Hemen önümdeki çam ağaçlarının arasından uzaklarda kalan belirsiz bir ağaca takılıyor gözüm. Kiraz ağacı olduğunu anlıyorum sonra. Önünde öbek öbek insanlar birbirine sarılmış. Küba halkının yaşama mücadelesi gibi bir direniş var. Ekmek kavgasının tadını anımsatan tuzu hafiften fazla kaçmış yemek fotoğrafı gibi… Ellerinde sopalar, yazılar; gözlerinde ışık ve üretim aşkı, uzak memleketlerin birinde sarıyor dört bir yanımı. “Kozağacı köylülerinin müthiş direnişi sonunda Ankara’yı pes ettirdi” haberleri kulaktan kulağa yayılıyor. İçimi değişik bir keyif kaplıyor. Yıllar sonra memleketime döndüğümde kirazın allısını ve suyun doğadan arınan ballısını içebileceğim diye düşünüyorum. Kim bilir ne de pis kokacaktı kıvrılan yollarda gidişlerin havası… Güzel şeyleri düşündükçe keyiflenmem artarak sürüyor. Artık “ya termik olursa?” fısıldamalarını unutur gibiyim. Ama bunun yerine ne yapmalı, nasıl etmeli de kirazın sapından, çekirdeğinden daha fazla yararlanılmalı? Maddi kazançlar ve insanların refah olanakları nasıl olur da on iki yılın tamamına yayılabilir? Elimizdeki bu ekonomik döngü nasıl daha yararlı hale getirilebilir. Hiç kuşku yok ki, kooperatifleşmeler, soğuk hava depoları, pazarlama stratejileri, ekonomik danışmanlıklar ve bunların sonucunda bilinçlenen bir üretici ürettiğinden daha iyi bir kazanç elde edebilir. Sanayileşme sonucu yani hammaddenin katma değer yaratılarak elde edeceği getiri termik santralin sağlayacağı yararların kat ve kat üzerine çıkabilir. İhracatta sağlanan kalite de bu işin ön ayağı olabilir. Ancak olumsuz koşullara her zaman hazırlıklı olmak gerekir. Kirazın kısacası dağ yöresindeki meyve üreticiliğinin geleceğinin parlak olması için çeşitli altyapıların hazırlanması ve girişimciliğin desteklenmesi gerekecektir. Üç-beş sandık kirazın okul önlerine getirilip tüccarlarca rezil edildiğini gördükten sonra açıkçası yöredeki üreticiliği pek parlak görmüyorum. Artık dünyada üretimden çok ürettiğinizi pazarlamak daha geçerli bir hal almaya başladı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren de sizin işinizi başkasına yaptıran aracı firmalar para kazanmaya başladı. Üretici ise kabzımallardan arta kalan düşük kârlara sevinir oldu. Şimdi Ankara’nın ve Çalık grubunun Keles’e kazandırmaya! çalıştığı termik santralin sonucuna doğru yaklaştıkça, asfalt gagalayan kuşlar aklıma geliyor. Boş çorba tasına kaşık sallamak gibi bir durum ortaya çıkıyor. Termikten öyle ya da böyle vazgeçirebiliriz de kirazımızı hak ettiği yere taşıyamazsak Ankaralı dostlardan farkımız kalmaz. Asfalt gagalayan kuşlara bizler de ekleniriz. Ya da boş çorba taslarından karnımızı doyurmaya çalışırız… Aklını kullanana, malını pazarlayana kuruldu bu dünya… Vazgeçtiklerimizin alternatiflerini umarım daha iyi değerlendiririz…