İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
POSTMODERNİZM NEDİR ? Öncelikle, “postmodernizm” bir mimarlık terimi olup ilk kez 1970li yıllarda ABDli mimar Charles Jencks tarafından kullanılmaya başlanmıştır. “Postmodern, postmodernizm, postmodernlik” yeni türetilmiş ithal sözcükler. Yabancı dilde eski basım sözlüklerde bu sözcükler yok. Örneğin, 1952 basım Redhouse sözlüğünde “postimpressionism” var, ama “postmodernism” yok. Latince kökenli “post” öneki “sonra, sonrası” anlamlarına gelir. Yani, örneğin, “postempresyonist dönem” dersek bundan kastedilen “empresyonist dönem sonrası” veya “empresyonist dönemi izleyen” dir. Ama bu çok genel bir tanımdır. Empresyonist dönemi izleyen dönemin ne olduğu (kübist, fütürist vs) belirtilmelidir. Aynı koşut mantıkla “postmodern” terimi de çok genel bir tanım olup bundan ne kastedilmek istendiği açıkça belirtilmelidir. Bu bağlamda “postmodern” sözcüğünü de sözlüksel anlamına göre “modern dönem sonrası” olarak niteleyebiliriz. Ama bu demek değil ki “post” önekini her sözcüğün başına ekleyerek rasgele sözcükler türetelim... Eğer “postmodern” sözcüğünü “modern dönem sonrası” olarak yorumluyorsak, burada – Türkiye için konuşuyorum- “modern dönem” dediğimiz de Atatürk’ün başlatmış olduğu modernleşme, batılılaşma dönemidir. Yani, anlamı daha da açarsak, “postmodern” denince Türkiye’nin modernleşme döneminden sonraki dönem, yani, 1938den sonraki dönem veya “bugünler” kastediliyor demektir bu. Ancak şimdi burada bir yanıltmaç (paradoks) söz konusu. Modern sözcüğü çağdaş, ilerici, devrimci, reformcu, yenlikçi, muasır sözcüklerine eşanlamlı veya yakındır. O halde, postmodernizm bunları da aşan bir düzleme mi işaret ediyor? Yoksa bunları yadsıyor mu? Bunun yanıtını bu sözcük Türkçe sözlüklerde henüz olmadığından ancak İngilizce Meriam-Webster sözlüğündeki postmodern tanımında buluyoruz. (1) Ve görüyoruz ki postmodernizm “modern akımların uygulamalarına ve felsefesine karşı bir tepki (reaction) olarak (sanat, mimarlık veya yazında) ortaya çıkmış ve özellikle geleneksel öğelerin ve uygulamaların yeniden canlandırılmasıyla kendini gösteren muhtelif akımlar”ı tanımlamak için kullanılmaktadır. Burada Türkçe karşılığı tepki, tepkime, gericilik, geriye gidiş, irtica anlamına gelen “reaction” sözcüğüne dikkat çekmek isterim. Eğer zaten geleneksel öğelerin ve uygulamaların yeniden canlandırılması söz konusu ise, demek ki, devrim karşıtı bir durum söz konusudur. O halde, postmodernizmi kılık değiştirmiş, kamufle edilmiş bir karşıdevrim olarak tanımlayabiliriz. O halde postmodernizm, küreselleşmeyi destekleyen, modernizmi ve devrimleri yadsıyan ve başka seçeneklere yönelen akım, öğreti, siyasal veya dinsel görüş, sanatçı ve yazarları belirlemek, nitelemek amacıyla kullanılan bir terim olarak tanımlıyor ve kippa düştü kel göründü örneği üzerindeki janjanlı elbiseleri çıkartıp çirkinliğini saptamış oluyoruz. Öyleyse, postmodernizmi karşı devrimcilerin ve çağdaş gericilerin dünya görüşü olarak tanımlamak çok yerinde olacaktır. Tam isabettir ! MODERNLEŞME BİTTİ Mİ? Sanırım bu sözcük ülkemizde ilk kez Prof. Yıldız Ecevit tarafından Orhan Pamuk’un yazarlığını ve romanlarını övgü için kullanıldı. Medyada postmodern romancı olarak kabul gören ve bu sıfatıyla övündüğü anlaşılan Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat” ve “Kar” romanlarında Türk devrimini, çağdaşlaşmayı ve modernizmi yeren bir çok öğe bulunmaktadır. Devrimin öncüsü Atatürk ile ilgili “Atatürk resmi, Atatürk büstleri, heykelleri, Atatürk caddesi” vs gibi Atatürk’ü çağrıştıran göstergeler ile ilgili alaycı bir takıntının sürdüğü, Atatürk’ün ve ekibinin “başarısız” olduğunun vurgulanmak istendiği gözlerden kaçmıyor. Kuşkusuz Atatürk ve devrimler eleştirilemez değildir. Ancak bu eleştirilerin akademik ve bilimsel olması gerekmektedir. Kişiliğe yönelik, aşağılayıcı ve küçümseyici olmamalıdır. Sanırım Prof. Atilla Yayla’da da bu postmodern saplantı başlamış ve o da birilerinin günün birinde bizden “bu adamın” resimlerinin duvarlarda neden asılı durduğunu soracaklarından korkuyor olmalı !!... Peki ya bu resimler kaldırılır da bu resimlerin neden kaldırıldığı birileri tarafından sorulacak olursa o zaman ne olacak ? Yayla, 2006 yılı Kasım ayında İzmir'de yaptığı bir konuşmada, "Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder" demiş ve Atatürk için, "neden her yerde bu adamın fotoğrafları var?' diye soracaklar" sözlerini kullanmıştı. İşte buyurun size postmodern bir profesör ! O halde, eğer Türkiye, Atatürk’ün belirlediği modernleşme, çağdaşlaşma yolundan saparak başka yollara girmiş, veya girmeye hazırlanıyor, veya itekleniyorsa ve bu dönemim adı da “postmodern dönem” olacaktır deniyorsa, veya bir takım çevrelerde böyle bir arzu, heves varsa, ve bu dönem kendi yazar, bilim adamı, siyasetçi ve edebiyatçılarını yetiştiriyorsa, bunlardan biri veya bu hareketin öncüsü de Orhan Pamuk’muş gibi bir hava yaratılmak isteniyorsa o zaman bu işleri tezgahlayanlara “dur bakalım orada molla” derim. Bizim aydınlarımız gerine gerine esneye dursun bu postmodernist taktiği fark eden Fransız tarihçi Jean Michel Thibaux “AB’nin en büyük hedefi Atatürkçü düşünceyi yok etmektir” diyor. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’yi federasyon veya eyaletlere (states) bölmek isteyenler herhalde Türkiye’nin bir pelteleştirilme sürecine girerek ulusal kimliğini küreselleşme potasında eriterek Irak gibi etnik ve dinsel olarak parçalanacağını umut ediyorlar: Bir yanda laikler, bir yanda kürt ayrılıkçılar, bir yanda islamcılar ve üç parça olmuş bir ülke ! İşte özlem duydukları görüntü budur ! Küreselleşme için din değil, ancak ulusçuluk engeldir. Küreselleşme yanlıların ve postmoderncilerin göremedikleri ya da görmek istemedikleri gerçek şu: Her şeye rağmen maya tutmuştur. Türkiye hilafet ve şeriatı tasfiye ederek ilerlemiş ve gelişmiştir. Ekonomi ve sanayisi dev adımlarla gelişmiştir. Ortadoğu’da güçlenen bir Türkiye ve yeni kurulan Türk Cumhuriyetleriyle olan ilişkimiz bir çok ülkeyi korkutuyor. Onun için Türkiye’yi bulunduğu ulusçu rotadan çıkarıp dinsel ve etnik uçurumlara çekmeye çalışıyorlar. GÜNDEM VE SORUNSAL Ana gündem konumuz çok yalındır: Türkiye Cumhuriyeti’ni destekleyenler ve destekleyemeyenler. Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmaya çalışanlar ve buna karşı olanlar. Birinci grup vatanseverler (devrimciler) ikinci grup postmodernciler (karşı devrimciler) dir. Çatışma bu iki grup arasındadır. İşte darbeciler, ayrılıkçı etnik milliyetçiler, teröre dolaylı/dolaysız destek verenler, federasyonu savunanlar, şeriatçılar, hilafetçiler, tarikatçılar, ABD ve İsrail beslemesi güdümlü basın ve medya, masonik ve promasonik örgütler, dernekler ve bunların benzerleri, türevleri postmodern grubu oluşturuyor. Ülkenin genel durumu Osmanlı İmparatorluğunun son günlerini andırıyor. Ülke bir felakete ve Irak benzeri bir iç savaşa doğru hızla sürüklenmektedir. Bilindiği gibi 1945ten itibaren NATO ülkelerinin ordularının küresel bir örgütlenme içine alınarak ABD egemenliğine sokulması planlanmaya başlanmıştır. Ancak, demokratik ulus-devlet veya üniter devletler bu planı bozabilirdi. Onun için demokrasi-ulus-devlet birlikteliğinin kopartılması gerekiyordu. Bu da ancak etnik ve dinsel hassasiyetlerle oynanarak sağlanabilirdi. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri bu etnik ve dinsel bölünmeyi hızlandırmak ve halkı sömürgeleştirmek için yapılmıştır. Bu arka plandaki yapılanmaya kısaca “derin devlet” diyoruz. Yani postmodern aysbergin görünürdeki medyatik kuklalarını yöneten ipler bu aysbergin görünmeyen bölümünün elinde. GÜNCEL GERİCİLİK: POSTMODERNİZM Açıkça görüyoruz ki ulusçuluktan, milliyetçilikten vazgeçin, sınırlar kalkıyor, küreselleşin diyenler postmodern cepheyi oluşturuyor. Bir kısmı da Kıbrıs’ı verelim kurtulalım, Doğuyu verelim kurtulalım görüşünde. Savaşarak alınan, kurtarılan topraklar kolayca masa başında verilecek yani. Bu bağlamda 27 Şubat 2007 de dolaylı olarak teröristlerin savunuculuğuna soyunmuş en büyük besleme medya grubunun gazetelerinden biri "Kürdistana alışın" manşetini patlattı. Bunun hemen arkasından aynı gün NTV 13.00 haberlerinde darbecibaşı eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren Türkiye’nin eyalet sistemine geçmesi gerektiğini savundu. Türkiye’nin 8 eyalete bölünmesini öneren Evren bu eyaletleri “Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Erzurum, Diyarbakır, Eskişehir ve Trabzon” olarak açıkladı... İmdi vahim olan şu: Genelkurmaydaki kafalar böyle ise, ya da, Genelkurmay gibi kritik bir göreve böyle kafalar geliyorsa ne yapacağız ? Türkiye'nin eyaletlere bölünmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve özerklik verilmesi, federasyon tezleri yeni, modern görüşler değil. Bunlar Sevr Antlaşması mimarlarının çok eski düşünceleri. Osmanlı İmparatorluğu da devlet yönetiminde olanların ve yabancı güçlerin işbirlikçilerinin bu tür söylemleri ile dağıldı gitti. Bu eski görüşleri yeniymiş gibi yeniden hortlatmak işte bu postmodernizmdir. İşte bakın tuzağa düşmüş, yıkılış sürecindeki Osmanlı’nın son durumu sanki aynen günümüz Türkiye’sinin tarihsel bir prototipi: “Osmanlı ülkesi temelinden sallanıyordu. Bütün bunların üstüne de Başbakanın ister masonluğundan gelsin, ister daha özel nedenlerden gelsin, körü körüne İngilizlere bel bağladığını görüyordum. Milli Savunma Bakanı Hüseyin Avni Paşanın İngilizlerden para aldığını bilirdim. Bir ülkenin Milli Savunma Bakanı görevine yükselen bir kimsenin yabancı bir devletten para almış olmasını aklım almıyordu. Yabancı devletler kendi emellerine hizmet edecek kimseleri bakan ve başbakan düzeyine kadar çıkarabilmişlerse, devlet güven içinde olamazdı. Yeniçeri ordusunu ortadan kaldırmışız ama yeniçeri ordusunun bozulmasına yol açan nedenleri ortadan kaldırmamışız. Hem bari orduyu politikadan çekebilseydik. Tarih değil, hatalar durmadan tekerrür ediyor. Ordu amacı dışına çıkarsa yasal davranmamış olur. Belki bazı şeyleri yakar, yıkar ama sonunda kendisi de yıkılır. Ve maalesef bu enkazın altında bazan bir devlet de kalır.” (2) “Derin Devlet” isimli kitabında Em. Kur. Yrb. Talat Turhan da silahlı kuvvetler, Milli Savunma, Milli Eğitim, İçişleri Bakanlığı ve istihbarat örgütlerinde masonların ne işi olduğunu, ulusal bir devlette cumhurbaşkanı veya başbakanın nasıl mason olabildiğini, Atatürk’ün neden mason localarını kapattığını sorguluyor... Çocuğa mama, para veriliyor, oyuncaklar alınıyor ve uslu olması tembihleniyor. Çocuk yaramazlık yaparsa mama verilmeyecek, oyuncaklar geri alınacak ve sopa gelecek. İşte ülke bu durumda. Türkiye çağdaş gericilik postmodernlik ile vatanseverlik ve devrimler arasında karar vereceği bir kavşakta... Şimdi daha iyi anlıyor muyuz Atatürk’ün neden Türkiye Cumhuriyeti’nin korunmasını ve kollanmasını sadece ve sadece Türk gençliğine emanet ettiğini? Çünkü gençlikte her zaman taze bir güç, dinamizm, temizlik, saflık, umutlar vardır. Umutlar asla sönmez... Postmodernizm ile savaşım vatanseverliktir, yurtseverliktir. Vatanseverleri zorlu bir görev ve çetin bir savaş bekliyor: Ulusal sanatımız, ulusal yazınımız, ulusal bağımsızlık ve onurumuz için... DİPNOTLAR (1) “of, relating to, or being any of several movements (as in art, architecture, or literature) that are reactions against the philosophy and practices of modern movements and that are typically marked by revival of traditional elements and techniques” (2) Kaynak: Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Kervan Yayınları, Yayına Hazırlayan İsmet Bozdağ, Ocak 1975, alıntılar özetlenmiş, kısaltarak ve yalın türkçeye çevrilmiştir. Not: Orhan Pamuk'un “Kar” romanındaki şair başkahramanın “Türk şiiri” deyiminden rahatsız olması, bu kavramı “milliyetçi, gülünç ve zavallı bir kavram” olarak görmesi; ama öte yandan teröristlerden “Kürt milliyetçisi, Kürt gerillası” olarak söz etmesi, romanda “terörist” sözcüğünün hiç bir yerde geçmesi; “Yeni Hayat” romanındaki başkahramanın da “bu ülke topraklarından tiksinmesi”nin arkasında yatan nedir ? Bunlar rasgele, öylesine söylenmiş, yazılmış sözler değildir. Küresel misyon ve vizyon, hedef ve amaçlar gözetilerek yazılmış, bir planın ve programın parçasını oluşturan sözlerdir. Küresel misyon ve vizyona hizmet ödülünü getirmiştir. Oysa bakın, eski bir İspanyol sömürgesi olan, yakın tarihi bir düzine askeri darbelerle dolu, 12 milyon nüfuslu, öz dilini unutup İspanyolca konuşan, depremler ve uyuşturucu kaçakçılığıyla nam yapmış, fakir ve minicik bir orta Amerika ülkesinin yazarı, yaşadığı kent, vatan toprağı ve insanlarına olan sevgisini nasıl dile getirmiş: “Benim şehrim, benim yurdum ! Tam yerine vardığıma inanabilmek için tekrarlıyorum ! Onun kutsal toprağı ! Ormanlarının sık yeleleri. Onun sonsuz dağları, gölleri. Kırk volkanın sırtları ve ağızları. Evim-ocağım, ve başka evler. Meydanlar ve kiliseler. Köprüler, kumlu caddelerin kavşaklarına gizlenmiş kulübeler. Arsız sütleğen kümeleri ve arapsaçı gibi birbirine geçmiş yollar. Çayırların kahırlarını sürükleyen ırmak. Yuka ağacının çiçekleri. Benim şehrim ! Benim yurdum !” (Guatemale Efsaneleri, M.A. Asturias, Cem Yayınevi, İstanbul, 1967, Çev. Tahir Alangu, s: 5) Bir muz cumhuriyetinin yazarına bakın, bir de bizim Nobel ödüllü yazarımıza bakın. Birisi ülkesini nasıl kutsuyor, nasıl yüceltiyor, ötekisi ülkesini nasıl jurnalliyor, aşağılıyor. Neden ? Neden ? Neden ? Guatemalalı Asturias 1967de Nobel ödülü aldı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |