İnsandaki gerçek güzelliği ancak yaşlandıkça görebilirsiniz. -Anouk Aimee |
|
||||||||||
|
Avcun avcumda ter biriktirdi birdenbire; sarı yalnızlıkların diyetinin kare vitrininde kaplanarak, büyüdüğü, serpildiği, mevsimleştiği istanbul vakitlerinde servi ağaçlarının boylarını düşünerek içime aldım seni, tenine sokuldum. İçime almanın tüm vulvalarında gergef işleyen kadınlar, ne kadar zamanda Nasıl olup düzeleceğini yaralarımın, kapanacağını iltihapların, Tangoların, valslerin, tüm salon danslarının ne zaman biteceğini Ve ne zaman şişman kadına bağıracağımı: “artık yarım kalmış Tüm tangolar bitsin” diye, tüm korkularıma rağmen “seni seviyorum”diyeceğimi beklettim tüm gramafonların iğnelerinde. Acı boğazıma takıldı, şekilsiz maskaralıklar, fukara madalyonları, Buhranların son ipliğinde iyiden iyiye karmaşıklaşan bir ilişkide Mevsimlerin en can alıcılarından kazasızca ve dimdik geçtin. Her şey birden bire başkalaştı, boğazımda düğümlenen bir telaş oldu, Telaşlıca yüzüne baktım, utanarak kaçırdım, sanki denizin içinde Küçük bir yangın çıkmıştı, yangın söndürücü arıyordum. “Kimse görmesin”ce düşündüğümden miydi bu acaba, “küçük düşmemeliyim”ce bir paranoya mı yoksa? Oysa sen mevsimlerin en can alıcılarından kazasızca ve dimdik geçmiştin. İki cümleyi bir araya getirememenin ağırlık merkezinde, kendime güvenemememem yatıyordu belli ki. Oysa küçük bir işarettin sen gerçekle yalanın tam ortasında bütün hayatımı birdenbire kaplayan. Kaybolmaktan korkan, kurşunkalemle dudaklarıma kazınmış bir işaret! Hiçbir işaret dudaklarımda yer etmiyordu, hiçbir şey güvenilesi Görünmüyordu serseri bedenime. Düşlerin kendine yardımı yoktu, Yıktım gövdemi, kale duvarlarımı, avuttum yalnızlığımı, Sinsice, yarımgözle baktığın adam yanına sokuldu. Ona baktın, bekledin, beklemekten yorulmuşçasına gülümsedin. Parladı gözlerin, parladı dudakların, masken indi aşağıya gece içinde göründü. Evet, o sendin, sendin! Benden olan, işte beklediğim, aşk düştü, konuştu gece... Geceleyin, ilerleyip büyüyünce metropollerdeki avam şiddeT Bir anarşistin kayıp özgürlük kitaplarının içine saklanırdım hep. O kitapların yasaklanmış ciltleriyle ışıl ışıl parlatırdım Yaşamımın tüm karalanmış yüzeylerini. Böyle zamanlarda asi bir çocuk gibi yüzüme haykırışın Gözlerimin önüne gelir hep. Pişman olmak için hatalar yapardın, Yalnızca büyük bir pişmanlıkla sarsılmak için, Karmaşık ruhunu karıştırıp bir erkek gibi tuttuğun sigaranı Daha efkârla çekmek için ciğerlerine. Aşkı gerçekleştiremediğin Bir ağır rüya gibi görmek isterdin, evet biliyorum, O zamanlarda da yüzüne haykıramadığım küçük oyununu Hep biliyordum. Bildim. Metropollerin küçük pencerelerindeki Kavgalara özendiğini düşünürdüm, metropollerin yalan dünyasından Kopmamak için uğraştığın tek gözü kör bir oyundu bu kanımca. Çünkü yaşadığın yerleri inkâr edemeyecek kadar seviyordun oraları. Kimi zaman da lekelerdin bir yerleri, güçlü olduğun hissiyle Yürürdün üzerlerine, kendine çok güvenen, almak istediğini alan, Güçlü biri olmak için lekelerdin karşı yüzleri, karşı hayatları. Lekelenmiş hayatlar, kopmuş, yarım kalmış, düşmanlık ilkesi Üzerine kurdurulmuş yalan hayatlara avazın çıktığınca bağırırdın. Bu bağıran yüzünün en güzel yansıması dudaklarınla Çıkardığın o küçük şakalaşmalar ve şaka-kavgalarda görülürdü. Sıyrılırcasına eteklerinden, sıyrılırcasına yalnızlığından, Önünü sıyırırcasına yalnızlığın üzerine yürürdün kimi zaman, Benimle yarışırdın. Herkesle yarıştığından çokça fazla Yarışırdın benimle. Oysa ben tüm gecelerde ve tüm alyuvarlarda Büyüyeceğe benziyordum, akıbetim o kadar belliydi ki “beni yargılama” derdim, içinde beslemen gerekirdi beni, sahibimmişçesine Aşk düştü, konuştu gece... Olanı değil, olması gerekeni irdeliyorum şimdi. Böyle geceler bacaklarımdan yukarılara doğru çeşitli titremeler bastırıyor, inlemeler duyuyorum ruhumun derinliklerinden. Bazısı karambole giden cümleler kuruyorum istanbul’da ahmak ıslatan yağmurlar mevsiminde, Boğazımdan içerilere doğru bir cam parçası giriyor, Sırtüstü yatarak yutmaya çalışıyorum onu, boğazımdan bir sürü şey geçiyor, Yutkunuyorum, sen korkuyorsun, saçmalıyorsun, korkularınla yüzleşmelisin, Bir şişe şarap döküyorsun üzerime omzumdaki melekler gibi, Acıyorsun bana, ben senin en çok acıyan bakışlarını seviyorum. Olanı değil, olması gerekeni seviyorum en çok böyle saatlerde. Akreple yelkovan on ikiye yaklaştığında, pencereden dışarı bakıp şehri geziyorum gözlerimle, Işıkların arasından küçük masallar buluyorum, yağmurlarla konuşuyorum, Sana yağmurları anlatıyorum. Böyle saatlerde geniş zaman beni çileden çıkarıyor, Süslü sözcüklerin ortasında ilerliyorsun, içinde dehşet ve adrenalin İlerliyorsun alabildiğine korkunç ve kırbaç yemiş bir esir gibi gözlerin. Senin ikizi olmayan bir bakışın var –üç numaralı- en çok o dokunuyor bana, Hiç gülmüyorsun, gülümsemeyi unuttun, nedense hep acılanmış, Hep mayalanmış, karışmış senin yüzün, gülüşün, sırtından içerilere doğru bir yara var, Cam kırıklarında yürüten bir şeyler var seni, biliyorum. Kimseye anlatmadığın, hiç anlatamayacağın bir düşünce yumağı duruyor bilincinde, Anlatmadığın o düşünce gecenin tüm efkârıyla mayalanıyor, hiç anlatamıyorsun. Gecenin içinde parlaklaşıyor herşey, herşey uzaklaşıyor kendi ayarından nasılsa Kaçma, içimden geçerek geceliyor seninle özgürlüğüm, Aşk düşüyor, konuşuyor gece... Hiçbir aşkın altına adımı büyük harfle yazamadım bugüne dek. Elbette benim suçum olduğunu düşünüyorsun bunun; hep arzularımdan, Kaynaklandığına inanıyorsun. Oysa ayrılmak için çabalayan bir ahmak değilim ben. Tüm hataları tek başıma yapabilecek biri değilim elbette! Kendimi yüzyüze asla savunamadığım için kızıyorsun belki de bana; Çok öfkeyle tekmeliyorsun kendi kendini beni kırmamak için. Herkese söken o inanılmaz dobralığın benim karşımda kayboluyor: Tafralarına, güçlü imajına, aniden yol değiştirmelerine, titremene, Ağlamana, avunmana, yalnızlığınla konuşmana, tartışmalarına, Kavgalarına, sevip terketmelerine, şiddetten sonra gönül almalarına, Tutarsızlıklarına, sonunu düşünmediğin cümlelerine, Aşklarına, aşksızlıklarına... Hepsine geniş ve mahkeme kararı Olmadan açılmayacak bir mühür vuruluyor karşıma geçince. Peki, hepsi tamam, bu kadardı bizim hayatımız öyleyse. Bu kadar yarım ve anlamsız; yalan değil miydik söylesene? Gövdenden içeri, tüm damarlarına yayılan bir cam parçası vardı bir de değil mi, Hiç unutmadık, karlı bir kış gecesi siren sesleri arasında çıplak ayakla Yürümüştün üzerinde. Yürümüştün ve topuklarından içeriye Doğru kalın bir cam parçası süzülüvermişti. Bizim aşkımız Sadece çatlak cam kırıklarıydı değil mi sevgilim? Yaşamamış, Mat, saydam, tuz buz olmuş cam kırıklarına mı bağlıydı yani kaderlerimiz? İki farklı yaşamdık, evet, iki değişik korkudan doğma yaşam, Çatlak cam kırıklarından daha fazlasını hakeden iki yaşamdık, Öyle değil miydik sevgilim? Sence fazlası değil miydik? Aşk düştü, konuştu gece... İçinde bir çok kişilik ve bulantılı hayat kol geziyor ama çok belirgin Ama değil... Yine de duru bir yol kavşağı var her yanında, Bütün organlarından, tüm hatlarından dışarıya fışkıran bir yanın var. Terkedilmiş bir sevgili ne kadar boş şeylerden bahsediyor değil mi? Sana seni anlatmaya çalışıyor, bir daha görmek istemediğin, Anımsamadığın, adını hiç anmadığın o adam sana neler diyor böyle? Haklısın, sonunda gerçeklerle yüzleşecek olan ben olursam haklısın. Toprağın yağmurdan sonraki cıvık, çamurlaşmış hallerini Andıran bir yüz ifadesiyle kızıyorsundur şimdi bana, öfkeyle, Bir tek seni haklı çıkaracağına inandığın hayatın üstüne basa basa, İçinde durduramadığın şehveti ve şehvete rağmen gecesizliğini Ve çaresizliğini ve durulmazlığını ve uslanmazlığını Ve her yanını birilerine göstermek için ucuzca çabalarını Alarak yanına, kendini haklı çıkartan hikayelerini anlatıyorsundur birilerine. Sana hiç yakışmayan, hiç sen olmayan, yapmacık yüzlerin geliyor Şimdi gözümün önüne, karalamaya çalışıyorum o yüzleri, Unutmaya, hatırlamamaya çalışıyorum. Çünkü aşkın güzel Köşebaşlarını seviyorum ben öksürürken bile kana karışan. Aşk düştü, konuştu gece... Yolun bitti, başka masallarla doldun, zamanın doldu... Artık Buhranların son ipliğinden geçeceksin, içinde dehşet ve adrenalin, Göğsünde oturan yarım kıstaslı bir bakireyle evleneceksin, sarılacaksın, Dokunuşlarında simsar bakışlı bir masum, Ellerinde sarı yalnızlıkların diyeti, orospu yüzlü bir mevsimle elele vererek Gülümsemeyi, tırnaklarınla, dudakların kadar gülümsemeyi öğreneceksin. İstanbul’da ahmak ıslatan yağmurlar mevsiminde Göğün içinden deri koparan bulutlar gelecek, bulantılar, çeşmeler, Köy masallarıyla büyütülen bir çocuksun çünkü içinde dehşet ve adrenalin, Uzayan sıvılarınla, gök kaplamalarınla ısrarla, Çantada keklik diye düşündüğün güzel hayatınla birlikte üzüleceksin. Orasında oturacağım hayatının hep, geniş şarkılar, yarım besteler krallığında, Gün gelecek, sözcükler yerlerini metalik gri sol anahtarlarına bırakacak, Beni yuvarlayacaksın dudaklarınla, tüm bedeninle, vuslatlarınla Bedeninin içinde cam kırıkları, bıçaklar, ölümsavarlar, İtaat ettiğin tüm kitaplarda orospu yüzlü bir bakire, Siyahla örttüğün oval organlarında pis bir gecesizlik kokusu, Geçeceksin buhranların son ipliğinden, yalvaracaksın, beni tanıyacaksın Tüm tanımazlıklarınla, tüm baştançıkarıcılıklarınla, tüm alyuvarlarınla Gül kan açacak, siyah saat kurulacak, şişman kadın butona basacak Bacakların titreyene kadar bekleyeceğim, tüm bedenin aynı şarkıyı seslendirecek Aynı şarkıda vokal yapacak, belki tambur çalacak İstanbul’da ahmak ıslatan yağmurlar mevsiminde Aşkı arayacaksın, aşkı bulamayacaksın, aşk evde olmayacak Aşk taşınmış olacak bu diyarlardan, içinde dehşet ve adrenalin Ve bir de pişmanlık... Bir sandık olarak hatırladığın, hep irdelemeye korktuğun hayatının içini açacaksın en sonunda. Göreceksin. Büyük bir korku kaplayacak içini, Yüzleşeceksin aynalarınla: büyük bir yokluk, büyük bir hiçlik!!! Çünkü sandığın içi bomboş olacak, şaşıracaksın, Boş bir hayat yaşamışsın, değişemezsin, devam edeceksin. Aşk evde olmayacak, Gece konuşacak hep karşında senin.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |