İnsanın en iyi tarafı ürperebilmesidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Kitapta 9 öykü var. İlk öykünün anlatıcısı çoluğa, çocuğa, karışmış bir işadamı. Bir gün, bürosunun önünden, sokaktan geçen bir kadına aşık olur. Kadın aslında bir fahişedir, ama, bizim saf , deneyimsiz genç işadamımız bunu fark edemez. Bu kadın sırlarını paylaştığı bütün kadınların birleşiminden oluşan, dolayısıyla yeşil, kahverengi, mavi, siyah, bal rengi gözleri olan, düşlerinde görmüş olduğu çok güzel bir varlık gibidir.. Nihayet kahramanımız tüm cesaretini toplayıp dışarı fırlar, eli ayağı titreyerek kadınla konuşur. İki sayfa boyunca süren bu ‘beyfendili, hanfendülü, affedersinizli’ arabesko-postmodern diyalog, o kadar sakil, gülünç, bayağı ve acınacak bir sokak konuşmasıdır ki yazınsal açıdan herhangi bir değeri de yoktur. Bu iç bunaltıcı konuşmadan sonra erkeğimiz kadını ofisine davet etmeye cüret eder. “Gazoz” (!) önerisini kadın “beyaz şarabı tercih ederim” diye reddeder. Şarabı içtikten sonra olanlar olur: Öpüşme hızla sevişmeye dönüşürken, kadın elini adamın cinsel organına da kaydırır ( “elini cinsel organıma kaydırdığını hissettim”). Öykünün devamında en adi pornografik seslendirmeleri aratmayacak türden “henüz değil, biraz bekle, evet, evet, daha sert, daha derine” bağrışmaları arasında cinsel ilişki sonlanır. “Düşlerin kadını” fahişelik ücreti 100 doları ödemekte şaşalayan kahramanımızı çok kibarca ve soylu bir şekilde (okurlardan özür dileyerek alıntı yapıyorum, çünkü kitapta aynen böyle yazıyor): “Ağzına sıçarım ulan senin ! Sikerken hevesliydin de, iş parayı vermeye gelince mi çekingen oldun” diye tepeden tırnağa fırçaladıktan sonra parasını tahsil eder, çıkar gider. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş iyi aile babası gözden yitene kadar bu fahişenin arkasından bakakalır... SEVGİ KÖPEKLİK MİDİR? İmdi, metinsel inceleme ve eleştiri yaparken, ilke olarak, yazarın kim olduğu, ne olduğu, nereden gelip nereye gittiği beni pek ilgilendirmez. Önemli olan içerik, izlek, anlatı ve düşüncelerdir. Ama bu kez bir ayrıcalık yapmak zorunda kaldım. Bu istisnanın nedeni de aşk veya sevgi gibi yüksek bir erdemin “köpeklik” olarak tanımlanmasından kaynaklanıyor. Aşkı, sevgiyi “köpeklik” olarak gören zihniyet, kişilik, çok hasta bir ruhun çıkartısı gibi geldi bana. Eğer aşk, sevgi “köpeklik” ise, o halde, nefret ne peki? Sevgi ve sevginin türevleri şefkat, merhamet, acıma, dayanışma, yardım, arkadaşlık “köpeklik” kategorisinde ise; nefret, gaddarlık, vahşet, şiddet, barbarlık, sadizm hangi kategoride acaba? PAV SENDROMU Köpek sözcüğünün argo anlamı “aşağılık niyetlerle yaltaklanan veya davranışları kötü olan kimse” demek... Sevgi ve aşkın köpeklik, köpekçe yaltaklanma olarak görülmesi, beyin ile erogen (erojen) bölgenin ters orantılı olarak yer değiştirmesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Leman dergisindeki “Kozzi” çizgi kahramanda görüldüğü gibi “penis-anüs-vagina” üçlemesi (PAV sendromu) beyne egemen olunca, beyin kaçınılmaz olarak erogen bölgenin denetimine girer; us, düşünce, mantık yerine, erotik hayaller, sanrılar üretmeye başlar. Bu patolojik durum, ulvi bir cennet inancının yarı-porno düşleriyle de örtüşerek kişinin psikolojisini ciddi anlamda bozabilir, sapkınlığa, sapıklığa, sado-mazo eylemlere basamak oluşturabilir... Bir yazarın salt yazdıklarından hareket ederek, a priori, yaptığım bu analiz önyargılı veya öngörülü olarak tanımlanabilir. Ancak, öyle bile olsa, bu kesinlikle kişiliğe saldırı veya kişisel hakaret olarak algılanmamalı, salt psikanalitik bir ön çözümleme olarak görülmelidir. Nasıl ki psikiyatrik sonuçlar, olumsuz bile olsa, kişisel hakaret olarak algılanamazsa, benim burada yaptığım da aynı şekilde algılanamaz. Zaten sosyo-psikolojik açıdan, benim hedef aldığım kesinlikle yazarın kişiliği değil, ancak sayıları gittikçe artan bu tür kişiler, bu tür insanlar üreten popüler-medyatik kültür veya ayaktakımı kültürünün ta kendisidir. AYAKTAKIMI-VAROŞ (LUMPEN) KÜLTÜRÜ Bu kültürden gelen insanların -üniversite bitirmiş bile olsa- çevresi, ailesi ve yöresinden almış olduğu o arabesklikten, çapulculuktan kurtulmaları çok zor. Bu çapulculuk genlere kadar işlemiş oluyor çünkü. Redingot bile giyseler bir yerlerden hafif bir takunya tıkırtısını mutlaka duyarsınız. Bu kökenden gelenler, genelde, aşk ve sevgiden çok şehvetin güdüsünü izler. Genellikle de ilk cinsel deneyimleri, eğer kırsal bölgede yaşıyorlar ise, “başka” türler ile olur. Kendilerini nedense “tutamazlar”, hemencecik tahrik oluverirler. Bir cinsel sapma olan zoofili, yani hayvanlarla (eşek, keçi, at, tavuk, köpek vs) cinsel ilişki, İç ve Doğu Anadolu kırsalında çok yaygındır ve olağan karşılanır. ZOOFİLİ Nöropsikiyatrinin saptadığı gibi ülkemizde kırsal kesim gencinin, karşı cinsle ilişki kurma yolları oldukça kapalıdır. Genelev olanaklarından yoksundurlar. İlginçtir ki, kırsal kesimde “mastürbasyon” alışkısı da fazla yaygın değildir. Bu nedenle, köy yaşamında pek fazla yadırganmayan bir yol denenir: Bu da hayvanlarla cinsel birleşmedir. Daha çok eşekler kullanılır. Bu nedenle, eşeklere kimi yörelerde "Nallı Fatma" denir. Dahası kimi yörelerde, ergenliğe erişmiş delikanlının babasına, öteki babalar "komşu senin çocuk büyümüş artık ona bir eşek alma zamanı geldi" diye takılırlar. Gençler arasında da, eşeklerle cinsel birleşme yaparlarsa, penislerinin büyük olacağı inancı yaygındır. Bu konuda cinayetlerin bile işlendiği vakidir. Eşek sahipleri eşeklerini arada bir dereden geçirerek eşeğin tecavüze uğrayıp uğramadığını denetlerler. Eğer sudan geçerken eşek kuyruğunu kaldırırsa bu eşeğin cinsel saldırıya uğradığının kanıtı olarak kabul edilir. Bunlar kırsal kesim yaşamının çaresizlikten başvurulan yollarıdır. Bu da sözde ahlakı, bekareti korumak adına yapılıyor. İşte güya toplumun cinsel ahlakını korumak için bu tür davranışlara itilen “zoofilik” gençlerimiz daha sonra büyük bir heyecanla kentlere giderek genelev kapılarını aşındırırlar. Tıpkı öyküdeki gibi fahişelere âşık oldukları, hatta “vesikalı yarim” niyetine onlarla evlendikleri de vâkidir. Aslında bu tiplerin aşktan anladıkları; işi bitirme, ejakülasyon ve malı sahiplenmedir. Bu nedenle “aşk köpekliktir’ gibi söylemleri de doğal karşılamak gerekir. Bunları kimseyi aşağılamak veya karalamak için yazmıyorum. Kimseyi de ayıplamıyorum. Olabilir. İnsanlık halidir. Bu, aile içi gizli ensest gibi ülkemizin geleneksel, psiko-seksüel bir dramı, gerçeğidir. AMVAR SENDROMU İmdi ne diyelim? Bu kitaptaki öyküler, Türkiye’de egemen olan ayaktakımı sınıfı veya “arabesk-maganda-varoş-ayaktakımı-raconu” (A.M.V.A.R Sendromu) diyebileceğimiz kozmopolit bir kültürün ürünü. Batıda AMVAR’ın karşılığı yok. Batı’da, halk -özellikle büyük kentlerde- taşralı olduğunun anlaşılmaması için büyük çaba sarf eder. Bizde ise tam tersi söz konusu: taşra kültürü toplum geneline dayatılıyor. Kırsal ile kentsel kültürün -veya doğu ile batı kültürünün- kerhen döllenmesi sonucunda oluşan bu yapay kültürün aktörleri, oyuncuları, savunucuları, sanatçıları, şarkıcıları yeni kurulan mahallelerin hoparlörlü camikonduları etrafına konuşlanıyor. Onların yaşam alanı bu çevreler. Tespihli, bitirim, bıçkın tipler için hamaset, bunlara çok uygun. İnanç da uygun: En son tahlilde gidilecek yerde ödül olarak karı-kız-oğlan, huri, gılman, yeşil yastıklar, divanlar, döşekler, Kevser şarabı bunları bekliyor. Bu nedenle, bir yere kadar zamparalık, hatta oğlancılık, kulamparalık bile bu kültür çemberinde hoş görülür. Hele cinsel nesne “gayrimüslim” ise kimse sesini çıkarmaz. Hatta ballandıra ballandıra kahve köşelerinde “erkeklik” övülür. Viskiyi beyaz peynir ve kavunla içenler bunlardır. Onların mahallerinde içki gazete kâğıdına sarılarak, siyah naylon poşette satılır. Bayramlarda kanlar akıtılarak kurbanların sokak ortasında kesildiği böyle mahallelerde namus temizlemek için -ağır tahrik gerekçesiyle (!)- kadınlara yapılan törensel dayaklar, eziyetler, cinayetler, içten içe hayranlık ve hoşgörüyle karşılanır. İmdi bu kültüre özgü bayanlar da her gün kahve falına bakıp, kapı önüne yığma ayakkabı bırakılan mekanlarda oturan, sıkma başlı, türbanlı, tesettürlü, apartman girişleri ağır yemek kokan, evde oturup arsız sümüklü çocuklarla didişen, güya iffetli, sıkmabaşlı mefkureci bacılardan oluşur. İstemeden gizlice işlenen günahlar kurban, oruç, adak, kaza namazı, muska, kurşun dökme gibi uygulamalarla, bol bol sevap kazanılarak telafi edilirken, cehennem cezasından cennet ödülüne kavuşmayı arzulamakla da imanlar pekiştirilir. Derin bir aşağılık kompleksi içinde “oh olsun, kıskananlar çatlasın, yazıklar olsun, kader utansın” gibi acılı söylemleri bolca kullanan bu baylar ve bayanlar, aslında her tür sevinçten yoksun, eğlenmesini bilmeyen, gülme özürlü, çabuk öfkelenen, sevimsiz, şefkatsiz, sevgisiz, başkalarının acılarına sevinen, histerik, psikopat yaratıklara dönüşmüşlerdir. Bunlar modern çağa ayak uyduramayan, dinsel hezeyanların, saplantılı inançların insanları sürüklediği tipik davranış bozukluklarıdır. Aşk ile şehvet birbirine karışmış, libido kısa devre yapmıştır. Karşı cinse duyulan cinsel dürtü, iç gıcıklanması, içtepiler aşk olarak algılanır. İngiliz toplumsal araştırma kuruluşu GFK-NOP tarafından 2005 yılında 30 ülkede 30 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada Türkler –umumi tuvaletlerin duvar ve kapılarına bol bol porno şiir ve bildiri yazan- en mutsuz üçüncü ulus çıkmış. VAROŞ KÜLTÜRÜ Peki bu ayaktakımı kültürünün altyapısını ne oluşturuyor? Kuşkusuz bedevi mitolojisi ile yoğrulmuş dinsel inançlarla beslenen, abartılı, şişirilmiş bir kutsallık ve yücelik zırhıyla korunan töre ve gelenekler.. Geleneksel eğitimde çocuklar korkutularak, döve, söve eğitilir, ve bu eğitim, etik-pedagojik olmaktan çok, korkutucu/ödüllendirici dinsel bir temele dayanır. Bu kültürün alt yapısı oluşturan Arap mitolojisinden başka hangi din, memeleri tomurcuklanmış, devekuşu yumurtası renginde teni olan, sürekli bakire kalan karagözlü hurilerle dolu bir cennetten bahseder ki? Cennetle ilgili bu kadar ayrıntı, tanım başka hangi semavi dinde var? Ne Tevrat, ne de İncil'de böyle bir seks cennetinden söz edilmez. Belki de bundan dolayı o kitapları bizim o çok bilge ilahiyat profesörlerimiz “muharref” deyip geçiştiriyor! Profesör bile olsalar, öyle karı, kızın, kolları bilezikli oğlanların olmadığı bir cennet ne işe yarar? Ve bu bağlamda, ramazan aylarında ülkemizdeki dinbilimci ulemanın tartıştığı konunun “cinsel ilişki ile oruç açılır mı, açılmaz mı?” olması gayet doğaldır. O halde, bu bağlamda, poligamiye, çok eşliliğe, harem sefahatine, tek bir “boş ol” sözüyle karı boşamaya kolaylıkla izin veren arabesk toplumlarda, ta çocukluktan beri uhrevi bir seks cennetinin düşleriyle koşullandırılmış, coşturulmuş, ateşlenmiş taze dimağların, saf ve cahil insanların abazan, azgın olmalarına, aşkı köpeklik olarak görmelerine de şaşmamak gerekir... cennetteki huri bolluğunu düşünürsek, bu ne çiledir ki dünyadaki ! ROMANTİZMİ BİLMEYENLER Bedevi doğu toplumları romantizmi, romantik aşkı bilmezler. Romantik aşk XVIII.ci yüzyılda batıda ortaya çıkmıştır. Arabesk toplumlarda Romeo-Jüliyet benzeri romanesk aşk görülemez. Çünkü arabesk kültür böyle bir ürün üretemez. Romanesk ile arabesk birbirine zıttır. Romeo-Jüliyet, Tristan-Isolde ile Ferhat-Şirin, Yusuf-Zeliha arasında dağlar kadar fark vardır. Bizim çağdaş şairlerimizin düşlerini süsleyen esin perilerinin de genelde yabancı kız isimleri (Mariya, Olvido, Anita.. vs) taşıması bundandır. Şiirlerde öyle pek Fatma, Ayşe, Hatice gibi isimlere rastlanılmaz! “Fahriye” özel bir durumdur ve o da zaten “Abla”dır! VAROŞ KÜLTÜRÜ TEHDİTTİR “Aşk Köpekliktir” üstünde o kadar yazılması, düşünülmesi, incelenmesi gereken bir kitap değil. Kitaptaki alımsız, cılız öykülerden bas bas lumpenlik, avamlık bağırıyor. Ancak, dolaylı olarak, ayaktakımı kültürüyle olan bağlantısı ve bu kültürü Türk ulusu için en büyük potansiyel tehditlerden biri olarak görmem nedeniyle bu analiz ve saptamaları yapma gereksinimi duydum. Öykülerdeki basitlik, sığlık, bayağılık, insanın genzini yakan bayat gazete haberi kokusu dayanılır gibi değil. Ne dünya, ne Türk klasikleri, ne de ünlü öykücülerden bir iz, bir kalıntı, bir etkilenme yok. İzleksel, içeriksel olarak polisiye öyküler gibi. Bu basmakalıp öykülerde ekinsel bir değer, sanatsal bir özenden, titizlikten iz yok. “Saldım çayıra” misali çalakalem yazılmış. Ve yine genelde oryantal toplumlarda görülen kanlı ve şanlı arabesk karasevdalarla ilgili... Bu öyküler yerli dizi senaryosu olabilir ve iyi reyting yapar gibime geliyor. Kitabın ismi de ülkemizde egemen olan ayaktakımı söylemlerine çok uygun. Kitaptaki öykülerin aşkla kesinlikle ilgisi yok. Eğer var diyorsanız, o zaman söz konusu olan “aşkın köpekliği” değil, ancak “köpekliğin aşkı” olabilir. Bilmem kaçıncı baskı yapması da bundan herhalde... (Bu eleştiri 11.10.2005 yılında yazılmıştır)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |