..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Yazarlar ve Yapıtlar > Hulki Can Duru




21 Temmuz 2010
Kürtçülük Sorunu ve Güneydoğudan Öyküler  
"Güneydoğudan Öyküler", Hakan Evrensel, 3. Baskı Nisan 1997, Dağpaş Matbaacılık

Hulki Can Duru


Bu ülkede Kürt sorunu değil "Kürtçülük sorunu" vardır. İşgal ordularını İstanbul ve İzmir'de alkışlar ve şamatayla karşılayanlar -ekmeğini yedikleri bu ülkeye karşı- ne kadar feci bir yanlışlık yaptıklarını nasıl ki çok sonra fark edip, ama, nasıl ki bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödedilerse, aynı bedeli bugün benzer yaklaşımlar içinde olanlar da -günü geldiğinde- misliyle ödeyecektir. Nasıl ki madde boşluğu sevmez (!) doldurmak ister ise, tarihin terazisi de boş kefeleri sevmez, mutlaka dolduracaktır.


:BFDJ:
“Güneydoğudan Öyküler” isimli öykü kitabı 1997 yılından beri kitaplığımda duruyordu. İlke olarak Güneydoğu ve Doğu’daki teröre karşı çatışmaları anlatan kitapları okumaktan hep kaçınmışımdır. Çünkü o kadar emindim ki bu tür kitaplar hamaset, vatan, millet, Sakarya edebiyatı, bir sürü boş laf, bir Türk on düşmana bedeldir türünden gerçek dışı öğelerle dolu, kötü bir anlatım, kötü bir dil... Ama bunun böyle olmadığını gördüm ve bir aydın olarak kendimden, kendimi beğenmişliğimden utandım...

Nasıl oldu bilmiyorum geçenlerde (2007 yılında) başka bir kitabı raflarda ararken bu kitap birden elime geçti... Şöyle sayfaları karıştırırken bir çırpıda yerimden kalkamadan heyecanla okudum. Sabahın dördü olmuş ben kitaplığın önünde uyuyakalmıştım.

Burada duygusal ayrıntılara girmek istemiyorum. Ancak şunları söyleyeceğim: Kitabın yazarı bizim, benim, senin gibi biri... genç bir subay: bir üsteğmen, kültürlü, aydın, çağdaş, cephedeyken cep radyosundan klasik müzik dinliyor, Vangelis’i seviyor, vs...

ASKER İNSANDIR
İlhan Selçuk bu kitap hakkında “Türk ordusunu Vietnam'daki Amerikan ordusu gibi gören entelimiz, şehitliği siyaset malzemesi gibi pazarlayan politikacımız, silahlı kuvvetlerine düşman dincimiz bir noktayı unutuyorlar: Askere insan gibi bakmasını öğrenemedikçe biz sivilleşemeyiz.” yorumunda bulunmuş.

Tamamen katılıyor ve ekliyorum: Asker de –burada komutanları kastediyorum- insana insan gibi bakmayı öğrenmek zorundadır. İnsanlar sanki yaşamlarının zerre kadar değeri yokmuş gibi ite kaka cepheye sürülen ve salt şehit olmaya koşullandırılmış kurbanlık koyun sürüsü değildir. Bu kafada olanlar Sarıkamış faciasını unutmasınlar. Ölmek, şehit olmak marifet değildir.

ŞEHİT OLMAK MI? SAVAŞI KAZANMAK MI?
Şehitleri hor gördüğüm kesinlikle sanılmasın. Savaş olan her yerde fedakarlık vardır. Halkın mutluluğu ve güvenliği için “yaşamın feda edilmesi” çok onurlu bir ölümdür. Ancak, pisipisine ölmek ve gereksiz fedakarlıktan kaçınmak gerekir. Halk için ve bu topraklar için şehit olan askerlerimiz bu vatanın bağrında yaşayacaklardır.

Ama öyle bir hava yaratılıyor ki ölüm ve ölmek törensel ve dinsel bir şekilde yüceltiliyor. Oysa, yaşamak, hayatta kalmak, başarmak, görevi tamamlamak, teröristleri yok etmek çok daha önemlidir.

Hakan Evrensel’in öykülerde verdiği açık ve net bildirimler bizi şu saptamalara ve gerçeklere götürüyor: Öncelikle teröre karşı yürütülen savaşımı halk anlamış, ama aydınlar anlamamıştır. O medyatik cafcaflı edebiyat dergilerinde var mı şehitler için tek bir şiir? tek bir satır? tek bir öykü? Çuvaldızı kendimize, iğneyi de kendimize batıralım. [Not: Yazar kitabın başına “İzin alınmadan kaynak gösterilerek de olsa alıntı yapılamaz” uyarısı koymuş olduğundan yazarın bu istemine saygı gösteriyor ve öykülerden alıntı yapmıyorum.]

Teröre karşı aydınların duyarsız kalmasında bir başka etmen de ABD ve İsrail lobisi güdümündeki tekelci basın ve medyadır. Kuşkusuz bir de bu kese kağıdı bataklığındaki “rent-a-pen” kiralık kalemlerdir. İkincisi aydınlara özgü kendini beğenmişlik ve bencilliktir. Üçüncüsü terörü terör olarak değil de sanki etnik ayrılıkçı hareketin kurtuluş mücadelesi olarak görmek ahmaklığı ve gafletidir. Neyse ki, bu son Mayıs-Haziran 2007 de yapılan mitingler halkımız ve aydınlarımızın bu konuya artık duyarlı olmaya başladıklarını göstermiştir.

NATO KÖSTEBEKLERİ
Yazarın belirttiği gibi ordu terörle savaşta bir türlü etkili olamamıştır. Bunun temel nedeni çok basit, açık ve net: çünkü, ordu içinde sözde müttefikimiz olan NATO güçlerinin köstebekleri yapılacak operasyonlardan saatler öncesinden teröristleri haberdar ediyormuş. Bizimkiler dağları taşları bombalayıp geri geliyor; ya da, ava giderken avlanıp pusuya düşüyor, üç-beş kayıp vererek geri dönüyorlarmış...

Düşman Türk birliklerinin tüm telsiz konuşmalarını dinliyor, konuşmalar sürekli birbirine karışıyormuş. Her iki tarafta da aynı telsizler var çünkü! ABD askerlerinin teröristlere yardım malzemesi yağdırdığını orduda bilmeyen yokmuş..

Yazar, önceleri teröristlerin nasıl kaçtıklarını, operasyon bölgelerini her defasında bu kadar çabuk nasıl boşalttıklarını bir türlü çözümleyemiyor, ama en sonunda anlıyor: Amerikan askerlerinden aldıkları uyarılar, duyumlar ! Hatta baskına çıktıkları bir gece Cumhurbaşkanı Özal bile TVden “inlerinde vuracağız” diyerek onları dolaylı olarak uyarmış oluyor ! Bu durumda asker nasıl başarılı olabilir ki?

ASKERLERİMİZ
Askerlerimizin çoğu daha gözleri açılmamış, saf ve çok genç 18 yaşlarında Anadolu çocuklarıymış. Ailelerine öfke ve sitem dolu şiirler, mektuplar yazıyorlar. Birileri gezip tozarken onlar kurbanlık koyunlar gibi ölüme gittiklerini biliyorlar. Yazar bu öfke dolu mektup ve şiirlerle yıllarca baskı altında yetişmiş bu çocukların ailelerinden gizli bir şekilde öç aldıklarını gözlemliyor. Aileleri de çok üzen bu tür ölüm edebiyatı yapılan şiirleri yasaklıyor. Savaştan kaçmak için kendini yaralayan, sakat bırakan Mehmetçik de var. Bu her orduda vardır... Teröristlerden de sığınanlar, kaçanlar olmuyor mu?

Üsteğmenin acı bir sitemle dikkat çektiği bir husus da şu: Ordu en büyük deneyimi pusuya düşme konusunda yaşıyormuş ! Çünkü birlikler sık sık pusuya düşüyormuş ! Askerin asal görevi sanki şehit ve yaralıları bir an önce helikopterle hastaneye ulaştırmak ve baskınlara karşı uyanık durmakmış ! Ölü ve yaralıları almaya giderlerken bile pusuya düşme olasılıkları her zaman varmış. Bir keresinde tam düşmanı kıskaca almışken merkezden gelen bir emirle imha saldırısı iptal ediliyor !

Yeni yetişen askerler çok daha mükemmel yetişiyor, komutana körü körüne itaat yok, ve verilen emirlerin açıklanmasını istiyorlarmış. Üsteğmen bu askerlerle başa çıkmakta az buçuk zorlanıyor. İtaat ile kafa çalıştırmayı ayırmak gerekiyor. Nizamiyeden girerken artık beyin kapıda bırakılmıyormuş. Kafası çalışan askerler lazım. “Çılgın Türkler” değil “Akıllı Türkler” gerekli bize !

ASFALT ŞOKU
Yazar onar günlük izinlerinde her seferinde bir asfalt şoku yaşıyor. Dağda yürümeye alışık ayakları düz yola alışamıyor. Güya halı üzerinde çıplak ayakla yürüyecek, gözleri şişene kadar TV seyredecek, her gün beş gazete okuyacak, bir filimden diğerine gidecek, harcamaya fırsat bulamadığı parasını oraya buraya saçacak, araba kiralayacak, en lüks otellerin lobisinde neskafe içecek, barında sarhoş olacak, simit yiyecek, denizi görmek için bir yerlere gidecektir...

Ama kahramanımız hiçbirini yapamaz. Çünkü birliğinden bir askerin cenazesine katılmak ve şehit ailesiyle ilgilenmek zorundadır. Bunu yapmayı hiç istemez. Psikolojik olarak o kadar yorgun ve bitkindir ki. Cenazede konuşacak bile hali kalmaz. Şehit babasının yergisiyle tüm dünyası kararır: “Benim oğluma sahip çıkamadınız mı?”

Öyküleri okudukça anlıyoruz ki “ulusçuluktan, milliyetçilikten vazgeçin, sınırlar kalkıyor, küreselleşin” diyenler ülkeyi parçalamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Bunların postmodern destekçileri, yardakçıları, akıl hocaları var. Bu destekçiler arasında büyük basın, yandaş medya, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, siyasetçiler, bilim adamları, tarikat baronları, toprak ağaları da var... Bunlar “Kıbrıs’ı verelim kurtulalım, Doğuyu verelim kurtulalım” görüşünde. Savaşarak alınan, kanla kurtarılan topraklar kolayca masa başında verilecek yani.

POSTMODERN KARŞI-DEVRİM
Cumhuriyet’in ilanından sonra başlatılan Türk Devrimi ile ulusallaştırılan bankalar, tersaneler, demiryolları, demir-çelik, çimento, iletişim gibi en kritik sektörler özelleştirme gerekçesiyle tekrardan yabancı şirketlere haraç mezat satılmadı mı? Osmanlı’nın son dönemleri de aynen bugünler gibi değil miydi?

Bir zamanlar dünyaca ünlü Türk tütününün artık esamesi okunmuyor. Atatürk’ün kurdurmuş olduğu Tekel fabrikaları satılıyor. Ve bunu yapan “Başbakanlık Özelleştirme Dairesi” ! Bu bir karşı devrim değilse nedir peki? Bankaların %40ı, sigorta şirketlerinin %70i, telekomünikasyon ve uydu haberleşme sisteminin tamamı yabancıların eline geçmiş durumda !

Bu şekilde ülkemizin iç ve dış güvenliği ulusal bir intiharla riske edilmiş, yabancılara ülkemizin tüm istihbaratını dinlemenin kapıları açılmıştır. Bu durumda olan bir ülkenin askerleri ne kadar kahraman olursa olsunlar hiçbir savaşı kazanamazlar !

Bu, Türkiye karşıtı, birleşik, postmodern bir cephe. Artık bu iyicene belirginleşti, su yüzüne çıktı. Gizlenmeye ve gizlemeye bile gerek görmüyorlar. Arkalarında ABD, AB ve İsrail var.. Bunların tümü bölgede ayrılıkçı etnik bir devlet kurulmasını Irak’ın Kürtler, Sünniler, Şiiler arasında bölünmesini umuyorlar. Türkmenleri yok sayıyorlar. Aslında, bu etnik devlet çoktan kuruldu da biz hala deve kuşu örneği kafamızı kuma gömüp görmezden geliyoruz. Kuzey Irakta kurulmuş olan bu yapay devletten “Güney Kürdistan” olarak söz ediliyor. Peki bu yapay devletin Kuzeyi neresi?

“Güneydoğudan Öyküler”in ilk baskısı 1997de yapılmış. Aradan 10 yıl geçmiş...Kitabın kapağı, yayınevi bile değişmiş... Değişmeyen bir şey var ama: Daha önce Osmanlı İmparatorluğunu parçalayan, şimdilerde ise ülkeyi parçalamaya kafaya koymuş olan Gladio benzeri örgütler, askeri çeteler, tarikatlar, masonik yapılanmalar ve bunların alt katmanları Rotary, Lions gibi kuruluşların hâlâ tam gaz gidiyor olmaları. Bunlara dur diyecek bir güç, bir istenç, sivil bir erk bu ülkede yok mu ? Hakan Evrensel kitabını terörle savaşımda şehit düşen, gazi olan ve hala bu savaşımı sürdürenlere ithaf etmiş. “Güneydoğudan Öyküleri” ve bu tür kitapları özellikle gençlerimiz, aydınlarımız okumalı ! (Bu eleştiri 2007de yazılmıştır.)


.Eleştiriler & Yorumlar

:: teslim olmak yok.
Gönderen: Levent Ölçer / , Türkiye
5 Ağustos 2010
Bu coğrafya acıyla kavrulup güneşte pişmişlerin coğrafyasıdır. Bu topraklar teslim olmaz. Yazmaya ve çarpışmaya aynı hızla devam Hulki Bey.

:: selamlar..
Gönderen: Aysu / , Türkiye
22 Temmuz 2010
benim mantığımın durduğu noktalar ,kanımın çekildiği noktalar ,herşey o kadar içiçe geçmiş ki hep sorgulamalar ,sorgular ,inandığım bir olay bir süre sonra başka boyuta geçebiliyor.Tüm savaşlar elbet bir gün bitiyor bu kadar uzun sürmüyor şayet savaşsa,bu başka birşey hiç bitmiyor ,sorgular sorular / teşekkürler

:: İnsani yöne dikkat
Gönderen: Mustafa Şakarcan / , Türkiye
22 Temmuz 2010
Güneydoğu'da , ABD ile ilgili aynı haberleri bölgede görev yapanlardan ben de dinledim. Bölgede görev yapmış ve yapmakta olan personeli dinlemeyi kimseler düşünmedi. Şehit aileleri ve gaziler ile görüşmeler olmadı. Arabesk fantazi şarkıcılar, çalgıcılara varana kadar herkesin görüşü oldu da bu işin içinde olanlara, yüreğini koymuş insanlara kimse bir şey sormadı. Küçük not: Askerlikte temel ilke görevdir. Kahramanlık değil, görevin yapılması esastır. Teşekkür ve saygılarımla...

:: ...
Gönderen: Ömer Faruk Hüsmüllü / , Türkiye
21 Temmuz 2010
Üstadım, gene bilgilendirici bir yazı... Değerli bir bakış açısı, alışılmadık bir analiz ve tabii ki gerçekçi bir sorgulama... Şehitlerimiz ve terör konusunda ben bu günlerde hiç bir şey söyleyecek durumde değilim. Kafam çok karışık, beynim uyuşmuş gibi. Şehitler eskiden birkaç günde bir tane iken, sonra her gün bir tane olmaya başladı ve çimdi ise günde 5-6. Yani iç sızlaması yerini sanki istatiğe bırakmış gibi.. Her şehit haberinden sonra artık utanç duymaya başladım. Gerçekten utanıyorum, hem de çok... Kusura bakmayın, dedim ya kafam çok karışık! Selam ve saygılarımla.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yazarlar ve yapıtlar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mevlana'nın Kimyası
Köpekliğin Aşkı ve Varoş Kültürü
Ka, Kar ve Kars
Yeni Hayat (2ci Bölüm)
Yaşam, Aşk ve Rastlantı
Râna ve Rânaların Açmazı (2. Bölüm)
Yeni Hayat (1ci Bölüm)
Şebeke ve Sabetayizm
Aşka Allah'a ve Akla - Tarihi Simalardan Mevlevi
Uykuların Gizemi ve Agoraphobia (1ci Bölüm)

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Paganlıktan Gelme Bir Tapınma Şekli: Namaz (2)
Cinsel Saldırı Suçu ile Tecavüzden Yargılananların Hadım Edilmesi Yasa Tasarısı
Mevlana ve İslam
Paganlıktan Gelme Bir Tapınma Şekli: Namaz
Çağdaş Gericilik: Postmodernizm
Dinin Ahlaksızlığı, Yahut, Ahlaksızlığın Dini
Haksızlığa Kesinlikle Karşıyım
Tevfik Fikret'ten Teröre Övgü
Özel Mezarlıklar: Kârlı Bir Yatırım Kapısı!
Postmodern Haçlılar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Elsa'nın Gözleri [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan - II [Şiir]
Albatros [Şiir]
Yeryüzü Rüzgarları [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan [Şiir]
Op. 11 Piyano Ezgileri, Arnold Schönberg [Şiir]
Malta Şahinlerine [Şiir]
Uçan Ayakkabı [Şiir]
Havanın Ölümü [Şiir]
Her Ocak Hiddetle Tütüyor… [Şiir]


Hulki Can Duru kimdir?

Başlıca yapıtları: Eski Kule Müziği (şiir) Geometrik Aydınlık (şiir) Havanın Fen Noktası (şiir) Tartaros Paradigması (eleştiri) Teslis Sendromu (eleştiri) Nano Kutsallık (eleştiri) Sevgili Kutlu Yaşam (öykü) Kuşku Bilinci ve Eleştiri (eleştiri)

Etkilendiği Yazarlar:
Montaigne, Descartes, Russell, Tolstoy, N. Hikmet, Dostoyevski, Nietzsche, Freud, Darwin, Marx, Engels, Lenin, Bakunin, Kropotkin, Voltaire, Diderot


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.