Ben bir kuşum; uçtum yuvadan... Artık ben nerede, eve dönme isteği nerede?.. -Leyla ve Mecnun, Fuzuli |
|
||||||||||
|
Sarart bakışlarını sen de kabaca yelkovanın Statik hazinesinin uçkuru düşük uçuşlarına durma iris! Ayazizinin baki kaldığı yelevhamının doldur boşalt soğrulmuş efsunlarında Harlanmış dünle kanatıldığında tenin, sonsuzda ellerim bir trajedi aradı Faust’u kabarelerde arayan boş çocuk sonunda konuştu: soluk ten, nasıl ortaoyuncu bir manevra! Çıkar mı can alıcı bir kara kuşun pençeleriyle içimizden bir fukaranın ateşi? Çözümlenememişlerimizde kaç çılgın bakirenin astımı cirit atar? Oyundandır demeliyim bunlar, kime verilip hiç alınmamış bıçak komedyalarından; Kızlığı bozulmuş bir yaz gecesi kabusunun ip-bıçak ilişkileri. Dışa dönük bir iç organ avcılığından! Etin metale manyetasından! Dokun, bak ellerinle, ara vücudumda, Nasıl gezinmekte siyanür! Nasıl kol gezmekte bacaklarımın arasında! girdabın içinde nasıl uyumakta! İşte, şimdi durdurma bakışlarındaki mağrur ve ateşli kadını; Sıyrıl masumiyetinden, sarı bir filtreyle ört bakışlarını, Göz çekimi bir otuzbeş milimetrelik şeritte geç Hep sararıp sonbaharda yakılan tarihin yapraklarına Rengin paletinde yok yerin, kutsanmış sularda yıkanmış bir tuval aşina bu olmazlığına ey haki bir efsuna bulanık Juliet ne kadar boşlukla öpüşürsem daha bir içimi katıyorum karanlığına. Gölgeye bakış kattım, nüfus kütüğüm yaptım şimdi bu zehri, Akrebi seven çocuk yelkovana aşık oldu, Kanayan yerlerimden düşen damlalar tüm şehri kızıl bir mateme soksun Ne farkeder! Kaç yazar aşksız bir şairin kör elleri! Kim görür, kim bilir şimdi; bu yoz hırçınlığın, Bu parçalanmış bileklerim, neden? tüm Verona’nın körpe fahişeleri görsün diye mi bu asi yüzüm! Tüm Verona yıkılsın diye mi gözkapaklarındaki özlü ahkâm! Gözbebeğinde dokunaklı bir anıtmezar, Gözbebeğindeki aşka karanlık bastığında kimler dokunacaklar! İris: kapalı bir göğün içinde aniden beliren bir parlak yüz. Geçer avuçlarımdan şehrin maymun iskeletleri, Salonların sıkıcı beşbenzemez derebeyleri ağıraksak salınırlar; Notalar kaçadurur, ölçü çizgileri silinir, Duyu organı yitmiş sarhoşlar gezinirler gece olunca o’pera’daki maymun sonatında. Senin karanlık yüzünde dolunaylı bir vurgun Sinsi bar ağrı kol gezer; senin simsarın bu hiciv; Ey med! Gönder geri organizmamın siğilli hicranlarını! Kör ve geme farelere at henüz kemirilmesi tamamlanmamış yaralarımı! Ey gün, gel yeni gün! Cezirle birlikte gözbebeklerinde payidarlar işe başlayacak! Cezirle birlikte gelecek İris! Kabaca donattığın bu ağır yürek; Akrep masalları, o’pera’da bir maymunun yakarışı gibi Al bu asi beden, yüke el pençe divan, dudağa bin buse Her yakarışımda bilmem kaç çavlan vurur içime hızla ya da aheste! Cezirle birlikte geleceksin Ey gözü kar bedeni paslanmış Juliet! Hangi karanlıkta kalışımızdı kimbilir, şehrin ışıkları dokunuyor her nefesimize! Juliet değilsin elbette, bu yalnızca yalınayak bir kumar; Ne bir çömez düşmansın bana, ne damıtılmamış bir siyanür dudağında; Ne büyü var, ne öngörü, ne sardunyalar... Soykütüğünün parmak uçlarından gönder bu devri eskiye, Aç anahtarlarının saklı olduğu kilitli dolabını, Aç ki göreceksin; Juliet değilsin elbette, hiç değilsin bir masal Al hicaza it beni, bir İtalyanca öyküden alıkoy, Unut soy ismini, unut seni sen edeni, unutabildiğince gel, Bir cezir vakti sıyrıl Capulet’in mirasından Seni alıkoyan hangi adacık, hangi tümen, hangi duvar? Yık onları da gel bu tarihin hiçe sayılacak masal maskaralığından. Juliet değilsin elbette; Capulet ve Montegue bir kaç yüzyıllık kalırlar Sana ve bana; ben de romeo değilim; oysa kim peki? Kim bu fil hortumuna girmiş düzenin sahibi; Ne miralay var etrafta, ne bir dolunay; Öyleyse şimdi çıkartıp dudaklarımı dudaklarından İris’i şatolarda oynamalıyım, saray kumpanyalarında Boy gösteren bir güzel yeni yüz masalı gibi kıvamsız bir ses gibi Çekiç – örs – üzengi üçgeninde parçalamalıyım eski salon resimlerini! Romeo’yu bulup göstermeliyim romeogillerin iksirini! Aşkın bilinmez kıvraklığı; kıvrak dudakları, çatı katındaki Sayıklamalarla örülmüş betonarme, biyolojik denklemler Hepsi birer Xtir canalıcı bir materyal; karnımda belli belirsiz bir cenin, İçimi kör eden saksağan bağırtısı – Cenin: el basması yüzler, El basması mukozalar, terazi ülkeleri... Atonal bir şarkının yüzeyinde duruyor yüzün iris. Dokunuyorsun; donatmam lazım senle bin yıllık öyküleri, Donatmak gerek Juliet’i, bağlamak gerek bir İris’le; İris’le konuşup, İris’i susmak lazımmış; İris’i şimdi susturmak lazım oysa! Bir konuştuğunda sesinden kırlangıçların tohumları fışkırtan bereket tanrıçası... İris konuşmak gerek. Bak, cezir olduğunda kim duracak koynunda? Camla bıçağı kim birbirine harmanlayacak? Dudaklarından kim oryantal anlamlar çıkaracak durup dururken? Şimdi , en olağan... Kapıl gel hicranlarıma, uç git hüzzamlarımdan, Şimdi, en olağan... Olmayanla beni karşılaştırıp, Yokedip beni karar sen de ey med! Cezirle birlikte İris çıkacak iç organlarından. Senin simsarın bu iris. Bir dolunaylı vurgun; Ne etsem yoka döneceksin olmadık bir med-cezir galeyanında. Klarnet üfleyen kankardeşler sevişiyor komalı sevgilileriyle Siyah ellerinde acılı – düşüncesiz dokunuşları, Sokaktan derince sövgülü kedi – fare oyunları düşüyor yatağıma. Omzumda uyuyan acılarınla olurolmaz cebelleşiyorum. Geçmişinde barındırdığın derin acılarınla, kapanmaz yaralarınla Aklı karışmışlığınla, yalanlarınla, dolanlarınla, eski aşkların içindeki Çıkmaz sokak karanlıklarınla dövüşüyorum durmadan. Sokaktaki klarnet ağızlılar sabaha kadar son nefesleriyle Komalı kadınları beceriyorlar. Kanserli dudaklarında kıpkızıl bir zehir, Aymaz bir cehalet ayak parmaklarındaki sinirleri zorluyor Bedenleri yokolsa da son geceleriymişçesine sevişenler konfederasyonu Kuruyorlar hepsi bu gece o’pera’daki maymun sonatında. Sen de bir çeşit simsarsın içinden çıkageldiğin o’pera’daki maymun sonatında Senin de yarım asırlık bir hayat öykün var sarhoş efelerle. Dur! Oysa sen nefes sızdırmayan ışıksız genelkurmayların loşluğunda bir sarı vurgunla parlamalısın, Oysa aklımla yüreğimin en kesişmez yerlerinde Az adamla kıstırıldığım bir sokağı aydınlatan bir araba farı gibi Işıkla harmanlaşmalısın. İşte bak, nasılmış Caddeler senin içindeki yangınla dolmakta! Bozuk süt kokusu dağılıp, şehrin en baba raconları dudaklarınla eş kokmakta. İşte bak, senin eserin gibi parlayan şu şehire bir bak! Şimdi o senin şehrin Şimdi sen de bariz güçsün, Başlıbaşına bir vurgunsun, acıtacaksın Ey geceyi tırnağına dolayan Juliet Gece olduğunda o’pera’daki maymun sonatını unutacaksın. Oysa acı doğurandır varlığı O’pera’daki maymun sonatında bir kimliksiz efeyi ancak gece görüş kaskıyla gözüne harmanlarsın. Durma, ellerindeki geniş kırbaçla kamçıla varlığının geniş kanatlarını Ve acı geçtiğinde, unuttuğunda acıyı işte o vakit yokla tanışırsın. Heyhat! Acı bir med! Unuttuğundaysa onu kendi –cezir-inle karşı karşıya kalacaksın.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |