..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Dinler, İnançlar ve Ateizm > Hulki Can Duru




4 Ağustos 2010
Paganlıktan Gelme Bir Tapınma Şekli: Namaz  
"Yeryüzünün gönlündeki defîne benim; ne diye yere baş korsun?" Mevlana

Hulki Can Duru


Arapların toprakla teyemmüm edip namazla idmana başlamasından 12 yüzyıl önce gerçek anlamda beden eğitimi, atletizm ve jimnastik faaliyetleri antik Yunan’da İÖ V.ci yüzyılda başlamıştı. İÖ IV.cü yüzyılda ise Olimpiyat oyunlarının da gelişmesiyle beden eğitimi, felsefe eğitimi kadar önem kazanmıştı. Eğer Müslüman Arapların namazı jimnastik ise, pagan Yunanlıların atletizm ve Olimpiyat oyunları neydi acaba?


:DCDC:
Kıyam (ayakta durma), rüku (eğilme), kuud (dizleri kırıp ayakları altına alarak oturmak), sücut (secde) pozisyonları alarak Allah’a dua etme İÖ 2000 yıllarında Mezopotamya ve Ortadoğu bölgesinde çok yaygın pagan bir ibadet şekliydi.

Eski Pers, Mısır ve Babil duvar resimleri, heykel ve kabartmalarında sıkça görülen kıyam, rüku, diz üstü oturma, çömelme, secde gibi tapınma pozisyonları tüm Sami ve Mezopotamya halkları tarafından benimsenmişti. Babil Kralı Hammurabi ile Satrapları tanrı Şamaş (Şems veya Baal) önünde tapınırken gösteren birçok taş kabartma ve duvar resimleri vardır.

Yahudiler bu tapınma şekillerini Mısırlılardan aldılar. Yahudilikte bu pozisyonlar Tanrıya ibadetin önemli bir parçasıydı. Tevrat’ta, diz çökerek, çömelerek, rüku ve secde ederek Allah’a tapınan insanlardan bahseder:

“Çünkü RAB Mısırlıları öldürürken evlerimizin üzerinden geçerek bizi bağışladı. İsrailliler eğilip secde kıldılar.” (Çıkış 12: 26-27); “Gelin, secde edelim, eğilelim, bizi yaratan RAB'bin önünde diz çökelim.” (Mezmurlar 95:6); “Bunun üzerine Musa'yla Harun İsrail topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar”. (Sayılar 14:5); “Ahab yiyip içmek üzere oradan ayrılınca, İlya Karmel Dağı'nın tepesine çıktı. Yere kapanarak başını dizlerinin arasına koydu.” (Tevrat, I. Krallar 18: 41, 42)

Müslümanlık da bu tapınma şekillerini “namaz” (Zerdüştlükte ateşe tapma anlamına gelir) adıyla uygulanmaya kondu. Namaz sırasında secdede el, ayak, diz, alın, burun yere temas etmelidir. El ve ayak parmakları kıbleye çevrilmiş olmalıdır. Kolların yere yapışması, ayak parmaklarının yerden kaldırılmaması gerekir.Yahudiler Kudüs’e, Müslümanlar Mekke’ye (Kıble) dönerek dua ederler.

Özellikle diz üstü çökerek dua etme ilk Hristiyanlar tarafından da benimsendi. Petrus ve Pavlus diz çökerek dua ederler. (Elçilerin İşleri 9:40, 20:36). Tanrı'nın oğlu olarak kabul edilen İsa bile diz üstü çökerek, yüzüstü yere kapanarak dua eder (Matta 26: 39; Markos 14: 35; Luka 22: 41). Ancak, Yuhanna İncil’i İsa'nın sadece gözlerini göğe kaldırarak dua ettiğini yazar (Yuhanna 17: 1). Vahiy kitabında ise sadece Tanrıya secde edilmesi gerektiği konusunda uyarı vardır. (Vahiy 19: 10)

Dinbilimci Kirkegaard bu şekilde tapınmayı Şeytan'ın bir oyunu olarak görmüş, büyük bir günah olduğunu öne sürmüş, bunu “Tanrı imgesinde” yaratılmış olan insanın alçaltılması, dolayısıyla Tanrı ve Kutsal Ruh'un aşağılanması olarak yorumlamıştır. İki ayak üstünde durma yeteneğiyle yaratılmış insanın dört ayaklı hayvanlara benzer bir pozisyon alarak ve de “utanmazca arkasını göğe çevirerek” tapınmasına şiddetle karşı çıkmıştır.

KÜSUF VE HÜSUF NAMAZLARI
 Küsuf ve hüsuf namazı bir felaket ve uğursuzluk habercisi görülen “güneş tutulması”, ile “ay tutulması” sırasında tutulma sona erene dek kılınır. Tabi eski devirlerde güneş ve ay tutulmasından etkilenmeyen yerlerde yaşayan Müslümanların tutulmalardan anında haberdar olup küsuf veya hüsuf namazını kılmaları pek mümkün değildi. Çünkü güneş tutulması 3-4 dakika, ay tutulması da 1 saat 15 dakika sürüyordu.

Güneş ve ay tutulmasının nedenleri, Müslümanlıktan çok önce, İÖ 600de Thales tarafından bilimsel olarak açıklanmış olmasına rağmen bunun bilgisi Muhammet’e ve Araplara ulaşamamış olmalı ki İS 600 yıllarında hala bu olaylar birer felaket habercisi olarak görülmüş ve namaz kılınması şart koşulmuştur. Yağmur duasıyla yağmur yağdırdığını zanneden zihniyet herhalde ay ve güneş tutulmalarını da küsuf ve hüsufla sona erdiğini zannediyordu.

NAMAZ VE CİMNASTİK(!)
İslam’ın ve dinin direği olduğu söylenen namaz sırasında yapılan secde, rüku, kuud gibi eğilip kalkma eylemlerinin ardında  “idman, jimnastik, beden eğitimi, omuriliğin düzeltilmesi” gibi ulvi bir gerekçe olduğu Müslümanlarca büyük bir gururla sık sık dile getirilir.

Gerçekten de namaz tembel Arapları beden hareketine zorlamak için yapılmış dahiyane bir buluş mudur? Yani hem tapınma, hem jimnastik? Yoksa bu muhteşem sav bir takım aklı evvel ulemanın namaz hareketlerine   sözde bilimsellik ekleme çabası mıdır?

Yani dini önderler cimnastiğin ne olduğunu gayet iyi biliyorlardı da “o devirde” bunu ancak namaz yoluyla mı bu cahil insanlara yaptırtabilmişlerdir? Onun için mi İslam’a “akla dayanan” din diyorlar? Peki acaba secde pozisyonunda beyin kanamasından ölen kaç kişi olduğunu biliyor muyuz? Ya da rükuda disk kayması ya da felç geçiren? Camilerdeki halılar ne kadar hijyenik ve kafayı bu halılara yapıştırıp oradaki teri, tozu, toprağı, akarları, mitleri, parazitleri solumak, yutmak ne kadar sağlıklıdır biliyor muyuz? Islak ayağı kurulamadan kokmuş çorabı tekrar giymekten söz etmeye gerek görmüyorum. Üstelik namaz sırasındaki eğilip kalkmaların beden için ne kadar sağlıklı, ne kadar hijyenik olduğu da tartışmaya açıktır.

Nasıl ki  sabun ve temizlik malzemeleri kullanmadan çeşmeden akan suyla yıkanmakla, ya da aptes almakla insan gerçekten temizlenemezse, aynı şekilde, namaz kılarak da beden eğitimi yapmış olamaz.  

JİMNASTİK NE ZAMAN ORTAYA ÇIKTI ?
Namazdan önce su olmadığı zaman dahi mutlaka toprakla aptes alınmasını, temizlenilmesini (“Hasta iseniz, yahut yolculukta iseniz, yahut biriniz aptes bozmaktan gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız, su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin. Bunun için de yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Maide 6”) şart koşan İslam öğretisinde yüzün ve ellerin toprakla meshedilmesi ne kadar hijyeniktir?

Toprak ne kadar temiz görünürse görünsün zararlı bakteri, spor, mantar, pire, hayvan dışkısı (fare, köpek vs) içerebileceği, parazitlerin yumurtalarını barındırabileceği ve çok tehlikeli hastalıklara yol açabileceği (tetanoz, şarbon, veba, gıda zehirlenmesi) akıldan çıkarılmamalıdır. 1 çay kaşığı toprakta milyondan fazla bakteri çeşidi bulunur !

Arapların toprakla teyemmüm edip namazla idmana başlamasından 12 yüzyıl önce gerçek anlamda beden eğitimi, atletizm ve jimnastik faaliyetleri antik Yunan’da İÖ V.ci yüzyılda başlamıştı. İÖ IV.cü yüzyılda ise Olimpiyat oyunlarının da gelişmesiyle beden eğitimi, felsefe eğitimi kadar önem kazanmıştı. Eğer Müslüman Arapların namazı jimnastik ise, pagan Yunanlıların atletizm ve Olimpiyat oyunları neydi acaba?
 
Perikles, Büyük İskender, Sokrat, Aristo, Platon Yunan halkına dinsel gerekçelerle beden eğitimi yaptırmayı, namaz kıldırmayı akıl edememişler mi? Yani, putperest Yunanlılar beden eğitimi ve atletizmi İslamiyet’ten 1000 sene önce bir “bilim” haline getirmişler de İslam bunu bir bilim haline getirememiş mi? Eğer namazda asıl hedef “jimnastik” ise neden o zaman cenaze namazında sadece ayakta duruluyor, neden rüku, kuud ve secde yok? Eski putperestlerin tapınmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir mi? Yani onlar da akılları sıra cimnastik mi yapıyorlardı?

“Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır” diyeceğim ama anlaşılan demek ki salt okumakla da cehalet kaybolmuyor. Cahillerin yazdığı kitapları okuyanlar ve onlara inananlar daha da cahil oluyorlar. Molière'in dediği gibi: “cahil, kara cahil, kapkara cahil !”. Oysa doğru kitapları okumak, öğrenmek, irdelemek ve araştırmak gerekir. Leibniz “eğitim ayıları bile dans ettirir” derken çok haklıymış, her yerde onları görüyoruz !

.Eleştiriler & Yorumlar

:: monoteizm in temelleri
Gönderen: Taner / , Türkiye
6 Ağustos 2010
Monoteizm Musa ile ortaya çıkmış değildir. Monoteizm'in temellerini MIsır Eknaton döneminde aramak gerekir. 17 yıl sürmüş olan bu dönemde oluk oluk kan akıyor. Aton dininin kurucusu akhenaton (eknaton)ölümünden sonra oğlu bu çoktanrıcılığa geçmiştir. bundan sonra mısırın tüm taşlarından bu firavunun adı silinir. ancak daha sonraki kazı araştırmalarında bulgulara rastlanır...bu dinin en belirgin özellikleri üzer açık bir mabette(bu gün tek duvarı ayakta olan süleyman mabedi gibi) sabah güneşine kurban etlerini tutarak yakarmalarıdır. araştırmacılar musa'nın eknaton rahiplerinden biri olduğunu söylemektedir.(M.Ö. 900 civarında Filistin’de iki ayrı küçük ulus devletleri oluşmuş. Kuzey’inde nüfusu 50.000 olan “İsrail” ve Güney’de çok daha az nüfusa sahip ve başkenti Kudüs olan “Yuda” devleti. Bu devletlerin halkı, aralarında Baal, Moloh ve tanrılar babası El bulunan birçok tanrıya tapıyorlardı. Yahve ise başlangıçta Kuzey Sina’da yörel iklim tanrı’sı olarak hürmet görüyordu. Kral Yerobeam (bilgilere göre M.Ö. 926 – 907 arasıymış) tarafından Yahve’yi teşkil eden bir kutsal boğa yerleştirilmiş. Din gayretkeşler bu ilkel külte karşı geldiler ve “Yalnız Yahve” diyerek harekete geçtiler. Bu hareket dinde daha fazla soyutluk ve ruhbaniyet istiyordu. “İktidarın din politikasına açıkça saldırdılar, devlet kutsallarının kralları, bakanları ve rahipleri sürekli ateş altında kaldılar” diyor Weippert.)* ( Bu grup, M.Ö. 740-705 yaşamış Amos ve Hoşea (Oze) zamanında saptanabiliyor. Bunlar öfkeli bir şekilde memleketlerindeki putperestliği yargılıyorlardı. İncil’deki bu uyarıcılar her türlü hileye başvuruyorlardı. İnsanları belalarla tehdit ediyor, aşağılıyor ve lanetler yağdırıyorlardı. Peygamber Miha (M.Ö. 740-705) halkı, putlarla fahişelik yapmakla suçlamıştır. Meslektaşı Eliya ise, Kişon ırmağı kıyısında 450 Baal rahibini öldürmüş olmakla övünürdü. Heidelber’li din sosyologu Franz Maciejewski bu ilkel monoteistleri “fanatik zihniyet etikçileri” olarak tanımlıyor.)* ...ancak bu deneme dekanlı biçimde bitirilir.((- M.Ö. 722 de Asurlar küçük devlet İsrail’i çiğneyip geçtiler. - M.Ö. 587 de Yuda devleti de Şark’lı orduların saldırısında özgürlüğünü yitirdi. 20.000 civarında Yahudi, savaş esiri olarak Babilon’a götürüldü, bağımsızlıkları artık bitmişti. Artık ancak şimdi, yurtlarından uzakta ve yabancılaşma tehdidi karşısında Yahve rahipleri en başa çıktılar. Bir çoban gibi kuzularını Tümtanrı konumuna yükselen teselli edicinin altında topladılar. Bununla beraber soğan gibi katmanlı, defalarca değiştirilmiş yüzlerce hikâyelerden ve aktarmalardan oluşan bir nevi masal kitabı meydana geldi: İncil – bir labirint. Bu demek oluyor ki: Vahyi İlahi (Allah’ın vahiy göndermesi) hiç bir zaman olmadı.))* Evet, bir güç var ben ulaşmak için aracılara din tacirlerine gerek duymuyorum. bunu ispatlama gereği de duymuyorum. dinler tarihine girdiğimizde bir sürü safsatayla karşılaşıyoruz. Evet şu gerçektir ki İslam dini ilk çıkışında dünyanın ezilen tüm kesimleri köleler biribirine müjdeledi. kölelik bitecek sömürülmek ortadan kalkacak peki ne olduda bir ticaret unsuru gibi satılır hale geldi. İslam dini ticari sermayenin güdümüne girmiştir. bugün siz en iyi cumhuriyeti yada demokrasiyi kurun yada sosyalizmi kurun eğer geride kalan burjuva kırıntılar yok edilememişse zamanla ticari sermayenn aracı haline gelir. Atatürk'ün yaptığı devrimler az şeymidir? nasıl bir düzenden orta zekalılarla bir medeniyet yaratmıştır. peki ne oldu da tuğlalar birer birer sökülüyor. yapılan devrimler karşı devrimin saldırısına uğruyor. çünkü yurdumuzda din de devlet de ticari sermayenin elindedir. siz ne kadar müslüman oluranız içinizde ne kadar yakın olursanız olun inancınıza yeşil sermayeye hizmet etmiyorsanız bir hiçsiniz. aynı şekilde ne kadar Kemalist devrimci olursanız olun yine sermayeye hizmet etmiyorsanız ne fikirlerinizi ulaştırabilecek araç bulabilirsiniz ne adam yerine konulursunuz. AÇIKLAMA: *Bu bölümler der spigel dergisinde yayınlanmış ilgili makalenin ışığında tartışılan konulardır.

:: güzel..
Gönderen: Aysu / , Türkiye
6 Ağustos 2010
hiçbirşey tesadüf değildir ,tüm bu kavramlar dediğiniz gibi birşeylerin sonucu ,bizim toplum kara kitapları okumaktan kapkara cahilliğe dönüştü ve kapkara cahiller tepemize oturdu. selamlar

:: Cehalet
Gönderen: Oğuz Düzgün / , Türkiye
5 Ağustos 2010
Namaz ibadetine benzer hareketler bugün Budizm gibi gelenek dinlerde var olduğu gibi Musevilik, Hıristiyanlık gibi semavi dinlerde de mevcuttur. Mesela Suryanilerde namaz adında aynı namaz hareketlerine benzeyen bir ibadet vardır. Yahudiler halen Abraham'ın namaz ibadetini muhafaza etmektedir ki youtube gibi video sitelerinde halen namaz kılan yahudilerin videolarına rastlayabilirsiniz. Namazın, Salatın tarihi 2000 yılla sınrlandırılamaz. Belki insan ve Peygamer Adem'e kadar uzanır namaz ibadeti. Namazda yapılan hareketler bedensel olarak Allah'a ya da hangi mabuda inanılıyorsa ona, teşekkür etmenin en güzel ve mükemmel yoludur. Ancak yapılan hareket puta tapma niyetiyle yapılırsa ayrı, jimnastik için yapılırsa ayrı Sonsuz Allah için yapılırsa farklı hüküm alırlar. Tabii ki Müslümanlar bu hareketlerle sadece sonsuz-tek Allah'a teşekkür ve ibadet ederler. Bu şekilde Allah'la bir çeşit iletişim de kurarlar. Bu hareketleri paganistlerin de yapması namaz hareketlerinin değerini asla düşürmez. Aksine bu hareketleri bu kadar farklı kültürdeki pek çok insan ibadet amaçlı kullanılıyorsa, demek ki bu ibadet hareketleri insan fıtratının doğal bir sonucudur. İslam da zaten fıtrat dinidir. Bırakalım namazı Allah adına yapılan her iş, inanan için ibadettir. Helal dairede Yemesi, içmesi, gezmesi, çalışması, evlenmesi ibadettir. Hem insani işlerini yapar hem de ibadet etmiş olur inanan insan. İnanmayan için ise bütün bu uğraşlar maddi menfaate dönük meşgalelerdir. Bunların hiçbir manevi ve de sonsuzluğa bakan boyutu yoktur onun için. Ölümle idam olacak, dünyada bütün gücüyle sarıldığı bütün o geçici zevklerden, sevdiklerinden de sonsuza kadar uzaklaşacaktır. Mümin ise namaz kılarken bu madde aleminden sıyrılıp sonsuzlukla buluşmakta, yok olmayacağını da bildiği için mutlu olmaktadır.Çünkü sevdikleriyle sonsuza kadar birlikte yaşayacağını hissettirir ona namaz.Güneş ya da ay tutulmaları sırasında kılına namaz da kesinlikle bu doğl olayların mahiyetinden korkmakla alakalı değildir. Aksine H.z Muhammed Hüsuf-Küsuf olaylarının korkulacak bir şey olmadığını, Allah'ın ayetlerinden bir ayet olduğunu dile getirir. O vaktte kılınan namaz güneş ya da ay yeniden görünsün diye kılınmaz. Bu namazın vakti geldiği için kılınır. Mesela Akşam ya da yatsı vakti kılınan namazlar güneşin yeniden doğmasını istemek için kılınmazlar. Güneş battığında o namazın vakti gelmiştir artık onun için kılınır akşam namazı. Bakın ne diyor bu olayla ilgili Hz. Muhammed: Allâhu Teâlâ`ya hamd ü senâ ettikten sonra. "Şüphe etmeyiniz ki, güneş ile ay Allâh`ın âyetlerinden (varlığının delillerinden) iki âyettir (delildir). (Bunlar) hiçbir kimsenin ne ölümü, ne de hayâtı için tutulmazlar. Bu tutulmayı gördüğünüzde Allâh`a duâya koyulun, tekbîr alın, namaz kılın, sadaka verin" buyurdu." Gördüğünüz gibi Hz. Muhammed ayın ve güneşin, bu tutulmaların ne olduğunun farkındadır.Hiçbir korkusu yoktur. Bu ayetleri yaratan Allah'a şükretmektedir sadece.Toprakla teyemmüm de o dönemin şartlarında doğal bir aşılanma etkisi oluşturmuş olabilir. Hem sizin saçma savınıza göre toprakla on binlerce yıldır teyemmümdekinden daha içli dışlı olan ve insanlığın çoğunluğunu teşkil eden tarım işçileri her türlü hastalığın menbaı olmalıydılar. Toprak sanayi inkılabına kadar gerçekten temizdi kendi doğallığında. Emin olun birileri toprakla uğraşmasaydı ve vücudunun organları bir şekilde toprağa temas etmeseydi bugün yediğiniz tarım ürünlerinin hiçbirini yiyemeyecektiniz.Hem zaten teyemmüm de dışkıların olmadığı temiz toprağa, kuma ya da taşa yapılabiir. Hem öyle abartılı bir şekilde surata toprak filan sürme olayı yoktur. Eller hafifçe toprak ya da kuma değdirilir ve sonra silkelenir. Vücutta da hiçbir toprak izi olmaz. Kaldı ki bakteri dediğiniz mahlukat şu anda elinizdeki bilgisayarın klavyelerinde, yorganlarınızda, elbiselerinizde, çantanızda, bardakta ve var olan her şeyde mevcuttur. Üstelik teyemmüme gelene kadar hiç çekinmeden yüzlerce farklı kişinin oturduğu alafranga tuvalate oturup def-i hacet yapmak gibi daha pis görünümlü ve hastalık bulaştırcı davranışlar vardır ki, onlar batının hediyeleridir diye hiçbir eleştiri almıyor. Halbuki abdest, diş fırçalama, haftalık yıkanma gibi pek çok güzel alışanlığı Müslümanlar, Hz. Muhammed'in tavsiyeleriyle bin 400 yıldan beri benimsemişlerdir. Görüldüğü gibi Müslümanların arasında yaşadığı halde İslam konusunda cahil kalmış insanlar hâla var.O halde suçun büyük çoğunluğu inananlarda ve Müslümanlarda.. İslam'ın güzelliklerini davranışlarımızla çok azımız gösteriyor. Bunun sonucunda da Hulki Bey gibi dostlarımız İslam konusundaki bilgisizliklerini göstere göstere kendisinden ziyade milyarlarca inananı ilgilendiren bir din konusunda yalan yanlış ahkam kesebiliyorlar.Ama kızmaya, gücenmeye hakkımız yok. Dinimizin güzelliklerini Hulki Can bey gibi insanlarımıza sabırla anlatacağız.Yazarımızın yazısında tasdik ettiğim ve beğendiğim tek bölümü bir kere daha buraya alıntılayarak, İslam hakkında önyargılı olanlara okumayı ve samimi olayı tavsiye edelim: Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır” diyeceğim ama anlaşılan demek ki salt okumakla da cehalet kaybolmuyor. Cahillerin yazdığı kitapları okuyanlar ve onlara inananlar daha da cahil oluyorlar. Molière'in dediği gibi: “cahil, kara cahil, kapkara cahil !”. Oysa doğru kitapları okumak, öğrenmek, irdelemek ve araştırmak gerekir. Leibniz “eğitim ayıları bile dans ettirir” derken çok haklıymış, her yerde onları görüyoruz !

:: ...
Gönderen: Umut Salih Tiryakioğlu / , Türkiye
5 Ağustos 2010
Dini konularda pek bilgili sayılmam. Zaten bunun en yüzeysel bir eğitimini bile almış değilim. Ama namaz konusundaki düşüncelerinizin, tamamen kendi dünya görüşünüze ve yorumunuza dayandığı kanaatindeyim. Ki böyle olması da gerekiyor. Çünkü din, bir inanç meselesidir. Varlığını veya yokluğunu maddi delillerle ispat edebileceğimiz bir vaka değildir. Müsaadenizle bir kaç yorumunuza bir kaç şerh düşerek, kendi yorumumu sunmak isterim. 1) Namaz kelimesi Arapça'da "salat" olarak söylenir. Aslında tam karşılığı "İkametü's Salat"tır. Namaz sözcüğü Türkçe'ye Selçuklular vasıtasıyla Farsça'dan geçmiş olup ateşe tapma anlamına gelmez. Bu bir fiildir ve eğilmek suretiyle saygı sunmak, ta'zim ve şükürde bulunmak anlamlarını ihtiva eder. Farsların bu ta'zimi ateşe gösteriyor olmaları bir şey değiştirmemekte ve -kaldı ki- sizin dediğiniz gibi namaz, ateşe tapmak anlamına gelseydi bile, aynı kelimenin farklı toplumlarda farklı anlamlar ihtiva etmesi yahut uğradığı anlam değişikliği o kelimeyi şeytanileştirmemektedir. Önemli olan ona yüklenen anlamdır. Şekil değil... 2) Namazın paganlıktan gelme bir tapınma şekli olduğundan, Mezopotamya ve orta doğuda yaygın olduğundan söz etmişsiniz ki Kuran da bu dediğinizi doğrulamaktadır. Önceki toplumların da namaz ibadetinin olduğundan söz edilmiştir. 3) Küsuf ve hüsuf namazları dediğiniz gibi şart koşulmamıştır. Bunlar nafile namazlardır ve Buhari'den rivayet edildiğine göre, peygamber, “Güneş ve ay Allâh’ın varlık ve birliğine delâlet eden alâmetlerden sâdece ikisidir. Şâyet bunlar tutulursa, duâ edin, Cenâb-ı Hakk’a yönelip ona ilticâ edin, Allâh’ın büyüklüğünü hatırlayın, namaza durup Allâh’ı zikretmeye koyulun ve sadaka verin…” demiştir. Yani bunlar zihni kayıtta, korku unsuru olarak değil de işaret olarak algılanmaktadırlar. 4) Namazda anladığım kadarıyla esas gaye, yoğun bir trans halinde ve belli safhalardan geçerek Allah'ın huzuruna çıkmak, ibadet etmek, dua etmektir. Yani bu bir mistik faaliyettir. Bedeni yanı tamamen bu ruhani sürecin aşamalarından ibarettir. Kıyam, rüku, secde gibi beden hareketlerinin jimnastik amaçlı olmadığında hemfikiriz. Son olarak da şunu söyleyebilirim: Teyemmüm istisnai bir durumdur. Dediğim gibi bu ileri trans halinin bir öncülü, hazırlık aşaması olmalıdır ki, su bulunamadığında topraktan yararlanılması sıradışı bir olgu değildir. Eline, yüzüne toprak bulaştı diye öleni duymamışımdır esasında. Mükemmel bir dini hayat yaşıyor değilim. Hatta ortalamadan daha fazla kaygısızım diyebilirim. Ama bu denli çarpıtılmış bir yazı görünce aklın zoruyla cevap yazma gereği duydum. Saygılarımla...

:: ...
Gönderen: Ömer Faruk Hüsmüllü / , Türkiye
5 Ağustos 2010
Üstadım, düşüncelerinizi çürütebilecek bir karşı görüş bulamıyorum; ama çoğu zaman insanları(buna ben de dahil) kuşatmış olan dogmaların mantığa baskın çıktıklarını görüyorum. Bir orta yol arıyorum, ancak maalesef onu da bulamıyorum! Saygılarımla.

:: yine yeniden..
Gönderen: Levent Ölçer / , Türkiye
4 Ağustos 2010
Bombalamışsınız Hulki Bey. İslam arifler de yetiştirmiştir ama yobazları bu devirde daha bir yüksek sesli. Yine de bütün İslam kültürünü arada kaynatmasaydınız keşke. Saygılarımla.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın dinler, İnançlar ve ateizm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Paganlıktan Gelme Bir Tapınma Şekli: Namaz (2)
Mevlana ve İslam
Dinin Ahlaksızlığı, Yahut, Ahlaksızlığın Dini
Sevgililer Günü ve Dinlerin Sevgi Algılayışı
Din ve Metafizik Üzerine Çeşitlemeler (1ci Bölüm)
İsa ve Pavlus'un Şeriata Bakışı
Din ve Metafizik Üzerine Çeşitlemeler (2ci Bölüm)
Dünya Yaşamı Bir Oyun, Bir Eğlence Midir?
Kader ve Elindelik

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mevlana'nın Kimyası
Cinsel Saldırı Suçu ile Tecavüzden Yargılananların Hadım Edilmesi Yasa Tasarısı
Köpekliğin Aşkı ve Varoş Kültürü
Çağdaş Gericilik: Postmodernizm
Ka, Kar ve Kars
Haksızlığa Kesinlikle Karşıyım
Tevfik Fikret'ten Teröre Övgü
Yeni Hayat (2ci Bölüm)
Özel Mezarlıklar: Kârlı Bir Yatırım Kapısı!
Yaşam, Aşk ve Rastlantı

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Elsa'nın Gözleri [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan - II [Şiir]
Albatros [Şiir]
Yeryüzü Rüzgarları [Şiir]
Kraliçe ve Bahçıvan [Şiir]
Op. 11 Piyano Ezgileri, Arnold Schönberg [Şiir]
Malta Şahinlerine [Şiir]
Uçan Ayakkabı [Şiir]
Havanın Ölümü [Şiir]
Her Ocak Hiddetle Tütüyor… [Şiir]


Hulki Can Duru kimdir?

Başlıca yapıtları: Eski Kule Müziği (şiir) Geometrik Aydınlık (şiir) Havanın Fen Noktası (şiir) Tartaros Paradigması (eleştiri) Teslis Sendromu (eleştiri) Nano Kutsallık (eleştiri) Sevgili Kutlu Yaşam (öykü) Kuşku Bilinci ve Eleştiri (eleştiri)

Etkilendiği Yazarlar:
Montaigne, Descartes, Russell, Tolstoy, N. Hikmet, Dostoyevski, Nietzsche, Freud, Darwin, Marx, Engels, Lenin, Bakunin, Kropotkin, Voltaire, Diderot


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.