selçuk, Tolga Çebi, Tarık Ünsal, Edip Akbayram ve Nadir Göktürk’ün besteleriyle gerçek bir müzik ziyafeti izliyoruz. Sahnede kocaman dev bir çocuk. Gözlerinin içinden yüzüne doğru yayılan aydınlık bir gülüşü var. Seyirci koltuklarında oturanlara, yüreklerimize ulaşan bir ışıltı yayıyor salona. Karşı konulamaz, bulaşıcı bir yaşama sevinci hepimizi sarıyor. “Güzel günler göreceğimize” dair inançlarımızı tazeliyor. Bizi inandırıyor. Öylesine içten, öylesine samimi ki inanmaktan başka çaremiz yok. Sahnede genç bir adam oluyor, bir anda afacan, hınzır, gözlerinin içi gülen bir çocuk. Birden zıplayıp tahta ranzaların merdivenlerini bir solukta tırmanıyor. Ranzanın tepesine çıkıyor. Büyük bir heyecanla, insanın kendisine ve hayata inanmasının ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Ödümüz patlıyor ona bir şey olacak diye. Ama o aynı çeviklikle çıktığı gibi iniyor. Komşunun ağacına çıkıp erik çalan çocukların masum hınzırlığı var üzerinde. İçindeki çocuğu sahneye salıveriyor, gitsin. İyi de yapıyor, gülen, zıplayan, ses tonu güneşli bir bahar sabahı gibi içimize işleyen bu çocuğu biz çok seviyoruz. Hakikaten sahnede kaç tane adam var? Dirençli, farkındalığı olan bir şair, yaşadığı her anın keyfini çıkaran bir çocuk, dünyanın öte tarafında mesela Japonya’daki bombayı, Almanya’daki toplama kamplarını dert edinen duyarlı bir aydın, oğluna Varna’dan seslenen acılı bir baba, karısını özleyen bir koca, tutkulu bir aşık, gurbette vatan hasreti çeken sakıncalı bir yazar. Kaç tane adam var sahnede? Sayamıyorum. O kadar çoklar ki ve her biri o kadar güzel ki. İnsanın her birine ayrı ayrı aşık olası geliyor. İnsan olabilmenin ve yaşamın ne kadar “ciddi” ve “değerli” bir iş olduğunu bize bir kez daha anımsattığı için. Oyunun akışı içinde, iki şiir arasında verilen anlık eslerde “saat 21” hatırlatmasını duyarız. Nazım’ın şiirleriyle birlikte şairin hayatından kesitler izleriz. Saat 21.00 anonsu, bize şairin Bursa Cezaevinde yattığı gerçeğini de anımsatır. Geriye dönüşlerle, Nazım geçmişinden küçük fotoğraflar paylaşır bizimle. Şiirler yoluyla anlatır hikayelerini. Karısına yazdığı mektuplarda, insani duygular ve hayatın gerçekleri ön plana çıkar. Mesela, idamının istendiği bir dönemde, “daima iyi şeyler düşünmelidir bir mahpusun karısı” diyebilecek kadar “cesur”, hemen ardından “ paran varsa eğer bana bir fanila bir don al” diyebilecek kadar da “gerçekçidir”. Oyunda sahne tasarımı çok akıllıca yapılmış. Sahnenin sağında ve solunda yer alan iki ahşap ranza bize Bursa Cezaevinde olduğumuzu anımsatıyor. Öte yandan şairin sürekli mektuplaştığı karısı Piraye var. Şairin yazdığı mektupları Piraye’nin evinde okuduğunu görürüz. Sahnenin arka planında yer alan büyük ev sanki uzak mesafeleri yakınlaştırır. Hayatları bir türlü kesişemeyen iki insanın nasıl birbirine değmeden uzakları yakın kılarak tutkuyla birbirini sevdiklerini görürüz. Mesela, Piraye cama çıkar şarkısını söylerken uzaklara, Nazım’a doğru bakar. Sanki pencereden uçup, mesafeleri aşıp, Bursa Cezaevine sevdiğinin yanına konacak gibi dalar gözleri. Evin terasından Nazım’a ve bizlere şarkılar söyleyerek seslenir. Sahnenin solunda yer alan ahşap ranzanın üstü aynı zamanda büyük eve ulaşan merdiveni de içerir. Piraye oyun boyunca merdiveni kullanarak evin çatısına iner, çıkar. Her iki sanatçı da oyun boyunca çok hareketli. Hiç yerlerinde durmuyorlar. Sahnenin her metrekaresini ustalıkla kullanıyorlar. Onların bu akıcı oyunculuğu seyirciye de yansıyor. Bütün dikkatimizi oyuna verdiğimiz için zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile. Seslendirilen şarkıların temposuna göre oyuncuların hareketleri yavaşlıyor, hızlanıyor ama esas olan şey oyun boyunca akıcılığın korunması. Oyunda bölümler arasında geçişler o kadar mükemmel ayarlanmış ki, hiçbir duraklama yok. Her şey çok hızlı seyrediyor. Oyunun müthiş bir iç temposu var. Oyunun ritmi sanki bir kalp atışı gibi. Bir an geliyor, kalbimiz oyunun temposuna endeksli olarak atmaya başlıyor. Oyunun kostümlerini Özlem Kaya, ışık tasarımını Yüksel Aymaz, koreografiyi Sernaz Demirel ve müzik direktörlüğünü ise Yiğit Özatalay yapıyor. Oyun boyunca sahne arkasında şarkılarda Tülay Günal’a piyanoda Yiğit Özatalay ve viyolonselde Deniz Doğangül eşlik ediyorlar. Müziklerin daha önce hazırlanmış bir kayıttan değil de canlı olarak seslendirilmesi, oyundaki “sahicilik” duygusunu güçlendiriyor. Salonda sıcak bir atmosfer yaratarak seyirciyi oyuna dahil ediyor ve seyirciyle oyuncular arasındaki mesafeyi kaldırıyor. Oyundaki şiirlerin lezzeti damağınızda kaldıysa, oyunla ilgili kitabı seçkin kitapevlerinden edinebiliyorsunuz. Kitap hem geleceğe kalacak çok kıymetli bir belge özelliği taşıyor, hem de bütün şiirleri dört ayrı CD’de Genco Erkal’ın sesinden dinleyebilmenin keyfini çıkarıyorsunuz. “Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni” YKY çıktı ve kitapçı raflarında yerini aldı. Oyundan bize kalan, kıssadan hisse “ Genco Erkal’ın dudaklarından dökülen her dize, bize anamızın ak sütü gibi helal oluyor”. Bir kez daha inanıyoruz ki gelecekte “günden kalanlar” arasında en önde Genco Erkal olacak. Onu sahnede izlemek, sahneden seyirci koltuklarına yansıyan enerjisini, rüzgarını hissetmek ve bunu yaşamak başlı başına bir ayrıcalıktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seval Deniz Karahaliloğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |