Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers |
|
||||||||||
|
Atletizm Federasyonu’nun kadrolu eğitmeniyim. Bu göreve gelmek için yıllarca birçok yarışmada sayısız madalyalar kazandım. Aslında düne kadar hayatımdan memnundum. İyi bir ailem vardı. Sevdiğim işi yapıyordum, geçmişim başarılarla doluydu. Evimde çocuklarıma, torunlarıma göstereceğim, öykülerini anlatabileceğim kupalarım madalyalarım vardı. Dün sabah gazetede okuduğum bir makale beni düşündürdü. Yazar devlet adamlarımızın resmi bir ziyaret için gittikleri ülke yetkililerinden aldıkları armağanların hazineye teslim edilmesi gerektiğini savunuyordu. Önce yazara kızdım, armağan devlet büyüklerimize verilmiş, ne isterlerse yaparlar, bunu sorgulamak sana düşmez diye kendi kendime yazarı eleştirdim. Günlük görev yerim olan atletizm pistine geleceğin sporcularına idman yaptırmak üzere geldim. Biraz erken gelmiştim, sporcuları beklerken sabah okuduğum makaleyi düşündüm. Gerçekten objektif olarak değerlendirilirse yazar haklıydı. O armağanlar Türkiye Cumhuriyeti’ne verilmişti. Oraya resmi ziyarete giden bakan Kemal değil de Mehmet’te olsa yine o armağan verilecekti. O halde bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin malıydı ve hazineye teslim edilmeliydi. Bu olay aslında toplum olarak dürüstlük yargılamamızın da değiştiğini gösteriyordu. Çünkü başka birçok gazeteci armağanları giden bakanın kendine almasını normal karşılıyordu. Acaba sorun olayların derinine inilmeden, analitik düşünmeden, her türlü eleştiriye kapalı olarak en kolay yolu seçerek, her şeyi olduğu gibi kabullenmemizde miydi? Sporcuları çalıştırdım, ama idmanı kısa tuttum. Biraz parka gidip, şehir yaşantısının telaşı içinde her zaman bulamadığımız temiz havayı ciğerlerime çekip düşünmeyi yeğledim. Bir banka oturdum. Park sakindi. Kuş sesleri dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Bir an böylesine saf bir sessizliği hissetmeyeli ne kadar zaman olduğunu düşündüm. Çook zaman olmuştu. Gitgide arınıyordum, ta ki tartışan iki lise öğrencisinin diyaloglarına kulak misafiri olana kadar. - Teşvik primi şike değildir. Diyordu çakır gözlü uzun boylu yakışıklı olanı. - Ama yasalara göre şike, dedi kısa boylu düz saçlı inatçı olanı. - Bilerek yenilmiyorsun, sadece kazanmak için destek alıyorsun. -O destek olmadan da kazanmak için gerekli iradeye sahip olmalısın. -Düşünsene hiçbir şampiyonluk ümidin yok, küme düşme kaygın yok. Kazansan da kaybetsen de hiçbir şey değişmiyor. Nasıl motive olacaksın? -Futbol sevgisi ve her zaman kazanma arzusu motivasyon için yeterli olmalı. -İşte bu sevgileri, bu arzuları uyandırmak için biraz para veriyorlar. -Bu para olmadan da aynı istekle oynamalısın. -Ama aynı istekle oynamasan da kaybedeceğin bir şey yok. -Sen orada oynamaya başladığın anda aslında her maçı kazanmak için oynayacağına dair yazılı olmayan bir sözleşmeyle bağlanıyorsun, durumun ne olursa olsun elinden gelenin en iyisini yapmaya ve sağlıklı olduğun sürece yarışmaya mecbursun. Buna ‘’Olimpiyat Ruhu’’ denir. -O eskidendi. -Bu ruh öldü mü spor da ölür. Ticari bir meta olur. -Sporcularda zengin olur. -Evet, ama sadece madden zengin olurlar, ruhen ise çökmüşlerdir. Daha fazla dinlemeye tahammül edemedim. Kısa boylu düz saçlı inatçı çocuk katıksız dürüstlüğü haykırıyordu, kazanması gerekenin bunun için ekstra prim almasını bile ahlaka uygun bulmuyordu. Gerçek dürüstlüğe erişmek için mücadele ediyordu. En küçük bir hileyi bile kabul etmiyordu. Az önce yaşadığım o saf sessizlik gibi, katıksız gerçek bir başarıdan yanaydı. Başıma o kadar şiddetli bir ağrı girdi, göğsümün ta içinde sanki derin bir bıçak yarası kalbimi dağlamaya başlamış gibi oldu ki bir an sendeledim. Temiz havanın etkisiyle kendimi çabuk toparladım. Ama düşünmeye devam ettim. Yıllarca kendimi kandırmaktan başka bir şey yapmamıştım. Şimdi bu çırılçıplak gerçeği görüyordum. Benim hayatım bir yalandı. Ruhen çürümüştüm ve bunun hiç farkına varamamıştım. Federasyonun basın sözcüsünü aradım, ertesi gün bir açıklama yapmak istediğimi bir toplantı ayarlamasını rica ettim. Ertesi gün basın toplantısına geldim, hazırlamış olduğum aşağıdaki açıklamayı yaptım ve hemen salonu terk ettim. Değerli Basın Mensupları, Yıllarca atletizm pistlerinde birçok yarışmaya katıldım, evim bunlardan kazandığım kupa ve madalyalarla dolu. Ama gerçekte bunların hiç biri bana ait değil. Ben bunları gerçek kendi gücümle kazanmadım. Ben hiçbir zaman nasıl daha iyi idman yaparım, hangi yarışmacıyla hangi taktikle başa çıkarım diye araştırma yapmadım, tek yaptığım araştırma hangi doping maddesi beni başarıya götürür ve hangi silicilerle kontrollerden temiz olarak çıkarım araştırmasıydı. Bu bağlamda bugüne kadar kazandığım tüm madalyaları biri hariç iade edeceğim, şu andan itibaren de atletizm eğitmenliği görevimden de istifa ediyorum. Ben bunların hiç birini hak etmedim. Hak ettiğim tek madalya ilk katıldığım İstanbul birinciliği yarışında kazandığım bronz madalyadır. Bu madalyayı hayatım boyunca gurur duyarak saklayacağım. Tüm kamuoyundan, gençlerimizden, kısacası herkesten özür diliyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Mert, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |