Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
İşte baş başayız. Bakma öyle sağına soluna, okuduğun yazının yazarıyla, yani benimle konuşuyorsun. Sadece biz ikimiz haberdarız bundan. Ben seni görüyorum orada. Sen sensin, bense sadece okuduklarınım. Karşılıklı konuşmamız olanaksız, ben seni tanımadan, görmeden bilmek zorundayım, hadi iyisin, yapacağın tek şey oturduğun yerde olmak olacak. Bu olmak zorunda, iletişimimiz sen okudukça var olabilir. Görüyor musun varlığımı sürdürmenin zorluğunu: seni okutabilmeliyim, yoksa kaldırıp atarsın ve o anda bütün ilişkimiz biter. Denetim sende, bense seni memnun etmek zorundayım; desem tamamen doğru olmaz, çünkü ben burjuva sanatçısı değilim. Yazılarımı sen okur hanım efendinin ya da bey efendinin keyfi yerine gelsin diye yazmıyorum. Keyfini kaçırmak için de yazmıyorum ama bunu çok istediğimi itiraf etmeliyim. Seni şu ya da bu şekilde kendin ve yaşam hakkında düşündürmek derdindeyim. Bunda ne çıkarım mı var? Bırak orası da bende kalsın. Ben senin içine inmeliyim. Heyecanlandırarak, kimi zaman sarsarak kimi zaman mutlu ederek, ağlatarak, şaşırtarak belki. Nasıl olacağına karışma sen, o benim işim. Biliyorum içten içe sevindiğini. “Ben zor bir okurum, şimdi ayvayı yedin” diyorsun. Hadi bakalım.... Belki öğrencisin, işçi, işsiz, dertli, dertsiz, anne, baba, mahkum, hasta, asker, gurbet elde yalnızsın belki de. Cebinde son birkaç liranı harcıyorsun sonra ne olacağının endişesi içinde. Belki aşık bir delikanlısın; geberiyorsun da elinden bir şey gelmiyor. Ucuz şarapları içmekten iflahın kesilmiş. Ya da fıstık gibi bir kızsın ama o itoğlusunun aldırdığı yok. Kendini çirkin sanıyorsun diğer kızlara nazaran, çirkin kadının olmadığı gerçeğinden haberin yok belki. Her neysen sen daha iyi biliyorsun, evet, senden bahsediyorum. Aşık olup ta “seviyor-sevmiyor” papatya yoldun mu sen hiç? Ben yoldum. Ama çabuk çaktım manzarayı. Sevmiyor dan başlarsan seviyor, seviyor dan başlarsan sevmiyor çıkıyordu; bazen da istediğim çıkmıyor, kendime yalan söylüyordum. Satı’nın beni sevdiğini anlamak için o karar çok papatya yolmuştum ki sonbaharın geldiğini bile anlayamadım. Satı beni satıp okulun en çirkin oğlanıyla arkadaş oldu. O gün bugündür aşık oldu mu papatya yolmaktan uzak dururum. Aşık olduk diye zavallı papatyaların kolunu kanadını kırmak niye. Lisedeydik. Aynı mahallede, aynı okullarda çocukluğumuzdan beri beraberdik. “Dünyanın sonu mu gelir lan” dedim kendi kendime. Söyle gitsin, “seni seviyorum kız, ne diyorsun bu işe” de. Şöyle dik dur, ha işte öyle rahat ol ve hiç korkma dosdoğru üzerine git. Ne yani oğlum biz delikanlıyız, kızdan mı korkacağız. Bak işte geliyor, tamam, rahat ol, her şey tam düşündüğün gibi olacak, o da seni sevdiğini söyleyecek… Ne? O da “seni seviyorum” derse peki ben nasıl bakacağım yüzüne, ne diyeceğim? Allah allah, işin bu tarafını hiç düşünmemiştim iyimi, ne olacak şimdi? Eyvah artık çok geç geldi bile. “ Merhaba, ne haber?” “Merhaba, nasıl olsun, işte… Otobüs bekliyorum…şey…pardon, ne otobüsü, seni bekliyordum…” “Ne oldu böyle heyecanlısın? Maç mı yaptınız yine?” “Şey he ya, maç yaptık… Kaybettik ama…” “Ay şu oğlanların top derdini anlayamıyorum, ne anlıyorsunuz onca sırık bir topun peşinde koşmaktan?” “Bilmem, spor işte… Nasılsın Ayşe?” “İyiyim sağol, bütün hafta sonu fizik çalışmaktan kafama ağrılar girdi. Şu lise bir bitseydi, değil mi?” “Öyle, liseyi bir bitirseydik… gider…daireye…memur…imza…şey…” “Neyin var senin bugün?” “Niye?” “Çok kekeliyorsun da…” “Sana bir şey desem…” “Ee…de hadi!” “Şey…” “Ne?” “Ayşe be…ben.. ben var ya ben…” “Evet sen…” “Ben, hıyarın biriyim…" “Ne oldu da?” “Ben seni seviyorum… Oh be…” “Öyle mi… Bende seni seviyorum canım arkadaşım benim…” “Kız öyle değil, ben sana aşığım…” diyemedim. Liseyi bitirdikten sonra hıyarın biriyle evlendi, üstelik beni de düğününe davet etti. Oysa ucuz şarap ve sarı leblebi eşliğinde ne aşk şiirleri yazmıştım ona. Mahallenin en güzel kızı, Leyla ablasıydı o. Uzun örgülü sarı şaçlarını açıp da gelirdi bakkala, bir ekmek, ozon suyu ve her defasında bir gofret alırdı. O bana aşıktı. Bunu herkesin yanında söylerdi, “ben bu oğlandan başkasına varmam” derdi. Acayip kıskanırdım bakkalın oğlu Mahmut’u. Benim Leyla’da gözü vardı namussuzun. Ama ben varken Leyla ona yüz mü verir… Her gün bize gelir annemin babamın yanında beni sevdiğini söylerdi. Tutar birde öperdi iyi mi. El alemin diline düşmüştük. Mahallede bebeler saklambaç oynamaya çağırırlar ama ben gitmezdim, ne de olsa ben nişanlı sayılırdım. Bir gün misafirler geldi mahallenin Leyla ablasına. Herkes gülüp oynuyordu. Teybe bir oyun havası koymuşlar göbek atıyorlardı kocaman kadınlar. Neler olup bittiğini anlamak için eve gittim. O hoo, alem vardı. Kadınların arasından zorla geçip ortada oynayan Leyla’ya ulaştım. Beni gördüğünde “Aha nişanlım gelmiş” deyip kucağına aldı. Anladım ki bu nişan Leyla ablanındı. Hüzünlü olduğumu anlayıp burnumu sıktı: “Kıskandın mı lan, ha! Merak etme, seni görmeye geleceğim, hem hemen yarın gidiyor değilim ya. Ne yaparsın sevgilim aramızda yaş farkı var…” dedi. Ben beş, o yirmi beş yaşındaydı. Yazları çimlere sırt üstü uzanıp bulut oyunu oynadın mı sen hiç? Birkaç arkadaş sırt üstü yatarsın, kollarını kafanın altına yastık eder, ağzına kovboy usulü bir çöp alır gözlerini bulutlara dikersin. Sonsuz mavide beyaz bulutlar şekilden şekle girer, at olur, eşek olur gülersin. “Bak bak benim bulut araba oldu.” “Sen hele benimkine bak tren vallahi…” “Neresi tren lan onun, o olsa olsa ev olur.” “İyi bak… bak görüyor musun tekerlerini? ” Baktıkça istediğin her şeyi görürsün bulutta. Görmek istediğin her şey olur. Bulutu küçültür, büyütür, dağ yapar, ev yapar, deniz yapardık. Birlikte oynayalım mı bu oyunu? Seninle şimdi burada, var mısın? Nasıl mı? Şöyle: Problemlerini küçült, karart, ufacık yap ve uzaklaştır kendinden. Nasıl hissediyorsun kendini? Şimdi de bütün iyi anılarını büyüt, renklendir, parlat. Nasılsın? Bu oyunu her zaman ve her yerde oyna, arkadaşlarına da öğret. Görmek istediğini görürsün hayatta ve o senin gerçeğin olur. Renkleri gör, iyiyi gör, güzeli gör, aşkı gör, sevgiyi gör. Umut fakirin ekmeği değil, yiğidin zengin menüsüdür. Çiçekleri, gökyüzünü ve aşkı unutma. Gerekiyorsa vefasız sevgilini, adresleri, bir şehri bırak; ama umudu bırakma… Şimdi seni kendinle baş başa bırakıyorum. Ben mi? Ben artık senin bir gerçeğinim. Karamsarlığa düştükçe benimle bulut oyunu oynarsın.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Poyraz Vurgun, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |