• İzEdebiyat > Öykü > Kent |
61
|
|
|
|
Herta Müller'den bir tatil öyküsü. |
|
62
|
|
63
|
|
|
|
Sonunda evden çıkmaya karar verdim.Ama bu kararı uygulamak için de birkaç günün daha geçmesi gerekiyordu.... Güya ilaçları günü gününe kullanmam gerekiyormuş. Bir gün bile aksaklık büyük zarar verirmiş. Tedavi sürecini alt üst edermiş. Ama buna rağmen arada bir de ufak birkaç şişe devirmeyi başardım. Bazı büyüklerim de tedaviye destek için namaz kılmam için telkinlerde bulundu. Doktor sorunu düzgün bir türkçeyle izah ediyordu. Hayal dünyasında yaşıyormuşum güya. Ve üstelik çevreye, tabiata, insanlara hatta hayvanlara da şüpheyle bakıyormuşum.
|
|
64
|
|
|
|
Roza haklıydı dönmeliydim! Benim etrafında döndüğüm merkez İstanbul ve Roza’ysa ayaklarımı yerden kesen bu durum iki korkulu rüyaya da koşmak demekti. İstanbul ve aşk! Bu iki sözcük kelimelerin sihriydi, Aşk kelimesi İstanbul kelimesinin yanına ne çok yakışmıştı. İkisine de aşıktım. |
|
65
|
|
|
|
Bir sabah Ekrem kalktı karısı yanında yatıyordu “herhalde erken uyandım” dedi yine gözlerini kapadı |
|
66
|
|
|
|
"Dostum ben o herifi gebertebilirdim. İşerken saygısızlığa asla müsamaha gösteremem bilirsin."
"Ne gösteremezsin anlamadım?"
"Neyi anlamadın?"
"Ne göstermediğini anlamadım."
"Dostum göstermediğim bir şey hakkında burada neden konuşayım ha? Salak mıyım ben?"
"Ben de onu diyorum dostum. Madem göstermiyorsun neden göstermediğini bize gösteriyorsun?"
|
|
67
|
|
|
|
Hadi hep birlikte unutulmamak için, mutlu olmak için bu şehre ve bu yurdun insanlarına layık olmak için bu şehre hizmet etmeye var mısınız? Bu nu bir özür olarak da borçlu değimlisiniz? Şarkıların dediği gibi ‘Ah İstanbul! İstanbul olalı görmedi böyle bir keder’ sözleri bizi kışkırtsın! |
|
68
|
|
|
|
Elini sokup yeleğinin cebinden bir avuç çakıl taşı çıkardı “sana bunları vereceğim , ama … eğer İstanbul beni sorarsa onu görmedim dersin”
Taşları avucuma bıraktı, çantasını sırtlanıp ,ışıldağını söndürdü …
|
|
69
|
|
|
|
Biraz mizahi lisan katmaya çalıştığım, evvelinde Çanakkale'de yaşanan gerçek bir gemi kazasını temel alarak yazdığım öyküm... |
|
70
|
|
|
|
Şu yol denilen kaderin benimle bir oyunu belki de, umutsuzluğun doğurduğu yüreklilik.Sanki ağlayan çocuk,sanki gülen bir göz…Şu bir vakitsiz süre bir saat vuruşu ile bir sonraki saat vuruşu arasındaki süreden de kısa aslında.Rüzgar renkler ,ufuk bir başka kantin tarafından bakınca…Sisli görünüyor Ankara…Ne de kirli şehir.Yakışıyor ismine “An-“Kara” yani yaşadıkların kader der gibi…
|
|
71
|
|
|
|
Anthony Hopkins, Legends Of The Fall adlı filmin bir sahnesinde tek gözünü kısarak sigarasını yakar, söndürmek için dirseğinden kolunu kırarak kibriti sallar ve atar. Oldukça karizmatik gelmiştir bu hareket bana. Hatta birkaç paketliğine hareketi çalışmışlığım da vardır. Vasati kırk hareket.
|
|
72
|
|
|
|
Ben on beş yıldır Ankara'da taksicilik yapmaktayım. Genelde geceleri çalışırım. Doğrusu işimi de çok seviyorum. İşim sayesinde bir çok heyecan verici veya tatlı maceralar yaşadım... |
|
73
|
|
|
|
hayat gercekten sevgili mi? |
|
74
|
|
|
|
İçinden, ‘’Çok güzel bir gün olacak, bu gün dünden de iyi’’ diye geçirdi. Temel felsefesi oydu. Her gelen yeni günün bir önceki günden daha iyi olacağına inanırdı.
|
|
75
|
|
|
|
Ufku kapatmış dar sokaklar, gözlerin takip etmekte zorlandığı caddeler, kornalar ve ağız bozmadan ilerleyemediğiniz yollara sırt dönüp hür havayı ciğerlere ilk solukta çekebildiğiniz bir yerdir orası. Rumeli Hisarı ile Anadolu yakasındaki kardeşini biri birine bağlayan İkinci Köprünün altından geçip Marmara’ya koşan akıntı; her saniye renklenen ve insana nasıl yaşadığını bir saat misali dönen bulutlarıyla hatırlatan gök tam karşıda durur. |
|
76
|
|
|
|
2013 Ağustos’da öldürülen, birbirinden farklı hikayesi olan,26 kadının anısına.
Koşuyordum, yağmurda koşuyordu. Ben yatay, o dikey. İkimizin de derdi başkaydı. O, beni düşünmüyordu ki. Ben, onun farkındaydım, ıslandığım için. Gözyaşlarımın tuzunun, kendine, karıştığını bilse, bu kadar fütursuzca yağar mıydı bilmem. |
|
77
|
|
|
|
Hepi topu yarım sayfa ilan alabilmek için onca göstermelik ropörtaj, saçma sapan sorular, satış müdürlerinden randevular… Yüzüm sıcak olsun diye boyuna flaş patlatıyordum. Niye? Kime? O da belli değil. “efendim bir de aracın içinde bir poz alalım”, güneşi arkaya almayı öğrenmiştim nasıl olsa. Onca fotoğraf dört yaprak gazetenin neresine sığacaksa, üstelik okuyucu da böyle bir yazı dizisini merakla bekliyordu ya hani. Herneyse; tatsız bir kış, hüküm sürüyordu. Silik ve karaktersiz günlerin birbirini izlediği, insanların gri renkten başka atkı sarmadığı, dudağı uçuklu kızların daha da çirkinleştiği, buza kesen caddelerin ruhsuz duraklarında donakalmış otobüs yolcularının ellerini ovuşturmaya üşendiği, iğrenç bir kış. |
|
78
|
|
|
|
Yıl 2002. Aralık ayının on ikinci günü. Soğuk bir Ankara akşamı. Caddeler insan kalabalığıyla dolu. İnsanlar işlerinden çıkmış evlerine varma telaşındalar. Orta boylu,orta yaşlı, esmer,bıyıklı bir adam eski paltosunun yakalarını soğuktan korunmak için kaldırmış Mamak Metro İstasyonuna doğru dalgın dalgın yürüyordu. Elinde bir poşet vardı. Poşetin içinde de yirmi günlük oğluna aldığı bebek maması.
|
|
79
|
|
|
|
Elektriğin, yaygınlaşmaya başladığı yıllardan, çocukluk anıları. |
|
80
|
|
|
|
Kokumu yaşadığını söylemiştin hani Gökyüzüne bakıyorum. Gün batmış. Ben sokağı terk etmişim. |
|