Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
Yahudi-Hristiyan eskatolojisinde “yeni hayat, yeni dünya” terimleri ile “tanrısal krallık” altında, ölüm veya dirilişten sonraki bir varolma konumu kastedilir. Ancak, bu yeni yaşamda, İslam cennetindeki gibi ceylan gözlü huriler, bilezikli gılmanlar, şarap, süt ve bal ırmakları yoktur. Eskatolojik yeni yaşam teokratik bir süreç olup bunun Maşiyah veya Mesih yönetiminde bir milenyum boyunca yeryüzünde egemen olacağı öngörülür. Pamuk’un “Yeni Hayat'ında ise, bu dünyada salt kendileri için geçerli olan yeni yaşamlarını inşa etmeye, örmeye, çalışanların başlarından geçen olaylar süreci kurgulanmaktadır. 14.cü yüzyıl İtalyan şair Dante Alighieri “La Vita Nuova” (Yeni Hayat) isimli şiir kitabında aşkın gücü ile oluşan düşsel, romantik ve tutkulu yeni bir yaşamdan söz eder. Eser Dante'nin yaşam öyküsü gibidir. Pamuk’un “Yeni Hayat”ı da yazarın kendi özyaşam öyküsü gibi. Ancak, söz konusu edilen bencil, çıkarcı ve başkalarını aşağılayan bir yaşamdır. YENİ BİR HAYAT MÜMKÜN MÜ? Bir insan nasıl olur da yeni bir yaşama başlayabilir? Örneğin, büyük bir servet gelir bir yerlerden, artık o kişi için bambaşka bir yaşam başlar; veya, aşık olursunuz, bu yaşantınızda bir dönüm noktası olur, acun taptaze, toz pembe görünür; yahut, günün birinde din değiştirirsiniz, yeni bir ortama girersiniz; ya da, yıllar geçtikten sonra, başka biri olduğunuzu öğrenirsiniz, anneniz, babanız sizin sandığınızdan bambaşka kimselerdir, bugüne kadar kendiniz ve çevreniz hakkında öğrendikleriniz, bildikleriniz hep yanlıştır. Ya da, Franz Kafka’nın 'Die Verwandlung' (Başkalaşım, Metamorfoz) öyküsündeki gibi -bir haşarat olarak- kendi gerçeğinizle yüz yüze kalarak, başka bir varlık olarak bir sabah uyanırsınız. Kafka’nın yapıtında simgesel bir boyut olsa bile, bu boyut o ana kadar, yani, o değişim/dönüşüm anına kadar, gerçekle iç içe geçmiş bir sır olarak kalacaktır. Ancak, Pamuk’un “Yeni Hayat”ında bu tür hermetik, kapalı öğeler, bildiriler, göndermeler yoktur. Anlaşılamayan bölümler, eklemeler, tıkıştırmalar vardır. Bu tutarsızlıklar doğrudan yazarın yazınsal yeteneğinin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Bu kişisel olduğu kadar aldığı eğitimin edebiyatla bir ilgisi olmayışındandır. Yazarın resmi web sitesinden öğrendiğimize göre kendileri 23 yaşında her şeyi bırakıp romancı olmaya karar veriyor ve dairesine kapanıp yazmaya başlıyor. Bu pek inandırıcı görünmüyor. Çünkü insan romancı olmaya karar vermekle romancı olmaz, olamaz. Şair olmaya karar vermekle de şair olamaz. Yurdumuz insanında büyük bir şiir yazma hevesi vardır. Edebiyatla hiç ilgisi olmayan dandik gazetelerin, dergilerin şiir köşeleri vardır. Hatta Hamamcılar ve Tellaklar Esnaf Odasının bülteninde bile üyelere özgü bir şiir köşesi olabilir. Ama, her şiir yazan şair değildir. “Karar vermek” ile insan belki bir meslek sahibi olur, mühendis, doktor, gazeteci gibi... Ama edebiyat, yazarlık, sanat başkadır. İçten gelir, doğaldır, kendiliğinden oluşur. Tanrı vergisidir. Özel beceri, yetenek ve çok kitap okumayı gerektirir. Bu bakımdan Pamuk'u Kafka ile mukayese edemeyiz. Bunu yapmaya kalkışmak Kafka'ya haksızlık, hatta onu aşağılamak olur. Bunları yazıyorum çünkü medyatik edebiyatımızda Pamuk'u Kafka ile karşılaştırmak gibi coşkulu bir eğilim var. Bu hezeyanlı eğilimde olanlara şunu söylemek istiyorum: Kafka'nın kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığından kendisini dev bir hamamböceğine dönüşmüş olarak bulur. İnsan iken böcek olmuştur. Oysa Yeni Hayat'taki kahraman zaten böcektir. Ancak, böcek olduğunu yıllar sonra fark etmiştir. ORHAN VE MUSA Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için Musa örneğini veriyorum: Mısır Prensi Musa, peygamber olmadan önce, Mısır Firavununun oğluydu. Ancak, günün birinde aslında bir Mısırlı olmadığını bir Apiru (İbrani) olduğunu öğrenecektir. Prens Musa, nasıl ki yıllar sonra köle bir halktan geldiğini, gerçek ana ve babasının soylu kimseler değil de sıradan Apirular (İbraniler) olduklarını büyük bir sarsıntıyla öğrenir ve kaçınılmaz bir şekilde yeni bir yaşama adım atar ise, aynı benzer durum “Yeni Hayat”taki başkahraman için de geçerlidir. Sonunda Musa kendi öz halkının arasına döner ve yeni yaşamındaki ilk eylemi bir Mısırlıyı öldürmek olur. Kuşkusuz, bu eylemin, bilinçaltı derinliklerinde gizli, eski yaşamından öç almaya yönelik bastırılmış derin bir öfke veya nefret dürtüsünden kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü eyleminden ötürü hiçbir şekilde suçluluk duymayan Musa, öldürdüğü kişiyi gizlice gömdükten sonra, ceza ve yargılanmaktan kurtulmak için uzun bir yolculuğa çıkarak başka bir ülkeye, Midyan ülkesine (Hicaz) kaçacaktır. (Tevrat, Çıkış 2: 1-23) Bu bağlamda, Pamuk’un “Yeni Hayat”ında benzer bir asimetrik yönelişi görüyoruz. Romanın kahramanı üniversiteli genç (Orhan), Musa gibi yeni bir yaşama başlarken , önceden planladığı bir cinayeti işlemekten çekinmeyecektir. Asimetrik diyoruz çünkü, Musa önce cinayeti işler, sonra yolculuğa çıkar, “Yeni Hayat”taki başkahraman ise önce yolculuğa çıkar, sonra cinayeti işler. İkisi de katildir. Sonuçta eski Mısırlı Prens Musa, yeni kimliği ile İbrani Peygamber Moşeh yıllar sonra Mısır’a geri dönecek, bağrından çıktığı, ekmeğini yediği eski ülkesini ilahi lanetlerle çok ağır bir şekilde cezalandıracak, Mısırlıları aşağılayacak, İbranileri de tanrı tarafından seçilmiş olduklarına inandırarak onları yeni bir yaşama, yeni bir ülkeye, yönlendirecektir. ORHAN, ORNAN Romanın baş kahramanı ve anlatıcı Teknik Üniversitede mimarlık okuyan Orhan [çünkü anlatıcı, sevgilisi Canan ile isimlerinin uyaklı olduğunu belirtir: Orhan/Canan gibi; bu bakımdan romanın ilk bölümlerinde açıkça isimlendirilmeyen başkahramanın Orhan olabileceğini tahmin etmek pek zor değil. Orhan isminin İbranice benzer seseli “Ornan” olup “Aranuah”tan (sağlam olan) gelir (Tevrat, I. Tarihler 21:15)] günün birinde rastlantı sonucu, ki aslında bunun bir çeşit tezgah olduğunu çok sonra öğrenecektir, 22 yaşında iken “sihirli” bir kitap okumaya başlar, ve, ondan sonra olanlar olur: Bir kitap okur ve tüm yaşamı değişir ! Kitabın adı “Yeni Hayat”tır. Ancak, bu değişimin neden olduğu, nasıl olduğu, ne olduğu romanda açık seçik belirtilmez. Bu bir sırdır. Başkahraman anlatıcımız, o “sihirli kitabı” okuduktan sonra, “yabancı bir ülkenin tehlikeli sokaklarına çıkar gibi” 22 yıldır yaşadığı mahallesinin sokaklarına çıktığında, hem büyük bir öfke, hem büyük bir sevinç duyacaktır: Bugüne kadar hep kandırılmıştır. Oysa, bu ülkenin çocuğu değildir o. Her şey değişmiştir. Bu topraklar “yabancı bir ülke”dir. O, bambaşka dünyaların, hayatların insanıdır. Sevinci bundandır. Anlatıcı, sırrını ve ruhunu açacağı kişileri de “kitaptaki dünyada yaşayan gölgeler arasından” seçmeye karar verir. Eski yaşamı bir süprüntüden farksızdır. Doğduğu günden beri kendisini bu ülkede yaşayanlardan biri zanneden anlatıcı, yeni “bir hayatı, bir yüzü, bir hikayesi olduğunu tuhaf bir şekilde hissederek” farklı bir kimliğe kavuşmuştur. O artık “gücü damarlarındaki soylu kanda olanlardan” veya “ne mutlu falancaya” diye haykıranlardan biri değildir. Artık nereden geldiğini, nerede olduğunu ve nereye gittiğini bilmektedir. Fakat buna rağmen romanda Orhan'ın “nereden geldiğini bilmeden, nerede olduğunu bilmeden, nereye gittiğini bilmeden” hiç durmadan sürecek yolculuklara çıktığı takdirde, kitaptaki o büyülü, ışıklı dünyaya ulaşacağından söz edilir. Üç ay sürecek kaza, tehlike ve olaylarla dolu uzun yolculuğunda birbirine benzeyen, camili, Atatürk büstlü, beyaz eşya bayili bir sürü sıkıcı kent, kasaba ve köyden geçen anlatıcı, “kendine benzeyen ötekileri” araştırır. CANAN, CANAAN Orhan, kendine benzeyen “ötekilerden”, “melek” olarak tanımladığı Canan ve tıp okuyan Mehmet ile tanışır. İngilizce “Canaan” isminin Türkçesi “Kenan”dır. “Kenan Ülkesi” Tevrat’a özgü bir deyim olup Allah tarafından İbrahim peygamberin soyuna vaat edilen ülke,”arzı mevut”, cennet anlamına gelir. Günümüzde, Kenan Ülkesi bugünkü İsrail ve Filistin devletinin bulunduğu topraklardır. Mehmet de yepyeni biri olmak için tüm geçmişini terk etmesi gerektiğini anlamış, tüm zamanını kitaba, kitaptaki yaşama adamış biridir. Mehmet, bir misyoner gibi, bu kitabı kahvelerde, otobüs duraklarında, sinema kapılarında, vapur iskelelerinde dağıtır. Kopyaları elden ele dolaşan bu kitabı okuyan “ruh kardeşleri”nden bazıları sapıtır, kimi yemeden içmeden kesilir, beriki canına kıymayı düşünür, kimisi kötü ruhların saldırısından korunmak amacıyla –Omen filmindeki papazın İncil sayfalarıyla odasını kapladığı gibi- kitabın sayfalarıyla tüm odasının duvar ve camlarını kaplar. Canan ve Mehmet, ismi var cismi yok türden kişiler. Yeni yaşamı arayan bu üç yoldaştan Mehmet sonunda bir gün sokakta vurulur; “bal rengi göz”leri olan Canan da ortalıktan kaybolur. Canan’ın gözleri için romanda sıkça geçen “bal rengi göz” tanımı Halide Edip’in naftalin kokan romanlarında da görülür. Romanlarında baygın bakışlı kadın kahraman olarak hep kendini anlatan Halide de gerçek yaşamda “bal rengi gözlü”ydü. Romandaki en çarpıcı ve sempatik kişi “Güdül kasabası” ileri gelenlerinden “Dr. Narin”. Tipik bir taşralı olan doktor “eşyaların içine sıkışmış zamanı” ararken tüm kitapların “Büyük Kumpas”ın küçük araçları olduğunu, “Yeni Hayat” kitabını okuyan oğlunun “hayatın bütün zenginliğine, yani zamanın gizli simetrilerine, yani eşyaların bütün teferruatına” gözlerini kapatan bir çeşit korkuya, ölüm saplantısına kapıldığına inanmaktadır. Kendisini arabesk-çocuksu ülkülere kaptırmış milliyetçi, muhafazakar doktorumuz, Allah’a “cihatın aracı silah ve namazın aracı saat” ile ulaşılacağına inananlardandır. Mutluluk, mutlu olunduğu an duran bir saatle mümkün olabilecek, böylece mutluluk sonsuza dek uzayabilecektir. Büyük Kumpas’a karşı başarılı olabilirse Dr. Narin “yeni bir devlet” kurma hayalindedir. KİTAPTAN FIŞKIRAN IŞIK Kitaptan “fışkıran ışığı” aldıktan sonra “eski hayatı”nı tümden kafasından atan Orhan, kendisini “o ışıktan ülkede gezinirken” bulur. Pamuk, bu temayı da muhtemelen Dostoyevski’den almış olsa gerek. Çünkü, “ışık ülkesi” izleğini ilk Dostoyevski’de görüyoruz. Yaşamının son yıllarında ezilen insanlara yardım etmek için “düşünce ve ışık ülkesi”ne giden yolu aramaktan ilk Dostoyevski söz etmiştir. Ayrıca, Orhan'ın yüzünün kitaptan çıkan ışıkla aydınlanması bizi İbrani mitolojisindeki eski bir öyküye kadar götürür: Tevrat’ta Allah (Elohim) ile yüz yüze konuşup On Emir’i içeren taş tabletleri aldıktan sonra Sina dağından indiğinde Musa’nın yüzü nurdan parıl parıl parlamaktadır. Öyle ki, cemaat ona bakamaz hale gelir. Musa yüzünü peçeyle örter. (Tevrat, Yaratılış 34: 33-35) . Yine “ışık” ile ilgili benzer bir olay, Fransız mistik filozof Blaise Pascal’ın yaşamında da görülür. İncil'i okurken Kutsal Ruh’ un (Ruhulkudüs) ateşli bir ışık gibi bedenine döküldüğünü Pascal felsefi yazılarında savunur. Kutsal Ruh’un insanlar üzerine dökülmesi İncil'e özgü temalardandır. “Yeni Hayat”ın anlatıcısı da kitaptan çıkan kutsal ışığın ensesinden tüm gövdesine ağır ağır yayıldığını hisseder. “Kitaptan fışkıran ışık” kendisini büyülemiştir. Ancak, romanın son bölümlerinde bu ışığın yaşam değil, “ölüm ışığı”, olduğu anlaşılacaktır. YENİ HAYAT VE TANAH Anlatıcının okuduğu söz konusu kitabın adı da “Yeni Hayat”tır. Kitap emekli bir TDDY müfettişi tarafından, 33 muhtelif çocuk kitapçığından faydalanılarak, yazılmıştır. 33 rakamının masonik terminolojide özel bir simgesel konumu olduğunu burada anımsatalım. Masonluktaki en yüksek mertebe “Maşrıkı Azam” 33.cü derecedir. İsa 33 tansık gerçekleştirmiş, 33 yaşında çarmıha gerilmiştir. 33 sayısı aynı zamanda “Amen” sözcüğünün sayısal karşılığıdır 1+13+5+14=33; İsrail yıldızının (Magen, Davut Yıldızı) sayısal betimidir. Bu bağlamda, “Yeni Hayat” kitabının Tevrat’ı (Tanah) simgelediği, Tevrat’a işaret ettiği söylenebilir. Tevrat derken kastettiğimiz Yahudilerin kutsal kitabı “Tanah”ın tümüdür. Tanah, Torah (Tevrat), Nebim (Peygamberler), Ketubim (Yazılar) gibi üç ana bölümden oluşur. “Zebur” (Mezmurlar) Ketubim bölümündedir. Tanah'ın Hristiyanlıktaki karşılığı “Eski Ahit”tir. O halde, romanın ana teması, yıllarca Türk ve Müslüman kimliğinde yaşamış bir kişinin günün birinde kendisinin aslında bir Yahudi olduğunu öğrenip, büyük bir sevinç ve mutluluk duyarak bambaşka, yeni bir hayata başlamasıdır..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |