(Gar)dolap

Kadın da biliyordu adının (gar)dolap değil de gardrob olduğunu ama her yolculuktan önce oraya başvurup eşyalarını toplayarak ilk mecazi otobüse burada atladığı için ona bu adı takmıştı.

yazı resim

(Gar)dolap

Kapıda bir anahtar döndü. Kapı yavaşça aralandı, bir karanlık adam silüeti odanın içine doğru aktı:

-Sevgilim... diye seslendi odaya adam.

Cevap gelmedi. Yalnızdı. Usul adım içeriye girdi, kanepeye uzandı. Bir bebeğin sinir zorlayıcı çığlığı odada yankılandı. Odada kimseler yok, Odada bir yalnız fazla oturuyordu oysa. Duvarda asılı bir taklit rimbaud, çerçeveleri süsleyen yalnız resimler ve her gidilen yerden alınmış ve biriktirilmiş küçük hatıralar. Odada kimseler yoktu. Bir yalnız fazla oturuyordu odada. Duvarların rengi badanasızlıktan solmuş, kültablalarında ağzına kadar dolu sigara külleri ve pencerenin önünde yığınla birikmiş otobüs biletleri... bir bebeğin sinir zorlayıcı sesi odada ikinci kez yankılandı, pencerenin karşısında Haliç’ten asi bir şilep boğazı zorluyordu... Oysa bir kaç saat önce dopdoluydu bu yer, bu oda, bu tanımlanamayacak mekan... Bir kadın bin usul bekleyiş buradaydı bir kaç saat önce. Adam bir usul düşünüş düşündü. Bahar yaklaşıyordu hiç olmayacak bir kudretle. Haliç’teki asi şilep geçip gitmişti. Adam bir kaç saat önceyi düşündü hiç düşünmeden. Beklemedi. Hesaplamadı. Oturdu ve düşündü. Haliç’e yeni bir asi şilep daha giriyordu.

***

(Koltukta öylece oturan yalnız kadın, kanı donmuş, soğuk ve bedbaht bir edayla usulca yerinden kalktı. Saçları düzgün, biçimli simsiyah bir gecenin elinden çıkmış; siyah kazağı düzgün vücudunda biçim almış, siyah eteği fazla kilolarını kapatmış... Ağır adım ve salınarak yürüdü güzel kadın. Çok güzel üçgen dudakları vardı. Pencerenin önüne yaklaştı, buğulu cama birşeyler karaladı parmaklarıyla. Her harfin yazımından sonra derin bir acı duyuyordu parmakları. Küçük güzel elleri kaldıramıyordu bunu; damardan bir eski şarkı yankılandı birden odada. Sesi tanımlayamadı. Yandaki daireden odasının içine akıyordu. Altın rengi notalar doluştu odaya gümüş bir hat gibi uzayan portenin üzerinde. Gülmeyi unutmadığını ispatladı: Ustaca ve naifçe gülümsedi. Yüzündeki kırışıklıkları kapatan makyajı dimdik ayakta tutuyordu onu. Ani kuvvet pencerenin önünden ayrıldı kadın. Odadaki tuvalet masasının önüne geçip kendini seyretmeye başladı.

Bir aynanın karşısında oturuyordu, zahirinde, akışına bıraktığı bir öykü geçiyordu aynadan. Çok güçlü bir kadın gördü o öyküde – aynen şimdi olmak istediği gibi-. Halen aynı gücünün nasıl olmadığını düşündü, yadırgadı kendini, kendinden nefret etti, gözüne aciz göründü herşeyi. Tuvalet masasının çekmecesindeki kullanılmamış peçeteler reyonundan iki peçete çıkartıp öfkeyle silmeye başladı makyajını. Hiç losyonsuz, hiç ıslatmaya gerek duymadan yalnızca gözyaşlarının ıslaklığındaki mendiliyle siliyordu bu yalan yüzü! Ağlıyordu hıçkıra hıçkıra, kendisini hep kandırdığı şu aptal oyunlardan tiksiniyordu. Belli ki özüne dönüyordu kadın. Tüm makyaj malzemelerini bir çırpıda toplayarak dışarı çıktı. Rimel, far, pudra, ruj... neyi var neyi yoksa hepsini klozetin içine doldurup üzerlerine sifonu çekti ve yine dönüp oturdu aynanın karşısına. Aynaya bakarken birden arkasından bir sürgülü hışırtı duydu. Aynadan olanları izledi. (Gar)dolap kendi kendine açılmıştı. Kadın da biliyordu onun bir gardrop olduğunu. Ama nice yollara açılırken topladığı elbiseleriyle iyi geçinmek için ona (Gar)dolap diyordu. Kapatmak için ayaklandı (Gar)dolabı. Gitti, sürgülü kapının ucundan tuttu, çekti. Beceremedi. Bir daha denedi, yine olmadı. Sanki ağırlaşmıştı kapı birden, (Gar)dolap ona yeni bir yol açıyordu, bir ses belirdi kulağında: “İlerle”. Elbiseler ayaklanıp bir çırpıda valize doluştular. Sonra (gar)dolabının arkasında derin ve karanlık bir boşluk daha gördü kadın. Bir dehliz açılmıştı işte. Yollar görünmeye başlamıştı. Bu hayat ne kadar da sıkıcıydı böyle! Nasıl bir yalanın içinde harmanlanıp gidiyordu. Kim değer veriyordu ki ona hem değil mi? Karanlık bir dehliz şimdi önünde, onu tüm acılardan ve bedbahtlığından uzaklaştıracak bir masal yerine açılıyordu... Fenere gerek duymaksızın dehlizin içine atıverdi kendini kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığını düşünen kadın. O dehlizin ardında nice yeni aşklar, nice pişmanlıklar umut ediyordu. Daha güçlü bir kadının heykeli vardı orada. İlerledi bir süre ve sonra çok dik bir yokuştan süratle kaymaya başladı. Yeni bir hayat, yeni bir galeyan ve çoklukla yine bir nihavend yalnızlık...
Birden heryanının ıslandığını farketti. Sonra gözleri görmeye başladı. Uyandı. Gözlerinde kendi görüntüsü, arkasında karanlık bir bağıl evren... Denizin içindeydi. Şimdi kendini yenileyeceği o gerçek yere, bir sahil kasabasına gelmişti. Kasabada yakışıklı bir adam gördü yalnız kadın. Gözlerini alamadı. Adam da boş değildi ona. Kadın (gar)dolabı unuttu az zamandan sonra. Arkasında bıraktığı nice öykü aklına gelmiyordu. Yeni hayatı yenilemiş ve güçlü kılmıştı kadını. Bir gece adamla kadın usul adım sevişiyorlardı. Birden herşey hızlanmaya başladı. Yüzünde eski aşklar, eski görüntüler göründü kadının. Özenle yeniden yarattığı yüzü çatlamaya başladı. Adam delice sevişiyordu kadınla. Kadın zorlanıyor, bazen kendinden geçiyordu. Adam son sürat, çıldırmış, sahiplenmişti kadını. İkisi birden yatağa yığıldılar az zamandan sonra.

-Benimsin, dedi adam. Bugüne kadar sahip olduğum en güzel şeysin. Sana tapıyorum.

Şaşkındı kadın. Kimseye ait olmak istemiyordu. Sorumsuzca sevişen yeni aşkın kanatlarında sanıyordu kendini. Önce boşvermek istedi bu sözleri ama sonra dayanamadı. O özgür bir kadın değil miydi ki?

-Kiminim? dedi.
-Benimsin tabii.

Kadın sustu, başını öne eğdi. Bu büyük güç karşısında yaşadıkları yeniden gözünün önünden geçti, (Gar)dolabını anımsadı, sevdiği bir adam vardı onu hatırladı ve anladı: Bir hayattan bir başkasına gitmek; bir (gar)dolaptaki eşyalarını valize doldurup, gardan bir bilet almaktan fazlasını gerektiriyordu.

***

Adam yerinden kalktı, gitti (Gar)dolabın olduğu odaya. Kapısını açtı (Gar)dolabın. İşte, kadının eşyaları yoktu. Adam bir hafif sırıtış gülümsedi kendi kendine. Arkasını döndü (Gar)dolaba, tuvalet masasının üzerinde bir not buldu:

“Biz seninle bir (gar)dolabın çekmeceleriydik sürgülü kapı ardında. İçimizde biraz hazan ve derinden bir naftalin kokusu barınırdı, hatırlıyor musun? Herkes söndürdüğünde ışıkları deliler gibi sevişirdik iki çekmece, bir rafa özenip...”

Adam sakindi. Yine gülümsedi. Ama bu öncekinden daha belirgin bir gülümseyişti. Ceketini çıkarttı, bir yemek masası hazırladı, mumları yaktı... Sakinliğini hiç bozmadı. Yemeğin altını kapattı ve tam o anda kapıda bir anahtar döndü...

(Gar)dolabın kapısı kendi kendine kapandı.

Başa Dön