En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
20 yaşındaki çocuğuma verilmek üzere bir mektup kaleme aldım geçenlerde. Ve bu mektubu en değerli anılarım arasında 20 yaşındaki çocuğumun doğum gününde ona vermek üzere saklıyorum. Geleceğe mektup yazmak ürkütüyor beni. Değişen dünyada yeni neslin nasıl bir kalıba gireceğini tahmin etmekte zorluk çekiyorum. Buna bir de sistemin ve eğitimin çarpıklığı eklenince aklıma türlü türlü olumsuzluklar geliyor. Cinsiyeti ve hatta annesi bile belli olmayan bir çocuğa mektup yazmanın garip tadını ayırt etmeye çalışıyorum nicedir. “Acaba boşuna mı yazdım?” cümlesi aklımdan geçmiyor değil hani. “Çocuğun olacak mı, olsa bile okuyacak mı, kim bilir nelerle uğraşacak o zaman?” gibi soru silsileleri mektubu vereceğim güne kadar beynimde dolanacak gibi duruyor. Doğmamış bir çocuğa don biçmedim ama 20 yaşındaki bir çocuğa mektup yazdım. İşe bakın! Çocuğun boyutları hesaplanamazken yıllar sonranın şartlarını kendimce tahmin ederek bir mektup yazmışım. Olacak iş değil ya. Oldu bir kere. Ömür yeterse, Allah bir de çocuk nasip ederse 20 yaşındaki doğum gününde şimdilerde yazılan bir mektup onun doğum günü hediyesi olacak. Bana babam böyle bir şey yapsaydı ağlardım herhalde. Çılgına dönerdim mutluluktan. Ya yılar sonraki bir genç… Ne der böyle bir işe? En olumlu şartlarda 25 yıl sonrasından bahsediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’lü yılları… 100 yılı deviren bir ülkenin gençliğine yazılan bir mektup aslında bu. Nasıl tepki vereceklerini anlamak için şöyle bir varsayım yapmak doğru olur sanırım. Günümüzden 25 yıl öncesine gidersek aradaki değişimi bundan sonraki 25 yıl için söyleyebiliriz. 1982 yılları… 1980’i geçirmiş bir ülke! Düşünmekten ve eleştirmekten korkan bir gençliğin ilk tohumları burada atılıyor. Yargılamaya ve tepki vermeye korkan beyinler üretilmeye başlanıyor. Sonuçta 80’lerin Türkiye’sinin ortaya çıkardığı gençlik orta yolcu ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı’ bir gençlik oluyor. Ve yavaş yavaş yönetim kademelerine gelmeye başlayan 80’li yıl çocukları bir diğer tanımıyla televizyon çocukları kafalarına doldurulan kalıp düşüncelerle bir yerlere gelmenin hesabını yapıyorlar. Paranın çektiği özentiliğe doğru gidiyor çoğu. Ve şimdiler yani 25 yıl sonrası bizim elimizde uyuyan bir gençliğin elinde. Uyanmak biraz zaman alacak belki ama er geç uyanacağız. Ve özlem duyduğumuz üretici gençliğe bir gün mutlaka ulaşacağız. O zaman geç olur mu bilmem, kehanette bulunmak da yanlış olur. Ama elimizde henüz şekillendirilmemiş hamurlar varken iyi ustaların yoğurduğu leziz kurabiyelerin tadına bir gün bakacağız mutlaka. Geleceğin gençliği uyanık olmalı. Ne ağabeylerine ne de babalarına benzemeli. Onlar değişen dünyanın beşiğinde sallandılar. Bugün çıkıp yarın fiyatı düşen telefonlardan pay biçsinler kendilerine. Ve nasıl uyanık bir raydan gidiyor kapitalist treni, baksınlar kaşlarını kaldırıp da. Geleceğe bir mektup da siz yazmadan önce; mektupları okuyacak gözü açık çocuklar yetiştirin, ne dersiniz?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yunus Emre Coşan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |