Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
çıkardı, özüne dönerdi Mabrahar. Çılgın bir saltanat deliliği, saray sütunları gibi bacaklar, yatak odası oyunlarıyla göğsündeki güzelliği yayardı krallığına. Kalçası derin açılarla kıvrılırdı cehennemdeki sultanların göz uçlarına. Mabrahar! Çık, ortalarda çırpın; arın seni savurup ensenden tırnaklayan yalnızlığından. Çık dünyanın arenasındaki boğa dövüşlerinde kırmızı bir eşarp ol! Bir karınca duası ol titreyen her seyircinin bacaklarının altından. Saklı sakallı adamların tükrüklü suretlerinde parçalanan bir yemiş ol! Ol ki Olmuş bir meyve gibi baksınlar sana kurtarıp amaçsız hamlığından. Sokulgan bir yastıkarası kadar şiddetli, bir o denli vurgun; Yapay imleçlerle örülen bir duvar: Mabrahar. “Duvarın üzerinden atlayacak bir delikanlı aranıyor” ilanları tüm elektrik direklerinin gövde kısımlarına yapıştırılmalı. Tüm ilan panolarına mesela. Her şair geçinen “Ulaş”ın penisine. Ertesi günlerde sürmanşet yazılar: “Bir fahişe sayılmazdı, demokrasi şehidiydi Mabrahar!” Haydi, gamalı haçlardan çalınmış imgelerle şeytan kaçtı oyna! Senden kaçar nasıl olsa, bana saplanır, bıçak olur, itibar olur, İntihardır aslında şeytanın gülümsemesi; şeytan kaçtı: bir hayati Kumar mıdır, gastritli bir canlı mı? dudaklarında eski baharlardan kalma sözcükler, Eteğinde çilekeş paparazziler; -yazık onlara-, kilisede Ayincibaşı papazlar, rahipler, galeyanlar: Cinnetin Harp Akademisi! Kenar süsleriyle taranmış bir İstanbul var karşımda şimdi. Manasız İstanbul hikayeleri... Evcil oyunlar, oyunsuz evler, maskeler, Pelerinler, ucuz eşofmanlar... Ucuz eşofman kullanmayan bir ölümcül Zehirdir Mabrahar. Şimendüfer düdükleri, vapur bağırmaları... Bir oyuna başlamıştı İstanbul, bir oyundan daha fazlasını verdi eline Sakat ve dilsiz makamlar. Çık okyanuslarla kaplı bir adanın ıssız limanından yola. Yüz, yüz, Yüzlercesi çıkacak karşına martıların. Öpücükler dağıt onlara. Kandır, Kandır kandırabilirsen, kandır sıkıysa. İnanırlar mı sanıyorsun? Martılar inanmazlar tüm insanların kandığı bereketli yalanlara. Kandır onları, onları, aşkı kandırdığın gibi, aşkı yıktığın gibi Acıma, acıyamayabiliyorsan martılara. Martılar, martılar, martılar; Öyle güzeller değil mi? Öyle masumlar, öyle cambazlar, Martılardan sonra ne kadar sapkın, ne kadar virtual bir sözcüktür Mabrahar Külotlu ve itikadi manaları bir arada taşıyan. Sebepsiz yargıların çoğul entellektüel kimliği! Yatakodanda geçir bu akşamı. Dur, Vazgeçtim, kanepede geçir yalnız başına. Kanepeye uzan, bacaklarının arasından seni saran orospusal kimliğinden uzaklaş Uzatarak çiklet kıvamına getirdiğin sözcüklerden uzaklaş. O çağın sihrini içinde hissedenleri boğmaya çalışmaktan vazgeçebileceğini düşün. Vazgeç, masum ve utangaç adamların ranzaaltı rüyalarını kurcalamaktan. Tecavüz edilmeye müsait bir zamanın entarisini geçir üzerine: Yakın Çağ’ın değil, Aydınlanma Çağları sana göre değil! Atomun çağından sargı bezleriyle sarınan Bir çağdan olsun tüm çağcıl heveslerin. Onları al, o adamları, aşkı alma, aşkı bırak, bırak beni Mabrahar! Yakamdan düş; tüm yıkımlarımdan düş! Düşleri bile parselletiyor ama adını sakladığın tanrılar. Yıkılmış, yamalı, boynu kıldan ince bir inak bu. İftira dolu yüzünün geçmişinle oynadığı tango: Ritmi kaçırılamayacak bir dans. Kısa boyun, kısa yüzün, uzun saçlarının gölgesinde sürdürülecek bir tango! Yadsır mı sözcüklerimi bağladığın ipler düşe kaçmayan tavrının tutumunu? Bencil bir yaratık, pis bir kuvvet, önüne geçilemez hırs ve mağara duvarlarına penis resimleri yapan bir kadın: Mabrahar. Duvarın tepesine çık, ilmihalini al sevda mecmuasının. Bak, Bu sayıda ölümden çok ne var? Ölümden az kalan ne? Zamandan sıçrayan ne var? Unutmaktan söz eden kim Mabrahar? Sözünü ettiğimiz her şey, nefesini parçalayan titreşimler, vagonları birbiri ardına sıralanmış bir tren geceyarısı düdüğü gibi içine çekilen bir yağız şeytan oyununa hapsolmuş gider. Trenlerin kaçtığı oyunlar, oyuncaklar, oyunardları ve oyunbazlar sonra. Işık, saçlarının arasından çekilir, zaman dolar, zamana karşı gelenler kazanır en sonunda savaşı. Harp Akademisine gitmemiş Bergson’cu kurmaylar, kuramın ana noktasında konaklayan patiska etekli canlılardır. Canını dişine takmadan kimse hiçbir şeyi başaramaz. Canını hırsına sarmak cesaret ister. Cesaretli değilsin demedim asla! Cesaretsiz olduğunu söylemedim! Aptal cesareti dedim durmadan. Mabrahar. Gücünün keşfi, zerafetin sendeki akılalmaz duruşu, makyaj sildiren yüzün... Makyajını siler akılları karışmış güzel kadınlar karşına gelince Kanıksanamaz güzelliğin ve telefon seslerinin kulağındaki duruşu ne kadar akılalmaz olur!!! Saatin kıvrılan öğrelerinde ihanetin üzeri kapatılamaz kolajı; Sesinin duruşu zihin bölgelerinde beynimin, silahla kuşatılmış engellemelerimde... Işıltılı salonlara en son giren som altından kadın! Sıyrıl orospu zihniyetinden, sıyrıl, ayrıl ve gel! Ne kadar reddetsem de zehrini umudun kitaplığında gece simsarlarını taşıyorum. Mabrahar. Silüetinde fonetik patlamalar, Dudaklarındaki sözler: senato reisleri bile önünde dize vurgun duracaklar... Reisler engellenirler, senaryoyu baştan yazarlar durmadan. Tarih kitaplarını okur okullarda çocuklar – Milli Eğitim Saçmalığı Yalanları Yılanlarla kaplanmış bir gökyüzü resmi çizer aklı giden ressam Kaçan akıl, sonlandırılmış bir savaş: Savaşlar bitmezler başlamadan yeni savaşlar; Mabrahar. Çatal dilinde perişanlık, aylar geçiren, töreler eskiten, Kan davaları taşıyan bir yalnızlık – parçalanan, durağan, aksayan, aksı yansıyan... Mabrahar. Orospu yapısında kutsal kitaplarla dil döken bir iktidar!!! Orospuluk İlmi: En eski mesleğidir yeryüzünün... En kilit sarhoşluğu, en parçalı unutkanlığıdır akıl ve aksözünün... Orospuluk sokak aralarında ihtiyaç için düşülen kötü yol... mudur ki düşmüş olanlar yarım akıllı saf andavallar olsunlar? Orospuluk, yüreğini satmaktır karşılığında şan ve nam kazanmaktır gitgide azımsanamayan. İlimler kitaplarda yanlış yazar! Ansiklopedik özlerde kendi atomlarına parçalanırlar. Soğurlar, tekrar ısınırlar sonra, bir dilencinin eteklerinde yaşlanır yüzyıllar. Konuşma baloncukları içinde simsarlar oyunları satın alırlar. Mabrahar. Bir tarih biter o bitmez. Efsaneler uyanırlar uykularından o yeni kimlikler elde eder. Yeni tanışıklıklar, yeni yüzler ve yepyeni maskeler... Karanlık nefretlerinde eski kuşların soluklarına jilet indirir yeni adamlar. Yeni adamların arasında çırılçıplak, yeni adamların kafasında sismograflar Yeni depremlerini ölçerler teninin, uzayan ve her gün ağdalanan organlarının krokisidir bu! Edepsiz yatış seyirlerinde değişmeyen tek bir materyal durur oda etrafında: Parfüm, sindiği yerden kolayca çıkmaya niyetli değildir. Adam niyeti bozar, Mabrahar bir fahişedir, uyanır, becerir, en hazcıl noktalarına ilerler parasının Bir fahişe azdır, evet: Bir orospudur, orospudan ötedir Mabrahar. Dizlerinin üzerine eğilerek kendinden geçer, soluklanır bir kez, derin bir nefes alış yatar duruşunun enlemi ve boylamında. Kafa kağıdı koltukaltından doğru çıplak bedeninin kilitlenmiş köşelerine yansır. En yuvarlak hatlarında siyaha yakın gölgeler barındırır, kırmızı ve küçük dudaklarında, siyah –onun rengi siyah!!!- gözlerinde siyah bir küçük bakış, apışarasında bilmem kaçıncı gece çırpıntısı durur. Küçük bir fahişeden, bir fahişe adayını ayıran tek şeydir gecenin apışarası duruşu. Mabrahar’da soluk soluğa, kelimesiz ve “daha hızlı” nidaları arasında gece yaşanır. Bir insanın kimliğindeki psikanaliz gerektiren çırpınış ve bulantılar bir kimlik kartıya son bulan ufak teselliciklerdir. Kuvvetlice iter sözleri, yeniden soluk alır, cesaret alır orospuluğundan hayatın, yaşamanın orospuluğundan kuvvet alır, kollarıyla sıkı sıkıya bir heykelcik sarmıştır o an. Öyle ki güzel, öyle ki içinden çıkılmaz bir zerafet... Yağız gelip ışığı açar, ışığı söndürtür zorla. Dizlerinin üzerinde çöktüğü yerden bir hışımla kalkar. Arkasında koca bir Boğaz manzarası çarpar pencereye. Boğaza yakamoz duran gece ışıklarının arasından görmelidir onu selamlığındaki yağız. Rüzgâr pencerenin kamufle edilmemiş kenarlarından sızmaktadır. Fısıltılarıyla dokunur kulaklarına, yıkanmış bedenine; kimsesiz ve soğuk bir duşun inlemelerine ulaşır. Mabrahar süzülür kuytuya, yeni sözcükler ölmüştür, sözcükler hep aynı kalır: “bir kapıyım yalnızca ben...” der... sokulur... “Senin duvarlarındaki kapı deliklerinin içine girecek olan...” Sözcükler aynıdır, aslında geceler de aynıdır bir yerden sonra. Mabrahar’ın gece ateşi bitmez üç-beş karalama paçavrayla!!! Işık saçlarının arasına girer, içerilere içten ve güzel olan yerlerine sokulur, ulaşır düşlerine. Her gece aynı yeniden başlangıç, her gece aynı güç ve cesaret, her gece aynı rehavet... bitecek gibidir ömürler; arka planda otuzbeş oyuncu, bilemedin otuzu arka planda, fonda gece müzikleri, kıvılcımlar ve çapraz – sismik nöron patlamaları... Mabrahar! Ayağa kalk! Otur şimdi! Yaslan koltuğuna! -Seril demedim!- Bildiğin bir eylem gerçekleştir –soyunmanın dışında- Seni kafa kağıdından tanıyacak olan tüm adamlardan uzak dur. Uzaklaş Mabrahar... Kimbilir hangi astrolojide açtığın fallar doğruydu düş’engiz kadın! Mabrahar... Duvarlarımla beraber yerleştiğim kamaranda gördüğüm yazık hallerin, Yazık geçmişin ve yazık güçsüzlüklerin... Zavallı Mabrahar... Sanat kaygısı güden fahişe; Göndermiştin hani sonbaharı, Yakan, yıkan, yaktıran yıktırılan binlerce aşkların Kaptırılan yüzlercesi, Mabrahar; Taşımıştım ya yalnızlığımı yanına. Almıştım ya tek eşyamı, Bir kalem, üç gözlük ve unuttuğun iç çamaşırların kamaramda. Taşımıştım ya yalnızlığımı sana, Mabrahar. Sana fazla, ona fazla, aşka çok fazla Aşka üç boy büyük geliyorsun söylesinler artık bunu sana o adamlar. Mabrahar, gün geldi çattı Sorular ve yanıtlar olmadılar, bittiler işte hepsi anla. Sarıldık birlikte okyanuslara, Kapılarım yıkıldı, Duvarlarımla birlikte yerleştim senin kamarana. Ama yoldan alıkoydu, büyük geldi zamana yalnızlığım. Mabrahar. Bir kedi seyretti bizi karşı kıyıdan, El ele tutuştu güneşle, verdi yedi tepeli şehri dudağına, ve geçmişi unuttuk varsaysın! seni lanetli bir bozuk paranın hayat boyu süren krallığına taşıdı ama işte bu saltanat hırsın! Haziran 2001 – 19 Şubat 2002
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |