Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Günümüzde Üçkapılar denilen M.S. 130 yılında Roma İmparatoru Hadrian’ın Antalya’yı ziyareti onuruna yaptırılan Hadrianus Kapısı yanındaki asırlık çınarlar, okaliptuslar, akasyalar ve dut ağaçları altında yaptırılan banklardan birinde oturan Selim Bey, kaldırımdan inip oturacak yer arayan birini görünce hafifçe yana kaydı, ona yer açtı. -Buyur, buraya otur çok yorulmuşa benziyorsun. -Sağol arkadaş, ekim ayında bu ne sıcak böyle. -Bu sene kış geç gelecek galiba. -Bizim oralara yakında kar düşer. -Nerelisiniz? -İç Anadolu’dan. Selim Bey üstelemedi. Biraz gelen geçeni seyretti.Yanına oturan yabancı da ona uydu, ama suskunluğu bozan da o oldu. -Bu yolları yapalı çok olmuş herhalde. -Nereden anladınız? -Baksana Palmiyeler, hurmalar ne kadar yüksek. -Doğru bu caddeyi altmışlı yıllarda yapmışlar. Karşıdaki tramvay yolu da beş on yıl öncesine kadar araba yoluydu. -O yıllarda Antalya’da bu kadar çok araba var mıydı? -Yoktu elbette, ama her gittiği yerde yollar, köprüler yaptıran, bayındırlık işlerine çok önem veren vali Haşim İşcan, Antalya da görev yaptığı sırada bu caddeyi yaptırmış. -İyi etmiş. -Evet iyi etmiş, ama artık araçların çoğalmasından dolayı dar gelen bu yolu yaptırmak istediğinde şehrin ileri gelenleri karşı çıkmışlar; Öküzün boynuzunu mu sığdıracaksınız? bu kadar geniş yola ne gerek var demişler. Vali yine de kararından dönmemiş. -Helal olsun. Hiç karışmasalar belki daha geniş yaparmış, çok da iyi olurmuş herhalde. Zaten Türkiye’de herkes her şeye burnunu sokup bir çuval inciri berbat eder. -Ne iş yapıyorsunuz? -Emekliyim. -Memleketinizi tam söylemediniz, bari ne iş yaptığınızı tam söyleyin, nereden emekli oldunuz? -Orman Dairesi’nden. -Buraya gezmeye mi geldiniz? -Temelli taşındık. Biz de Antalyalı olduk. -İyi ettiniz, hoş geldiniz. Merak ettim, neden geldiniz? -Benim kızım Akdeniz Üniversitesini kazandı. -Hangi bölüm? -Turizm ve Otelcilik. -Çok güzel, mezun olduktan sonra burada kolayca iş bulur. -İnşallah! Antalya güzel memleket biz de taşınırız, hem onu gurbette yalnız bırakmayız, hem de emekliliğin tadını çıkarırız diye düşündük. -Çok güzel. Bir süre daha sessizlik oldu. Hoş sessizlik deyince yan yana oturan bu iki kişi konuşmadılar, aslında şehrin gürültüsü korna sesleri, sürat yapan araçların bağırması, eksozunu açan motorların kulakları sağır eden cırlaması turizmin gözbebeği bu şehirde hiç eksik olmuyordu. Suskunluğu yine yabancı bozdu. -Bir şey sormak istiyorum. Kaç gündür buradayız. Bir şey dikkatimi çekti. Her yerde her fırsatta derme çatma dükkânlar açılmış. Hele turistlerin gezeceği yerlerde boş hiç arsa bırakmamışlar, ama bu oturduğumuz yer boş kalmış, buraya neden bir dönerci, butik, hediyelik eşya dükkanı açmamışlar? -Doğru bir saptama yapmışsınız. Maalesef Antalya’mıza turizm zenginlik getirdiği gibi, derme çatma, plansız yapılaşma gibi sorunları da beraberinde getirmiştir. Burası nasıl olduysa kendini korumuş, herhalde bu tarihi kapı nedeniyle kimse dokunamamış. Biz emekliler, buraları gezen turistler, oturacak nefes alacak bir gölge arayanlar buraya oturur. Sema kızımızın yaptığı güzel çayları içerler. Size bir çay ikram edeyim mi? -Teşekkür ederim, iyi olur. Selim Bey şöyle bir kafasını kaldırıp etrafa bakındı, elinde içi çay dolu bardakların olduğu tepsiyle dolaşıp, oturanlara çay içer misiniz diye soran, otuz beş yaşlarında kısa boylu, esmer ince çerçeveli siyah gözlüklü, güler yüzlü Sema adındaki, sabah erkenden hava kararana kadar her zaman servis yapan kadına işaret etti. O hemen Selim Bey’in yanına geldi. Selim Bey;Bize iki tane çay verir misin? dedi.Ustalaşmış elleriyle Sema çayları verdi. Afiyet olsun dedikten sonra dönüp gidiyordu ki Selim Bey; Parasını al dedi. Sema; kesinlikle almam dedi ve hemen uzaklaştı. Yanında oturan adam Selim Bey’e soran gözlerle bakınca o da anlatmaya başladı. -Bu kızcağız, şurada arka sokakta Kaleiçi’nde kocasının atalarından kalan tarihi evlerden birinde iki çocuğu, neşeli çalışkan bir adam olan kocasıyla mutlu bir hayat sürüyordu. Ancak bir Pazartesi akşamı kocası karşıdaki caminin önünden bu tarafa doğru yaya geçidinden geçerken trafik ışıklarını dekor olarak gören, yaya geçitlerini araba yokken geçilsin diye yapılmış olarak düşünen arabalı bir katil tarafından ezilerek öldürüldü. -Vah, vah gerçekten öyle araba kullanıyorlar ki onlara katil demekte haklısınız. -Bu katil yakalanıp tutuklandı ve dikkatsiz araba kullanıp, kırmızı ışıkta geçmekten bilmem kaç kuruş para cezası ve altı ay hapis ile kurtuldu. -Neden o kadar ucuz kurtuldu? -Çünkü trafik komisyon raporu karşıdan karşıya yayalara yanan yeşil ışıkta geçen rahmetliyi de dikkatsiz olduğu için kusurlu buldu. -Çok ilginç, neden böyle saçma bir karar almışlar. -Hatır şikesi mi desek, rüşvet mi desek bilmiyorum ama bu potansiyel seri katil şimdi trafikte cirit atmaya devam ediyordur. -Bu kızcağız kocası ölünce maaş, tazminat bir şey alamadı mı? -Ne yazık ki hayır. Sosyal olmayan devletimiz Sema Hanım’a hiçbir yardımda bulunamadı, çünkü kocası işsiz kalmamak uğruna sigortasız çalışıyordu. Kızcağız bir süre yas tuttu ancak okula giden iki çocuğun masrafları karşılanmalı, karınları doyurulmalıydı. Biz komşular yardım etmek istedik, ama o bana para vermeyin iş bulun dedi. Ben de hanımı alıp ziyaretine gittim. Ona, bak kızım ben ve benim gibi bir sürü emekli Üçkapılar’daki banklarda bütün gün oturur, temiz hava alır, yoldan geçenleri seyreder eğleniriz. Ama canımız çay içmek isteyince mecburen gider bir kahve de duman altı oluruz. Gel sana bir tepsi, biraz çay bardağı alalım. Burada evinde çayını demle, orada oturan insanlara dağıt, paranı al, geçimini sağla dedim. Bir kaç gün düşündükten sonra bir sabah baktım, elinde tepsi ile çay ister misiniz diye herkese sormaya başlamış. Ben hemen kendime bir tane aldım, ama ne yaptıysam parasını almadı. Hala da almıyor. Senin çayların benden der, senin sayende benim çocuklarımın karnı doyuyor der, ama para almaz. -Çayı da çok güzelmiş. -Güzeldir, kaderin bu acı cilvesi, Üçkapılar’da çay keyfine dönüşmüştür. Buraya sadece çay içmeye gelenlerde vardır. Yabancı çayını içtikten sonra Selim Bey’e teşekkür edip, ayrılırken yarın çaylar benden diyerek veda etti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mustafa Mert, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |