Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu |
|
||||||||||
|
ÇOCUK GÖZÜYLE İSLAM Romanın en çarpıcı yanı başkahraman çocuk ve daha sonra genç kız Râna’nın gözünden İslam'a duru bakış, bu alemin rasyonel sorgulanması. Kendini bilmeye başladığı andan itibaren kader, alınyazısı, iyilik ve kötülüğün Allah'tan gelmesi gibi öğretileri sorgulaması, yadsıması, İslam’ın tanrısı Allah’a isyan ederek onunla yaşamı boyunca barışık olamaması, ondan nefret etmesi Râna’yı ateizme götürüyor. Ancak, bu bilinçli bir ateizmden çok, duygusal bir ateizm. Bu görkemli tarihsel dekorda kafasını İslam’ın tanrısına takan Râna gerçeğe çok yakın bir tipleme gibi duruyor. Gürmen tarafından “Bugünün Rânalarına” ithaf edilmiş roman, sözde bir hoşgörü ve barış dini olarak pazarlanmaya çalışılan İslam’ın, Râna’nın gözünden aslında hiç de öyle görünmediğini açıkça ortaya koyuyor. Genç, taze, saf bir ruhun, ama aynı zamanda çok bilmiş bir çocuğunun İslam’a çıplak gözle bakışı, bu dinin genç bir kız kalbinde yarattığı sorunları ve tinsel yaraları yansıtması bakımından olağanüstü ilginç. Büyümüş de küçülmüş Râna’nın gözünde İslam’ın tanrısı Allah insanları cehenneme atan, kadın kısmını aşağılayan, kötülük saçan, insanları öldüren, ölüm saçan, acımasız bir ilahi kudret. Böyle amansız bir güce boyun eğmeyi yadsıyor Râna. Allah’ın bütün işi gücü insanların canını almak ise bunun üzerine artık namaz kılmayacak, oruç tutmayacak, tespih de çekmeyecekti (s: 66). Bu acımasız kudretle barışmayı, uzlaşmayı düşündüğü de olur, ama, ilahilerde tek bir kadın sesi duyamadığı için ipleri koparır Râna (s: 80). Nenesini kaybettikten sonra Allah’a inancı da kalmaz (s: 137). Fransızca ders alan ve piyano çalmayı öğrenen tanrıtanımaz Râna kendi evinde bulamadığı dinsel hoşgörü ve aydınlığı bir Rus evinde bulur (s: 183). İnancın her an tepesine çöreklenmediği, kimsenin kimseye emir vermediği bu Rus aileyi Râna pek sever (s: 186). 1917 Sovyet Devriminden kaçarak İstanbul’a yerleşmiş ailenin kızı Olga ile yakın dostluk kurar. Kadınları çarşafa sokmayan bir Tanrı arayan Râna, Olga'ya birlikte kiliseye de gitmeyi düşler: “Kadınları sıkboğaz etmiyordu Olga’nın özverili Allah’ı. Aslında kaç taneydi Yaradan? Yoksa... Yaradan değil de erkek denen yaratığın işi miydi bu düzeni bozuk alem”. (s: 282) “Allah’ın emri peygamberin kavli ile” evlenmesi söz konusu olduğunda buna da direnecektir kızımız. İçindeki öfke o kadar büyüktür ki: “Ben O’nun emriyle bir yere gitmem abla !” der (s: 248). Râna’yı isteyen Osman Paşazade Halil Beydir. Siverek eşrafından olan Halil’in babası Kürt, anası Çerkez’dir. O sıralar 18 yaşlarında olan Râna, Mustafa Kemal Paşa’nın da “Allah’ın emriyle” evlendiğini duyduğunda şaşırarak “vatan kurtaran aslanı külkedisi” gibi görür ! KADINLARI HOR GÖREN BİR İNANÇ Yanlış ve sapkın bir Allah inancının, kadınları hor gören bir dinsel geleneğin etkisindeki genç Râna, gerçek Tanrı’nın cehennem gibi sonsuza dek sürecek işkence mekanları yaratmaktan, insanlara acı çektirtmekten uzak olduğunu, olması gerektiğini algılayamaz. Bunların Arap-Sami aşiretlerinin masalları olduğunu düşünemez. Bu kadar zeki ve akıllı bir kızın Kuran dışında diğer dinsel ve felsefi kitapları da okuyarak “bu şeyler böyle olamaz” diye araştırma yapması beklenirken Râna bunu nedense yapmıyor. Romandaki en tutarsız olan yan bu. Kendine sunulan hazır reçeteleri benimseyerek, başka seçenekler aramadan güya Tanrı diye kabul ettiği görünmez kötü bir varlıkla cenk etmeye başlıyor. Bir yerde çevresinin, bir yerde gururlu ve duygusal ruhunun neden olduğu bir açmazlar ve psikolojik yıkım süreci içinde kendi sonunu hazırlıyor. Oysa, Râna'nın ailesi aslında Ortodoks, Gürcü, kökenlidir. Rusya’nın Gürcistan’ı işgal etmesi üzerine aile kaçarak İstanbul’a yerleşmiş, Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçmiştir. (s: 72) Müslümanlığı sonradan kabul eden bir ailede bir insanın bir başka dine veya öz dinine dönmesi daha kolay olsa gerek. Sanırım Necmi Gürmen’in “Gürmen” soyadı da “Gürcü” kökenli olmasından kaynaklanıyor. ÇÖKÜŞ Râna, ailesinin başına gelen her kötü olayda ilahi adaleti suçlamaya, ölen nenesinin hayalini görmeye, nenesi gibi gaipten sesler duymaya, “ecinnilerle” konuşmaya başlar; odasına kapanır, her şeyden korkar olur: “beynindeki girdaptan kurtulamadığını, sevgiyi tekelinde tutan Allah’ın gazabından korktuğunu” kocasına itiraf eder. Râna’yı o devrin ünlü psikiyatristi Dr. Mazhar Osman’a gösterirler. Hastanın “perseküsyon” denilen psikolojik bir travma sonucu kendini hayali bir düşman saldırısı altında hissettiğini, bunun da “dini hezeyanlı melankoli”ye dönüştüğünü saptar Mazhar Osman. Râna tam tedaviye yanıt verip iyileşme sürecine girecek iken, bu sefer oğlu kemik veremine yakalanır. Oğlunun öleceğini anlayınca okuduğu Kuran’ı elinden fırlatıp atar ve Allah ile tekrar ilişkisini keser. Râna 23 yaşında yaşama veda eder. DİDİ Râna’nın “Didi” dediği çok sevdiği amcası Türk Kurtuluş Savaşına katılacaktır. Gürcü amca ilk önceleri askerden kaçmak için her yolu denese de sonunda vatan olarak benimsediği bu topraklar için ölmeyi, savaşmayı, Mustafa Kemal’in peşine takılmayı bir vicdan borcu bilecektir: “Râna’m, bu vatanın, şu milletin, hepimizin selamete çıkması tek bir adamın kerametine bağlı. Bu yaşıma kadar onun bunun ihtirasına alet olmaktan kaçtım. Biliyorum kaçak damgası yedim, aldırmadım yeğenim. Ama bugün canı pahasına kazandığı rütbelerini söküp, şu milletin makus talihini yenmek için kolları sıvayan bir rehberin peşine takılmazsam, vicdanım affetmez beni.” (s: 177) Bir Gürcü yurttaşımızın bu savaşçı (!) ve kana susamış (!) tutumu dinsel gerekçeler öne sürerek askere gitmemek için tepişen sözde vicdani retçilere umarım iyi bir örnek olur. RÂNA'LARIN AÇMAZI Râna, yabancı dil bilmesine rağmen, çeşitli kitaplar okuyup Müslümanlık dışında bir felsefi görüş, din veya inanç benimseyemiyor. Bir başka çıkış yolu bulamıyor. Bunu yapabilse belki yaşayacak, kurtulacak, psikolojik dengesine kavuşacak, kafasındaki problematiği, teolojik düğümleri çözebilecektir. Ama bu görünmez dinsel duvarı, kırmayı bir türlü başaramıyor. Din ve saçma sapan geleneklerin cenderesi altında boş yere ezilen, bocalayan Râna, yazgısına başkaldıran devrimci bir kadın tipinin öncülüğünü yapacağına, örneğin, en azından, o devrin kadın yazarı Halide Edip’i örnek alacağına, yıktığı değerlerin yerine yenilerini koyamayınca, yeni bir felsefe veya başka bir inanca bağlanamayınca, ruhsal bunalıma, depresyona ve en sonunda şizofreniye sürüklenerek dış dünyadan, ailesinden, kocasından, çocuğundan, insanlardan kopuyor. Gürmen’in romanda vurgulamak istediği özellikle doğulu, arabesk ve oryantal toplumlardaki Râna ve bugünün Rânalarının dinsel açmazı ile din baskısı altındaki kadınlarla kızlarımızın ekonomik özgürlük ve seçme/tercih etme özgürlüklerinin olmayışıdır. Kadınlarımız ve genç kızlarımız ekonomik olarak öncelikle aileye, sonra erkeğe bağımlı olduklarından, özgürce karar veremezler. Kendilerine çevrelerince dayatılan din, gelenek, görenek ve töreye köle gibi uymak zorundadırlar. Eş seçme, iş seçme özgürlükleri yoktur; istediği gibi yaşama, hayattan keyif alma, sevinç duyma, zevk alma ve istediği inancı seçme özgürlükleri yoktur. Çoğu kadın cinsel orgazmı bile bilmez. Töreye karşı davranışlar genelde aile meclisi kararıyla öldürülmektir. Bu durumun yarattığı psikolojik sorunlar genç kız ve kadınlarımızı intihara ve bunalımlara sürüklemektedir. Eğer siz İslam dışında tüm dinleri kötüler ve din değiştirmeyi korkunç bir suç gibi gösterirseniz, gençlerin yöneleceği tek yol Satanizm olur. Kentlerin duvarlarında ve sokak aralarında gün geçtikçe çoğalan satanist yazılar ve işaretler bu gidişatın tehlikeli bir göstergesidir. Bunları görmezden gelmek ve önemsiz bir gençlik hevesi olarak yorumlamak yapılacak en büyük hatadır. Türkiye ve dünya ülkeleri ne yazık ki bu konuda gerekli önlemleri almada çok geç kalmışlardır. Ama işte bakın öte yandan din, töre ve geleneklerin arabesk kalkanı altında öyle rezaletler yaşanmaktadır ki bunların resmi makamlarca ört bas edilmeye çalışılması ve önemsiz bir vaka gibi görülmesi daha büyük bir skandala ve benzer suçların artmasına yol açmaktadır. 26 Nisan 2010 Pervari Siirt'te okul müdürlerinin de karıştığı çocuklar arası tecavüz ve cinayet olayları ve Manisa Alaşehir ilçesinde çocuklara fuhuş yaptıran 30 kişilik bir çetenin ortaya çıkarılması en son örneklerdir. Bu yaşanan yüz kızartıcı olaylar, daha doğrusu “cinsel terör” buz dağının sadece görünen kısmıdır. Üstü örtbas edilen ya da kamuoyuna yansımayan o kadar korkunç cinsel terör vardır ki... Yayın yasağı koymak sadece halkı uyutmaya ve suçluları korumaya yöneliktir. Ülkemizin genel görünümü Sodom ve Gomorra'nın son günlerini andırıyor demek artık pek fazla bir abartı olmaz sanırım. MEGAFONLU CAMİ Romanda şimdilerde mantar gibi her yerde biten postmodern hoparlörlü camilerin ilk prototipi olan “megafonlu cami”yi görüyoruz. Kendisinden romanda “deli imam” diye söz edilen bir “meczup” elinde koca bir megafonla minareye çıkar “huninin içinden bangır bangır böğürür dururmuş”. Üstelik cami bir hastanenin yakınındadır. Kuşkusuz, bugün olsa kimse buna şaşırmaz, hatta elektronik megafonla çığırmasını, sokak lambalarına da kablo çekerek hoparlör bağlanmasını önerenler bile olur. Ancak, devir devrimler ve cumhuriyet devridir, ilkel uygulamalara izin yoktur, Atatürk baştadır. Bir haftaya kalmaz deli imamın borusu ötmez olur, böğürtüsü kesilir. İlginçtir ki megafonla ezan okumaya kalkışan imam, halk tarafından o devirde “deli” olarak nitelendirilmiş ise, elinde mikrofon hoparlörlü minarelerle yeri göğü inim inim inleten bu devrin imamlarına ne diyeceğiz? Üstü kaval, altı Şişhane; “altı market, üstü cami” postmodern ibadethanelere ne diyeceğiz? Kablo çekerek, direklere hoparlör bağlayarak ezan okumaya ne diyeceğiz? TÜRKİYE'DE KADIN VE ÇOCUK OLMAK Günümüz Türkiye'sinde kadın olmak kolay değildir. Çocuk olmak da kolay değildir. Kadın özgürlüğü denince küresel güçlerin ve onların yerel uşaklarının anladığı pornografik özgürlük, bölücü özgürlük, köleci özgürlük, boyun eğme özgürlüğü, sömürülme özgürlüğüdür... Neden porno kanalları, satanist kanallar ve benzerleri teşvik edilirken insancıl, toplumsal sorunları gündeme taşıyan TV kanalları engelleniyor? Eşcinseller, travestiler, lezbiyenler el üstünde tutuluyor, isyanları, hakları savunuluyor, özel kimlik kartları veriliyor. Bir çok siyasetçi eşcinsel olduğunu açıklıyor. Peki niye ezilen kadın emekçilerin, pedofili kurbanı çocukların hakları, acıları, istemleri göz ardı ediliyor? Neden böyle konular ört bas edilmeye çalışıyor? Ört bas edilerek korunmaya çalışanlar herhalde tacize uğrayan çocuklar ve kadınlar değil ! Oysa kadın eski Türk destanlarında kutsal özellik taşır. Kadın o kadar yüce ve erişilmezdir ki Dede Korkut destanında Banu Çiçek’le evlenebilmek için Bamsı Beyrek, ava çıkar, at yarıştırır, ok atar, güreşir ve bu yarışları kazandıktan sonra onunla evlenir. Kadın evin yönetimini üstlenir ve erkeğinin en büyük destekçisidir. O da gerektiğinde erkeği ile ata binip ava gider ve her türlü tehlike karşısında uyanık olur. Yaratılış Destanı’nda insanları ve dünyayı yaratmasını Tanrı’ya öneren Ak-Ana'dır. Oğuz Kağan’ın ilk eşi ışıktan, ikinci eşi ağaçtan doğmuş kutsal kadınlardır. Türklerdeki kadın anlayışının İslamiyetten sonraki Türk destanlarında da devam ettiği görülmektedir. (Kaynakça: Türk Destanlarında Tipler ve Motifler, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı) Eski Türklerde kız olsun, erkek olsun çocuk kutsaldı. Çocuksuz aileler yadırganırdı. Dede Korkut masallarında kız çocuk vermesi için Tanrı'ya dualar edilir. Oğuz çocuk anasından ilk sütü emdikten sonra konuşmuş, çiğ et, çorba, şarap istemiştir. Oysa Arap-Sami inancında İbrahim peygamber çocuğunu kurban etmeye kalkışır. Çocuğunu öldürmeye kalkışan bir baba – her ne gerekçe ile olursa olsun- çok olumsuz bir örnektir. İbrahim'in imanını çocuğunu öldürmekle deneyen Allah da kana susamış bir ilah görüntüsü vermektedir. Zaten inkar edenlerin çocukları bile cehennemliktir ve çocuklar da mal mülk gibi bir fitnedir: “İnkâr edenler var ya, ne malları, ne de çocukları onlara, Allah'a karşı hiçbir yarar sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar; Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitne(sınav)dır. Allah'a gelince büyük mükâfât, o'nun yanındadır.” (Ali İmran: 10; Enfal: 28, Kuranı Kerim, Prof. Dr. Süleyman Ateş) Dünyada ve ülkemizde kadının dinsel ve cinsel terör nedeniyle psikolojik sorunlar yaşaması, aşağılanması, ezilmesi ve taciz edilmesi bir türlü sona ermeyecek bir karabasan gibi görünüyor. İslam dininin “kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhip kıldığı” yolundaki iddialar gülünç, tamamen gerçek dışıdır, ciddiye alınması olanaksızdır. Madem öyleydi de o zaman neden kadın ancak Atatürk zamanında dinsel ve töresel terörden kurtulup özgür olabildi? Kadınlara ödül olarak cennette huri olmayı vadeden bir dinle kadınların kurtuluşu asla mümkün değildir. Kadının gerçek anlamda özgür olması ve kurtuluşu ancak Atatürkçü bir devrimle mümkündür. ABD ve yandaşları gericiliği teşvik ederek tüm dünyayı büyük bir hızla yeni bir Ortaçağ karanlığına doğru sürüklerken özgürlük, barış ve devrim gibi kavramlar statükocuların korkulu rüyası haline gelmiştir. Küresel düzenin mimarları yıkılmadıkça ve tümden yok edilmedikçe kadınlar, çocuklar güvende olamayacak, velhasıl dünya halkları gerçek bir barış, dinginlik ve mutluluğa asla kavuşamayacaktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hulki Can Duru, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |