• İzEdebiyat > Öykü > Kent |
81
|
|
|
|
Anthony Hopkins, Legends Of The Fall adlı filmin bir sahnesinde tek gözünü kısarak sigarasını yakar, söndürmek için dirseğinden kolunu kırarak kibriti sallar ve atar. Oldukça karizmatik gelmiştir bu hareket bana. Hatta birkaç paketliğine hareketi çalışmışlığım da vardır. Vasati kırk hareket.
|
|
82
|
|
|
|
Şu yol denilen kaderin benimle bir oyunu belki de, umutsuzluğun doğurduğu yüreklilik.Sanki ağlayan çocuk,sanki gülen bir göz…Şu bir vakitsiz süre bir saat vuruşu ile bir sonraki saat vuruşu arasındaki süreden de kısa aslında.Rüzgar renkler ,ufuk bir başka kantin tarafından bakınca…Sisli görünüyor Ankara…Ne de kirli şehir.Yakışıyor ismine “An-“Kara” yani yaşadıkların kader der gibi…
|
|
83
|
|
|
|
Ben on beş yıldır Ankara'da taksicilik yapmaktayım. Genelde geceleri çalışırım. Doğrusu işimi de çok seviyorum. İşim sayesinde bir çok heyecan verici veya tatlı maceralar yaşadım... |
|
84
|
|
|
|
Mahir daha önce de ziyaret ettiği her halinden belli olan bir kadına selam verdi.”Emanetleri teslim edeyim geleceğim” dedi. Kadın Mahir’i tanımamıştı. Kime baktığı bile belli olmuyordu. “Haydi koçum sırana” dedi. |
|
85
|
|
|
|
hayat gercekten sevgili mi? |
|
86
|
|
|
|
Kadınların gözyaşlarını saklama şekilleriyle yataktan çıktıktan sonraki giyinme şekilleri arasındaki benzerlik çarpıcıydı. Her ikisini de arkalarını dönüp, erkeği yok sayarak yapıyorlardı. Garip bir teşhir yöntemi olmakla birlikte etkisiz olduğunu söylemek benim açımdan olanaksızdı.
|
|
87
|
|
|
|
Ufku kapatmış dar sokaklar, gözlerin takip etmekte zorlandığı caddeler, kornalar ve ağız bozmadan ilerleyemediğiniz yollara sırt dönüp hür havayı ciğerlere ilk solukta çekebildiğiniz bir yerdir orası. Rumeli Hisarı ile Anadolu yakasındaki kardeşini biri birine bağlayan İkinci Köprünün altından geçip Marmara’ya koşan akıntı; her saniye renklenen ve insana nasıl yaşadığını bir saat misali dönen bulutlarıyla hatırlatan gök tam karşıda durur. |
|
88
|
|
|
|
İçinden, ‘’Çok güzel bir gün olacak, bu gün dünden de iyi’’ diye geçirdi. Temel felsefesi oydu. Her gelen yeni günün bir önceki günden daha iyi olacağına inanırdı.
|
|
89
|
|
|
|
Hepi topu yarım sayfa ilan alabilmek için onca göstermelik ropörtaj, saçma sapan sorular, satış müdürlerinden randevular… Yüzüm sıcak olsun diye boyuna flaş patlatıyordum. Niye? Kime? O da belli değil. “efendim bir de aracın içinde bir poz alalım”, güneşi arkaya almayı öğrenmiştim nasıl olsa. Onca fotoğraf dört yaprak gazetenin neresine sığacaksa, üstelik okuyucu da böyle bir yazı dizisini merakla bekliyordu ya hani. Herneyse; tatsız bir kış, hüküm sürüyordu. Silik ve karaktersiz günlerin birbirini izlediği, insanların gri renkten başka atkı sarmadığı, dudağı uçuklu kızların daha da çirkinleştiği, buza kesen caddelerin ruhsuz duraklarında donakalmış otobüs yolcularının ellerini ovuşturmaya üşendiği, iğrenç bir kış. |
|
90
|
|
|
|
2013 Ağustos’da öldürülen, birbirinden farklı hikayesi olan,26 kadının anısına.
Koşuyordum, yağmurda koşuyordu. Ben yatay, o dikey. İkimizin de derdi başkaydı. O, beni düşünmüyordu ki. Ben, onun farkındaydım, ıslandığım için. Gözyaşlarımın tuzunun, kendine, karıştığını bilse, bu kadar fütursuzca yağar mıydı bilmem. |
|
91
|
|
|
|
Yıl 2002. Aralık ayının on ikinci günü. Soğuk bir Ankara akşamı. Caddeler insan kalabalığıyla dolu. İnsanlar işlerinden çıkmış evlerine varma telaşındalar. Orta boylu,orta yaşlı, esmer,bıyıklı bir adam eski paltosunun yakalarını soğuktan korunmak için kaldırmış Mamak Metro İstasyonuna doğru dalgın dalgın yürüyordu. Elinde bir poşet vardı. Poşetin içinde de yirmi günlük oğluna aldığı bebek maması.
|
|
92
|
|
|
|
Elektriğin, yaygınlaşmaya başladığı yıllardan, çocukluk anıları. |
|
93
|
|
|
|
Kokumu yaşadığını söylemiştin hani Gökyüzüne bakıyorum. Gün batmış. Ben sokağı terk etmişim. |
|
94
|
|
|
|
Evleri tren istasyonuna yakındı. Derslerini bitirdiğinde, hikaye kitaplarını okur ondan da canı sıkıldığında soluğu istasyonda alırdı. Trenlerin varış ve kalkış saatleri ezberindeydi. Trenlerin varış saatine beş dakika kala istasyona gelir, salonda oyalanırdı. Salondaki berber dükkanını pek severdi. Berberin müşterinin saçını kesmesini, usturayı masatlamasını, sabunu köpürtmesini ilgiyle izlerdi.
|
|
95
|
|
|
|
- Herkese odun geliyor. Herkese kömür geliyor. Herkesin evinde sobası var. Herkes evinin içini ısıtıyor.
- Anlamışsın ya işte.
- Onu anladım da, herkes sobalarını balkona çıkarsa her yer ısınmaz mı? Böylece evi ısıtmaya gerek kalmaz dedi.
|
|
96
|
|
|
|
Hayat çift taraflı madeni para gibi. Bir tarafında değeri yazıyor, diğer tarafının ise değeri ölçülemiyor. Fiyatı bilinenlerin öyküsü. Rahatlık içinde yetişip, hayatı tanıyamayanların. |
|
97
|
|
|
|
Yalanın kibar ifadesi bahaneydi ve onun bahanesi şu an yanında samimi samimi gülümsüyordu. Masada otururlarken çantası iki kere daha titredi ve son nefesini verdi. |
|
98
|
|
|
|
Ter kokuyordu Yılmaz topraklardan... Elleri kaplumbağa kabuğu gibi yarıktı, ayakları çıplak... Eski giysileri içinde hala neşeliydi.. /
|
|
99
|
|
|
|
Görmek istediğini görürsün hayatta ve o senin gerçeğin olur. Renkleri gör, iyiyi gör, güzeli gör, aşkı gör, sevgiyi gör. Umut fakirin ekmeği değil, yiğidin zengin menüsüdür. Çiçekleri, gökyüzünü ve aşkı unutma. Gerekiyorsa vefasız sevgilini, adresleri, bir şehri bırak; ama umudu bırakma…
|
|
100
|
|
|
|
Varlık, yokolacak olandır insanda. Yokolmayacak bir şeyi varsa o da 'Onur'udur. |
|