Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Gidiyordu adam, gitmeyi kafasına koymuş bir kararlılıkta, bekliyordu bizim oradan hep ağır aksak geçen treni. (Kararlılık insanın hayatını değiştirebilecek boyutta ise ona yeni bir isim vermek gerekebilir: CESARET!) Tren buharlıydı ama acılarından duyamıyordu o malum, acı sireni. Gözleri buharlandı, yüreği yadırgadı bu olayı. Ama dönüşü yoktu! Bir kere kadersizliği kazımıştı buralara... Bir kere ümitsizlik bulaşmıştı yaz-kış giydiği çizmelerinin üzerine; zift gibi. Yalnız bu lekeleri kalıcılığı hatırlatabilirdi ona bu şehirde yaşadığı ŞEYleri. Geldi ağır aksak tren, durdu ümitsizlik lekeli çizmelerin önünde ince ince... Tren yolu da uzun ince... Hani AşıkVeyselvari... Kapıdaki şapkalı adama verdi biletini süratle. İçinden dürtüklüyordu birşeyler; inançları karaciğerini tekmeliyordu. Birşeyler olacaktı, olmalıydı! Her filmde, trene bindiğinde görürdü yalnız adam kadınını. Bir peronuna girdi ağır aksak giden trenin hızlanmasını beklemeden. Uzunca bir perondu, lokomotiften uzak, marşandiz duyulmuyordu. Bir adam... Yaşlıca... En önde oturuyordu. Ve kadın!!!!!!!! Gözleri gök, teni ak, saçları güneş... dediğidedik, elinde bir kitap... Ama ne kadın! Gitti, hemen oturdu adam, kadının yanındaki koltuğa - trene özenmiş - gibi ağır aksak: - İyi yolculuklar size, dedi. - Size de. - “Okumayı seviyorsunuz”, dedi adam. Der’di, hakkı vardı! Seviyora benziyordu kadın okumayı. - “Okumak... sevmek? Kafiyeli konuşuyorsunuz”, dedi kadın. “Şair misiniz yoksa?” - Kafiye? Özür dilerim, göremedim kafiyeyi. Ben okuduğunuzu sormuştum sadece. Yani sormadım da teşebbüsüm o yönlüydü. - Hem şairsiniz, hem de suyu yürütüyorsunuz saman altından! - Bir şey yaptığım yok benim; taptığım sıfır. Şairliğim belki bir ama suculuğum sıfırın dahi altında! Az biraz, naçizane, sıfırın bir parmak üstünde tiyatrocuyum. - Tiyatro? Nereden nereye atladınız böyle? - Atlayan ben değilim ama siz isterseniz sonuna kadar atlamaya devam ederim. Hem siz Brecht sever misiniz? - Bertolt Brecht? - Tabii ya, Bertolt Brecht! - Siz Shakespeare bilir misiniz? - Bilmesine çok iyi bilirim ama, şu “siz”lerden dolayı son derece rahatsızım. Resmi merci konuşmasını bıraksak da az biraz isim falan öğrensek olmaz mı? - Adımı mı merak ettiniz? - Yine “siz”li bir cümle!!! Bakın, ben bu konuda hassasım ve “siz”lerden son derece rahatsızım! - Peki, tamam kızmayın. Adım... Adım... Unuttum doğrusu. Size “yok” desem kabul görür mü? - Yok? - Evet yok işte. - Memnun oldum, ben de “yol”! - Yol? - Bu da uzun ince bir yol işte. Aşık Veysel gibisinden... - Anlıyorum... - Ben de memnun oluyorum siz anladıkça. Merakım sonsuz yalnız! Kafanızda neler kurmaktasınız? (“siz”li cümleler mecburen ağzıma sakız!) Tren sizi nereye bırakacak? Burcunuz ne? Sigara içer misiniz? Bafra ya da Maltepe? Yoksa Amerikan sigaraları mı size yakın geliyor? Kolonyalı mendil ister misiniz, ya da sakız? Şeker, çiklet falan? Nerelisiniz? Hiç aşık oldunuz mu? Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz? Gözlerinizin bu kadar güzel olmaya hakkı var mı? Ya saçlarınız... Boya mı, yoksa kendi saçınız mı? Vücut ölçüleriniz nelerdir? Ve vesaire vesaire... - Konuşmanız akıcı; sanırım tiyatrocu olmalısınız. Ben de şairim tesadüfen! - Neden tesadüf olsun ki? Her Amerikan filminde olur böyle şeyler. Yoksa siz, kürtvari yapımları mı tercih ederdiniz? - Amacınız aşksa, henüz tadamadım gerçeğini. (Tren, bu kez anti-ağıraksak yürüdü, Marşandiz gürültüsü duyurmadı adamın teklifini ilkin...) - “Anlamadım, tekrarlar mısınız?” dedi kadın. Der’di; onun da de’meye hakkı vardı. “Herkes her istediğini söylemekte özgür” bir ortamdı. - Ben aşkı tattırabilirim size izin verirseniz. Dileğim; kabak tadı vermemeniz.. Zira “siz”lerden son derece rahatsızım! - Korkarım tatmaya aşkı, nasıldır? - Eğer nefes alıp verişim, size heyecan veriyorsa mümkündür ancak. “Heyecan nedir”i sormayacağınıza eminim! Eğer aksiyse, müsaade edin de sorumu geri alayım! - Sanırım beklemeli biraz, birkaç saat, birkaç dakika, saniye, belki ay, belki yıl, belki hepsinin kesişimi bir başka zaman dilimi... (Yöntem, şahıs, din, dil, ırk, yer, zaman farketmezdi aşk için. Hiçbir yönlü akıl, deva olmazdı derdine. Vururdu, düşünmeden yarını ansızın.. Hatta apansızın!) Gün ağarıyordu ki gözler birbirini aradı. Şapkalı adam “son durak” makamından uzunca bir gazel okudu. Tuttu adam sıkıca kadının elini, “Benimle evlen”i mırıldandı hiç düşünmeden. Kadın emme basma tulumba şekilli onayladı kafasıyla bu güzel teklifi; gözlerinde ışık vardı. Adam, bir, “uzun zaman oldu ama aşk beni uzun ince bir yolda buldu” ıslığı çaldı, izlediği filmlere kurban olur gibi. Çizmeleri, kendiliğinden parladı; “siz”ler kalktı ifadelerdem. Yerini “sen”li “ben”li söylemler aldı. Güneş, bulutların ardına saklandı; rüzgârsa uzun ince bir yolda çaldı Aşık Veysel’in sazından “gündüz gece”!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |