İyi bir aşk mektubu yazmak için, neler yazacağını bilmeden oturman, kalktığında da ne yazdığını bilmemen gerekir. -Rouesseua |
|
||||||||||
|
‘Emekli olunca bir tekne alırım, balığımı tutarım, keyfime diyecek olmaz.’ diye hayal kurduğu memuriyetinin son günlerini artık hatırlamıyordu bile. 32 sene çalıştıktan sonra rahat bir emeklilik istiyordu, her çalışan emekçi gibi onun da hayalleri vardı zamanında. Lakin gelin görün ki, hayat her zaman her istediğinizi size sunmuyordu, takvim tutmazlığı da olabiliyordu yer uymazlığı da. Bazen kişi her şey yoluna giriyor diye düşünür ama bir yerlerden o yoluna girdiği düşünülen adımlara bir çelme illaki gelirdi. Öyle olmuştu, 25 sene çalışıp emekli olduktan sonra, emekliliğinde eşi hastalanmış, eşinin tedavi masrafları için yeniden iş arayışlarına girmişti adam. Emekli aylığıyla eşinin ilaç ve tedavi masraflarını karşılayabiliyordu ama kendi geçimlerine yetecek meblağ kalmıyordu geriye. Hayallerini attı çöpe, düşünmedi hiç. Hayal çöpe atınca ses çıkarmazdı ama insanın içinde yankı bulurdu o sessizliğin gürültüsü. Öyle olmuştu ama ne yapabilirdi ki emekli adamcağız? Eşini bir başına mı bırakabilir miydi? Çocukları desen kendi hayatlarının telaşesine düşmüş, haftada bir görür olmuşlar birbirlerini. Bazen ise telefon olmasa seslerini işitemez olmuşlar. Birbirlerine omuz vermezlerse, nasıl ayakta durabilirlerdi ki? Eşine omzunu verdi adam. Hayalleri arkasında kaldı, yankısı içinde. Memuriyetinde öğretmendi. 32 senesinde neler görmüş, neler yaşamıştı. Ne çocuklar yetiştirmiş, ne gelecekler büyütmüştü belki anlattıklarıyla. Gelin görün ki zaman çok vefasızdı. Yaşı ilerledikçe, suretiyle beraber bıraktığı izler de unutulmuştu. Öyle olmaz mıydı ki zaten, zaman bir silgi değil miydi? Milyarlarca insanın yaşamını zaman silmemiş miydi? Daha öncekiler gibi yine şu anının insanını zaman silecekti, daha öncekileri sildiği gibi. Daha sonrakileri de sileceği gibi. Herkes, hepsi zaman silgiyle silinip gidileceklerdi. Eski dostlarına iş için danıştı, bulamadı. Dershanelerde ders vermeye kalkışsa, paralı çocukların bitmek tükenmek bilmeyen problemleriyle baş edemezdi, artık yaşı oldukça ilerlemişti üstelik yeni nesil çocuklar eski nesillere benzemiyordu. Çünkü teknoloji denen bir şey vardı artık hayatlarında. Teknoloji geliştikçe çocukların yaratıcılıkları yitmiş, odaklanmaları azalmış, tüketmeleri ise çabuklaşmıştı. Çabuk sıkılırdı artık günün çocukları. İlgilerini çekmek zordu. Sürekli değişen ve gelişen teknoloji bu durumu yaratmıştı. Ayak uyduramadığı için baş edemiyordu gençlerle. Yapamam, dedi, istemedi öğretmenliği tekrardan. Onun yerine dertsiz tasasız olacağını düşündüğü, taşeron bir firmada temizlikçi olarak işe başlamaya karar verdi. Goncunmazdı, utanmazdı. Nihayetinde ne hırsızlık yapacaktı ne de birilerinin sırtından para kazanacaktı. Onuruyla çalışıp, hanesine emeğiyle kazandığı parayı götürecekti. Eşi ve çocukları istemedi bu işi ama o çalışmak istiyordu ve biraz da çalışmak zorundaydı. Kimseye muhtaç olmak istemiyordu, onurunun yanında gururu da dimdik ayaktaydı, kendi dizleri romatizmadan sızlasa bile. Büyük bir plazada işe başladı adam. İş hayatının pisliğini temizliyordu. İş kıyafetlerini giymiş, düşüncelerini ve zihinlerini ve hayallerini ücreti karşılığında kiralamış insanların masalarını temizliyor, kolidorlara paspas atıp, tuvaletleri yıkıyordu. Belirlenmiş çalışma koşullarına uyuyor, sorumlu olduğu katı gün boyunca voltalıyordu. Sabahın erken saatinden akşamın mesai bitimine kadar hatta haftanın birkaç günü toplu bina temizliği yapıldığı için daha fazlasında koşturuyordu adam. Kendinden yaşça çok ufak plaza çalışanlarını seyrediyor, onların üzerinde gördüğü ve tanıyamadığı tavırları, hareketleri, insani yaklaşımları akşamları evinde uykuya giderken düşünüyordu. İnsan para kazanmak için onu insan yapan tüm varlıklarını yok edebilir miydi gerçekten? Daha rahat yaşayabilmek için, bir başkasının emeğini gözünü kırpmadan yok sayabilir miydi? Bu sahte ve yılışık ilişkiler hiç mi midelerini bulandırmazdı? İşleri olmazsa aynı ortamda bulunmaları imkan dahilinde olmayan bir sürü insan, nasıl bu kadar ustaca yalancı memnuniyeti oynayabiliyorlardı? Her şey para mıydı? Her şey olmayan sahte varlıklara ve değer olgularına tapınma mıydı? Her gün bu soruları düşünüp, bu senaryoları seyredip, bu dışarıdan seyredilmesi bile dayanılmaz olan hayata ucundan da olsa katılıyordu adam. Pek kafasına takmamaya çalışsa da gözün gördüğüne akıl kayıtsız kalamıyordu. İşine odaklanıyor, kendine laf gelmesin diye çabalıyordu. Çünkü biliyordu ki, bu hayatlarda en çok lafı, en az para kazananlar işitirdi. Bu hayatın en bariz ve somut gerçeği buydu. En çok en altta kalanlar eziliyordu. Bir gün eşi çok hastalandı sabahtan, iş yerine haber vermeden hastaneye yetiştirdi kadını adam. Bu beklenmedik durum neticesinde işe geç kalacaktı. Ama sağlık problemiydi bu, anlayış gösterirler herhalde diye düşündü. Acilde gerekli müdahale yapılıp da kadın kendine gelince evine dönmek istedi, adam ısrar etse de kadının dediği oldu. Evine götürdü kadın adam. Kadını eve bıraktıktan sonra olabildiğince çabuk işine gitmek için yola koyuldu. İşe geldiğinde amirine durumu açıkladı. Yine de yarım gününü kestiler maaşından. Olur demekten başka çaresi yoktu. Böyleydi çünkü iş hayatı, senin zayıf anını beklerdi, sen cevap veremezdin. Sadece boyun eğmek zorundaydın. Üstünü değişti, bekleyen işlerini yapmak için katına çıkmaya başladı. Katında rutin işini yaparken çalışanlardan biri adamı tuvaletin pis oluşundan ötürü azarlamaya başladı. Böyle bir rezalet görmemişti hayatında. böylesine bir şirkette böylesine bir durum akla hayale sığmazdı. Gözlerini sanki dünyanın en ağır suçunu işlemişçesine üzerine dikmiş ve oldukça sinirli ve sert bir şeklide konuşan ve susmayan ve haklılığından zerre şüphesi olmayan gömleği ütülü, patronunun hediye ettiği kravatını takmış, saçları taralı, yüzü tıraşlı, pabuçları boyalı genç adamın yüzünde dolaştırdı usulca. Çocuğum yaşında değil diye düşündü. Bir şey söylemedi. Genç adam sinirli sinirli ofisine doğru yürümeye koyuldu. Temizlik arabasını tuvaletlere doğru sürmeye başladı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Caner Almaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |