"İnsan - işte tüm sır burada. Bu sır üzerinde çalışıyorum, çünkü kendim de insan olmak istiyorum." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Basmakalıp literatürler, işte, sonunda bırakıyor gözlerindeki eşkıyayı Toplu firarlara mahal vermeden, tuhaf, cam, aplik bir yansımanın kemiklerinden Aşağılarda silahlı saldırılar, fuhuş masalları, soruşturmalar, kaçışlar, Gecenin içinde gizlenen bir define haritasında saklıyor eşkıyalar biletlerini maceranın Öfkeyle ve tuhaf bir yüz çekimserliği gibi yanık deriler, avangard kuşaklar çarpışıyorlar, karışıyor gece, keskin bir bıçaktan cam damlıyor usul usul, bir opera başlıyor, maskeli markizler geçiyor salonlardan, Schubert anlatıyor, Boş bırakmıyor Vivaldi, Dışarıda gürültü, kan gövdenin içinde, parça parça cinayetler işleniyor, işte, sonunda başlıyorlar yeniden gözlerindeki eşkıyalar içimdeki gecelere hükmetmeye. İşte, sonunda macera yenileniyor ikimizin nebzinde de. Toprak benim çarmıhım, çamurdan iki melek dualarım... Ürkek bir yılan gibi içime sokuluşun, bir bıçak kadar keskin, Camı sıvılaştıran bir yangın gibi boğazımda düğümleniyor lanetin. Denizde başka masallar okunuyor, hırlayan itler görünüyor, kaçıyorsun şiirlerden, neden? Kimsenin bilmediği bir tarih: ellerinde içli bir hastalık yatıyor, Ellerinde maceralar için biletler, biz bizle karışıyoruz bir tek, harmanlanıyoruz Camevlerinden itaatsiz melekler giriyor gökkubbemizin. Adın aklımda aranıyor, Tüm zabıtalar, kervanlar, haramiler peşinde, arıyorlar, Adın aranıyor, adın, konaklarda, eski bahçelerde, kavak ağaçlarında, Tarih akıyor saçlarından, derin bir su kanalı gibi geçiyor tarih Gözlerinde ela gözlü eşkıyalar, titreyişler, paşalar, nazırlar, Ağırlık merkezindeki hüzün ve gönül yaşı, sanki bir rimbaud ihtişamı Gözlerindeki ela gözlü eşkıyalar her daim sana yepyeni adlar koyuyorlar. Bir kaçış başlıyor, yüzün yokoluyor, sanki benden bir şeyler gizliyor tarih. Ayakuçlarında bir sır taşıyor camdan bir sır, isimsiz bir sevgili olarak kalıyorsun Yokoluyorsun yokolunca yüzün. Balo bitmiş, operada tüm maskeler yere inmiş, Sokaktaki maceralarda şiddet ilerlemiş kanı görmüş. Bıçaktan hâlâ cam damlıyor, Adın konmuyor, sokuluyorsun bir yerlerde saklanıyorsun. Gizli bir yüzün karanlık Laneti gibi çok seviyorum, aşkımla arıyorum seni! İşte, sonunda ismine karşılık Bir tarih taş bir plaktan gramafonun iğnesine değdiriliyor besbelli!!! Müzik Yükseliyor, Çamur banyolarında dansediyor dualarım. Gramafonun iğnesinden, burgulu duygusundan tuhaf, karışık, Gothik bir esinti dikdörtgen görüntüleriyle sertçe beliriyor. Yüzüne doğru döndürüyorum sesi, titreşimler karıncalandırıyor maskeni, Yüzün beliriyor, yitmiyor tarih. Konuşacaksın artık, konuşacaksın Biliyorum, bekliyorum, adını arıyorum gardolabın yaşlı ve vurdumduymaz çekmecelerinde, Gömme banyolarda, masa takvimlerinde, saatli maarif takvimlerinde, Zamanın eczasında, eczanın yalancılığında... Yüzün görünüyor, tanrım ne kuşku, sorgulamadan bir laneti içiyorum. İşte, sonunda ağzın da görünüyor, görünüyorsun. İşte, sonunda tüm çağları devirmiş bir kutsal devlet gibi adını söylüyorsun. Dışarıdan bir çığlık, derinden bir son bölüm, ikilemler, barok tanrı, Ölüm, geçiyor içimden: En çaresiz kalanların akıttığı boşuna zaman... Ölüm: iklimi kuru bir mevsimin yaz akşamına sığınan kervan. Ölüm ihtişamlı geçmişi bir darbeyle, anlık bir delikanlı narasıyla yıkan sünepe oğlan!!! İsteklere bileniyorum, taş plaklara, dudaklarına bileniyorum, eşkıyalar geri dönüyorlar beni çevirmeye, Zaman’a izmarit bakıyorum. Zaman’ı eczalaştıran hiçbir şeyi anlayamıyorum bir anda. Topraktan ince filizler yeşerip büyüyorlar, çamuru eritiyor yağmurlar Biliyorum, Zaman’a karşı gelen bir tek şey var yalnızca ölünüp dualarında büyücülerle oynaşan: -adının ilk harfindeki ölümüm- ...lydia... Panzehrini arıyorum gardolabın yaşlı, vurdumduymaz çekmecelerinde sonra vücudumun en mahrem yerlerinde, cebimde, paraların tura yüzlerinde. tüm organizmalarımda sesin, antika bir gramofondan yıllanmış bir tango oluyorsun birden ben zaten kronoloji özürlü bir tarihte yaşıyorum ve tarihin en ucube sınavında en zor soruyu duyuyorum sesinden: lanete bile bile düşüyorum, bir tahta atı ipotek ederek içine düşüyorum panzehri olmayan lanetli bir sevdanın. O sevdanın içinde puslu hayaller, hayalperest düşünceler, kongreler, Münakaşalar, senatolar bekliyorlar yollarını kırmızı halılarla Dünya değişiyor, puslanıyor, yine eski yollar yapılıyor, eski köprüler, Eski mimarlar yeniden başlıyorlar yaşlanmaya, tarih yeniden yazılıyor Sıfırdan ve son kez, son hızla, son gaz... Bir kervan usul usul ilerliyor, Bekleniyor, gelmiyor, rötar yapıyor kervan, kılavuzlar intihar ediyor. Entrika içinde yeni bizanslılar doğuyorlar böylece. Huzur, bir mevsim kadar gerçek, bir peygamber gibi uluysa da değişiyor, heyecanlanıyor dünya. Haramiler saklandıkları yerden yavaş yavaş çıkıyorlar, gözlerindeki eşkıyalarda görüyorum, Ellerinde olan dünyanın kaderinde, haramiler saltanatını istiyorlar, Laneti, senin lanetli sevdanın büyüsündeler onlar. Senin için dev yollar, Som altından yollar yaptırıyorlar, bak, gör!!! Bense yalnız bir kayalıkta bekliyorum gölgeni, gücüm yok, İsyanlarda, savaşlarda, kurtuluşlardan başı dik ayrıldım, yitirdim gücümü. Mağrur, ayakta bir eski savaşçı gibi şimdi lanetli sevdanla raksediyorum. Bir gece, işte, sonunda basıyor Sard’ı haramiler. Dört kabilenin dört altın tacı atlarının sırtında, dört kutsal emanet Bir beşinci gerçeği arıyorlar, kılıçtan geçiriyorlar evleri, Bir beşinci gerçek sensin, biliyorum, tutuyorum kollarından kaçırmak için seni Duymuyor kulakların, antika gramafonun yıllanmış tangosundasın hâlâ, “lydia” diyorum, “gel benimle, bütün isyankârlar gibi yıkıp varolanı yepyeni bir varlık yaratmak için çabalayalım kökünden dinamitlenmiş bir taş ocağına benzetip, yeniden yaratalım bu şehri!” duymuyorsun. Evlerden ölüm fışkırıyor kıpkırmızı rengiyle caddeye, seni arıyorlar haramiler, yaklaşıyor dünyanın sonu, gücün ibresi kötülüğe, cehalete, ihtirasa dönüyor. Hınzır ve fahişe sokaklar yeniden yapılanıyorlar. Seni arıyorlar, seni buluyorlar sonunda, ölümüne bir savaşı kazanıyorlar, Dünya duruyor Tılsım tamamlanıyor Dudakların tanımıyorlar artık beni! ..kapkara oluyor yüzün, kapkara altın saçların, kırışıklar sarıyor tenini yaşlanıyorsun. Öpüyorlar, kucaklıyorlar, sana güç veriyorlar güya!!! YALAN! Sana güç verdiklerini söyledikleri şey seni senden alıyor, Alyuvarların siyanür doluyor, kanın altın, bir imparatoriçe yaratıyorlar akıllarınca... Seni, kendi dünyalarını yeniden yaratmak, büyüyü bozmak için kullanıyorlar. Mutluluk büyücüleri dayanamıyorlar, ölüyorlar yavaş yavaş lydia! DUR! Kırışıklaşan tenin altınla sıvandığında lydia kalacak mı yerinde? İçinde, kalp dediğin yeri bir elmas doldurduğunda yine küçük tıkırtılarla atacak mı kalbin? Gözlerinin içini dev istiridyelerden çıkma inciler doldurduğunda sen, sen olabilecek misin? Durdur dünyayı, durdur, bir tek sen yenebilirsin ihtirası, durdur onu! Durduramıyorsun, ihtiras herşeyi satın alıyor... Evrim başlıyor, altın heryanını kaplıyor usul usul, büyüyor içindeki yangın, Alev alıyor, tutuşuyor, evrim ilerliyor, bitmesi için sıcak yağmurlar gelmeliler Saklandıkları yerlerden, bulutlarla anlaştım fazla mesai için, gelmiyorlar, Gelmeyecekler bir başka bahara kadar. Sapsarı zerafetin kaybolmuş, yatıyorsun toprağa, yağmuru bekliyorsun gökyüzünün altında Yarıyorum kalabalığı, zehirli bir öpücükle sarılıyorum henüz ölmemiş dudaklarına Öldürüyorum seni lydia, Ben ki bir asi Ben ki bir isyankâr, seni bırakmıyorum dünyaya, Dünyayı sana bırakmıyorum, dünyayı kurtarıyorum, Tılsımı bozuyorum. Sabahların göğsünde çiğdemli yapraklar beliriyorlar aniden İntiharın oluyorum, ölümün, genzimde düğümlenmiş sözcüklerle Bir çöle bereketi getiriyorum, hayatı geri döndürüyorum Kral Yolu’na. Bu masal, bu orman, bu çöl, bu yassı acılar şimdi sevgilim kalbime enden büyük duran Ölmek zor, biliyorum, çok zor ölmek kullanmadan öldürülmenin adını Yaşamak zor masallarda, zamanın yalancı eczasıyla İşte, sonunda, kerevetinde masalın, göğsünde oturuyor artık toprağım Çamurdan meleklerim dağlarda, başka çağlarda Ölmeliyiz lydia, ölümünle yaşamalısın bendeki mahrem dualarında Durmadan yepyeni bir iklim, gözlerinde acımasız eşkıyalar, durmadan yeni ölümün Öpüp dudaklarımdan beni önce, doğurmalısın yeni nesillerini özümün Doğurgan bir masal perisi olmalısın gökkuşağının altında. Oysa, Karanlık bir ormanın en ite kopuğa açık yerlerinde alıngan bir ağaç gibiyim lydia Al, işte, sonunda dolu dolu bir yaşam sunuyorum sana benden ardakalanlarla Çanları çalıyor kaybolmuş bedenim, Çanlara vuruyor kurak söylevlerim Ne salonlar, ne localar, ne büyük isyanlar, savaşlar lydia şu an bastığın yerdeyim, geçtiğin her toprağın katman katman altında bölme umutsuz şarkılarla uykusunu yorgun bedeninin mundar ve pahalı bir silüetle seviş hep nehir kenarlarında lydia....seninle.... sırçadan bir zamanda; bu dünyada ya da öbür dünyada...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |