Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Yazarın yazdıklarının hiçbir bilimselliği yok. Komik olan şu, yazarımız yazdıklarını bilimsel bir gerçekmiş gibi ortaya koyuyor. Ancak iddialarındaki açıklar ve tutarsızlıklar kendilerini o kadar çabuk ele veriyorlar ki, mürekkep yalamış tecrübeli bir gazetecinin yanlışlıkları yapması bizi şaşırtıyor. Elbette Müslümanların inanç esaslarıyla ilgili olduğu için, yazarımızın yazısındaki hatalardan bahsetmeden geçemeyeceğiz. Ben burada ne yazarımızın yaşantısını eleştireceğim, ne de kendisini tahkir edecek ifadeler kullanacağım. Öncelikle bir insan olarak kendisine ve düşüncelerine saygı duyduğumu belirterek, yazdıklarına katılmadığımı akli ve mantıki delillerle ortaya koymaya çalışacağım. Yazarımız, Kuran-ı Kerim’in 15. yy’ da yazılmış bir mealinden yola çıkarak başlamış iddialarını ortaya koymaya. Hem de öyle bir ayet seçmiş ki bu iş için, ilk etapta kendisinin Kur’an-ı Kerimi eleştiren bir Oryantalist olduğu bile düşünülebilir. Hazine bulmuş bir mağribi gibi her dildeki tercümesini yazmış bu ayet-i kerimenin. Bakın işte Kur’an-ı Kerim’de neler anlatılıyor? der gibi bütün dünya dillerinde yazmış neredeyse ayetleri.. Zaten çeşitli dillerdeki mealleri naklettikten sonra şöyle diyor yazarımız: “Vaziyet anlaşıldı: Yeryüzünde şeytana uyup günah işlemeyen erkeklere öteki dünyada armağanlar var. Neymiş bu armağanlar, bir sayalım: Bostanlar, şarap bağları; herkese hepsi aynı yaşta (turunç memeli) genç kızlar ve içki dolu kadehler.” Meseleyi böyle genel hatlarıyla ortaya koyduktan sonra, şimdi bu yazarımızın insanı güldüren hataları nelermiş, bir bir sayalım: 1- Kur’an-ı Kerim’in günümüz insanları tarafından (Üniversite mezunu olsalar da) anlaşılamayacağı tezini ortaya koymak adına, insanlarımızın çoğu tarafından anlaşılamayacağı kesin olan Fransızca ve İngilizce meallere yer vermiş yazarımız. Ama halbuki bu İngilizce ve Fransızca mealleri anlamayan insanlarımız, mesela bir Fatiha suresindeki kelimelerin yüzde seksenini çok rahat anlayabiliyorlar; Hamd, Allah, Rab, âlem, mâlik, yevm(iye), ve, din vb kelimeler, gündelik konuşma diline de yerleşmiş kelimeler değil midir? Demek ki insanlarımız için Kur’an-ı Kerim’de geçen pek çok kelime, İngilizce’den ve özellikle de Fransızca’dan daha tanıdık ve daha öğrenilebilirdir.. 2- Yazar 15. yy’da yapılmış bir Türkçe meal çalışmasının bugün anlaşılmayışından dem vurarak, 7. yy’da nazil olmuş kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in de anlaşılamayacağını ortaya koymaya çalışıyor. Yani kısaca diyor ki, 15. yüz yılda yazılan bir metni anlayamıyorsak, 7. yüz yılda nazil olmuş bir kutsal kitabı da anlayamayız. Ancak bunu söylerken şunu da söylemiş oluyor yazar, örneğini verdiği Kur’an-ı Kerim meali, tabii olarak, 15. yüzyılda yaşayan insanların anlayacağı şekilde yazılmıştır. Bu meal örneği bile, 15. yüz yılda yaşayan insanların Kur’an-ı Kerim’i çok güzel bir şekilde anladığını gösteren kesin bir delildir. Üstelik onu anlayanlar arasında sadece Araplar değil Türkler de vardır. Bu da yazarın teziyle %99,9 çelişmektedir. 3- Üstelik yazarımız ilgili ayetlerin Fransızca, İngilizce ve Türkçe meallerini verdikten sonra “vaziyet anlaşıldı” diyerek ilgili ayetleri kendisinin de anlayabildiğini açıkça söylüyor. “Bizim hocaların yüzde 99,99’u da anlamaz.“ şeklindeki ifade öyle bir kesin ifadedir ki, açıkça “Kur’an-ı Kerim’i hiçbir din adamının anlayamayacağı” anlamına gelir. Peki bu alıntı yaptığı mealleri hazırlayanlar da zaten o hocalar değiller midir? Kendisi dahi Kur’an’ı anlayamayan hocaların meallerine bakarak Kur’an’ı anlamaya çalışıyor ve oradan örnekler veriyor. Ne yaman çelişki değil mi? 4- Yazar ilgili ayetler hakkında eleştiriyi hatırlatan bazı ifadeler de kullanıyor. Değilse bile birkaç yerde şeytanın avukatlığına soyunuyor. “Amacım… kadınların neden ödüllendirmediklerini sormak da değil” diyerek, üstü kapalı bir eleştiri de dile getiriyor aslında. Eğer durum böyleyse bu konuda şu cevabı verebiliriz yazara. Örnek verdiğiniz ayetler, kadınlara verilecek nimeti de göstermiyor mu açıkça? Zira hangi kadın vücudunun en güzel estetik ölçülerde olmasını ve müstakbel eşinin hoşlanacağı bir görüntüde olmayı istemez? Allah, ilgili ayette cennetteki kadınların bedensel güzelliğine de dikkat çekiyor. Hem erkeğe kadının verilmesi, kadına da erkeğin verilmesi demek değil mi? Ayette beyan edildiği gibi bu eşlerin “aynı yaşta” olmaları aralarındaki eşitliği göstermiyor mu? O halde ilgili kadın, erkeğin istediği şartlara uygun bir eş olduğu gibi, erkek de kadının zevklerine hitap edecek bir eştir. Zaten Feth suresi 48. ayette Allah, mümin kadınların da erkekler gibi cennet nimetlerinden ebedi olarak istifade edeceklerini şöyle ifade ediyor: “(Bütün bu lütuflar) mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.” 5- Yazar yazısının son bölümünde, “Peki 7. yüzyıl Arapçası ile inmiş olan Kuran’ı günümüz Arapları (sokaktaki Arap değil, üniversite mezunu Arap) anlayabilir mi? Biz Orhun Kitabeleri’ni ne kadar anlıyorsak onlar da Kuran’ı o kadar anlarlar, yani anlayamazlar. Bizim hocaların yüzde 99,99’u da anlamaz.“ İfadelerini kullanarak armutlarla elmaları, elmaslarla kömürleri nasıl karıştırdığını da açıkça ortaya koyuyor. Bir kere Kur’an-ı Kerim, yazarın savunduğu gibi o kadar anlaşılmayacak bir gizem kitabı değildir. Zira Allah, Kur’an-ı Kerim’i kullarının anlayacağı bir dille indirmiştir. Günümüz Türkçesinde bile Kur’an-ı Kerim kaynaklı pek çok kelime yaşamaya devam etmektedir. Biraz gayret eden herkes, devamlı okuduğu surelerden az çok bir şeyler anlayabilir. Fil suresindeki ayetleri duyan bir insan, tarihi fil vakasından da bahsedildiğini az çok anlar. Fatiha suresindeki “elhamdülillah” kelime grubunu duyan hangi Türk burada Allah’a şükredildiğini anlamaz. Yine Errahman ve Errahim kelimelerinin “merhamet” ifade ettiklerini insanlarımızın çoğu az bir dikkatle fark eder. Yine Kevser suresindeki Kevser kelimesini, Felak ve Nas surelerindeki “şer”, “vesvas”, “nas”, “halak” gibi kelimeleri fark eden herkes, bu surelerin anlamlarını da az çok hatırlar. İhlas suresinde Allah’ın birliğinden bahsedildiğini fark etmeyenzzv bir Müslüman var mıdır? Yani günde beş defa bu ayetleri okuyan bir Müslüman, milliyeti, dili ne olursa olsun bu surelerden mutlaka bir şeyler anlar. Herkes tefsir alimi olamayacağı için Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerini anlamak isteyenler de, tefsirlere ve meallere başvururlar. 6- Yazarın Orhun Abideleriyle Kur’an-ı Kerim’i kıyaslaması açık bir hatadır. Zira iki metin de tabiri caizse ayrı ayrı hikayelere sahiptir. Elbette Orhun kitabelerinin Türkler için önemini inkar etmemiz mümkün değildir. Ancak bu ayrı bir araştırma ve yazı konusudur. Bu nedenle şimdilik bu konuya değinmeyeceğiz. Orhun abideleri 1889 yılında bulunmuş, bu abidelerdeki metinlerse ancak 1893 yılında okunabilmiştir. Bu abidelerin dikildiği tarihlerde (8. yüz yıl), okuma yazma bilen Türklerin çok az olduğu düşünüldüğünde, bu anıtların o günlerde bile Türklerin çoğunluğu tarafından anlaşılmamış olabileceği unutulmamalıdır. Üstelik Orhun Abideleri bir Kutsal Kitap değildir ve bu nedenle Türklerin medeniyetleri bu abideler etrafında şekillenmemiştir. Bundan dolayı da asırlar geçtikçe, bu yazıtlar unutulmuşlar ve Türklerin gündemlerinden çıkmışlardır. Bunun neticesinde de bu kitabelerin dili canlı kalmamış, günümüz Türkçesine evirilmiştir. Kur’an-ı Kerim indirildiğinde ise, onu herkese tek tek açıklayan bir öğretmen, yani peygamber vardı. Hz. Muhammed vefat ettiğinde sahabeler, Hz. Muhammed’den öğrendikleri şekilde Kur’an-ı Kerim’i anlamaya ve açıklamaya devam ettiler. Zira Kur’an-ı Kerim, anlaşılmak ve insanları hidayete yöneltmek için nazil olmuş bir kitaptı. İslam dinine giren bütün milletler, medeniyetlerini Kur’an-ı Kerim’e göre şekillendirmeye gayret ettiler. Kur’an-ı Kerim’i okumak bir kenara, onun öğretilerini yaşamaya çalıştılar. Müslümanların zevkleri, sanatları, dilleri ve düşünceleri hep Kur’an-ı Kerim’e göre şekillendi. Yani Kur’an-ı Kerim, bir yerlerde unutulup kalan etkisi kalmamış bir anıt yazıt olmaktan öte, insanların hayatlarında, kalplerinde ve beyinlerinde 1400 yıldır taptaze kalabilen mucize bir Kutsal Kitaptır. Bu nedenle de “Biz Orhun Kitabeleri’ni ne kadar anlıyorsak onlar da Kuran’ı o kadar anlarlar, yani anlayamazlar” sözü gerçekle alakası olmayan bir ifadedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, 1400 yıldır dilleri, edebiyatları ve yaşantıları etkileyen, etken bir konumdadır. Dolayısıyla sadece onu anlamak için değil, onun oluşturduğu, şekillendirdiği dilleri, yaşantıları ve medeniyetleri anlamak için Kur’an-ı Kerim’e ihtiyaç vardır. Kur’an-ı Kerim’de geçen iman esasları, Ashab-ı Kehf, Yusuf ve Züleyha, Hızır ve Musa kıssaları gibi kıssalar, Peygamberlerin adları, emredilen ibadetler, haramlar ve helaller, Müslüman milletlerin bütün yaşantılarında etkilerini yoğun bir şekilde göstermeye halen devam etmektedir. Halen farklı farklı milletlere mensup insanlar tarafından yaşanılmaya devam eden bir kutsal kitabın anlaşılmadığını ya da anlaşılmayacağını savunmak, anlayışı güçlü insanlar tarafından bile asla anlaşılamayacak bir tutumdur. 7- Yazar, Fransızca ve İngilizce meallerden örnekler vererek iki dili çok iyi bir şekilde bildiğini ortaya koyuyor. Dilindeki pek çok kelime ve dini ıstılah, Kur’an-ı Kerim kaynaklı olan dindar bir Türk için Kur’an dilini öğrenmek, Fransızca’yı öğrenmekten daha kolaydır. Yıllarını vererek iki farklı dili, o dillerin kültür dünyalarını da öğrenerek konuşmayı başarabilen bir insan açıkça bilir ki, Kur’an-ı Kerim’i anlamak ve emirlerini yaşamak isteyen birisi, bu Kutsal Kitabın dilini bir şekilde öğrenme gereği hissedecektir. Bunun için de ilgili kişi, o Kutsal Kitabın dilini öğreten kurslara gidecektir. Hâfız yetiştiren pek çok kurs, aynı zamanda Kuran’ın temel maksatlarını anlamaya yeterli olacak düzeyde bir Kuran dili dersi de vermektedir. Böyle bir ders olmasa da Kur’an ilimlerinde ilerlemek isteyen bir insan, kendi çalışmalarıyla da olsa bu dili öğrenecektir. Yahudiler ve Budistler de binlerce yıl önce yazılmış kutsal metinlerini okurlar ve ezberlerken, aynı zamanda bu kadim dillerin kelime yapılarını ve gramer sistemlerini de öğrenmektedirler. Bilim adamları dahi ilk gramer çalışmalarının kutsal metinler etrafında gerçekleştirildiğini kabul ederler. Bugün Tevrat, günümüz dindar Yahudilerince dahi anlaşılıyorsa, bu durum, ibadet hazzıyla gerçekleştirilen kişisel bir çabanın sonucudur. Çeşitli maksatlar için düzensiz fiil ve kelimelerle dolu olan Fransızca ve İngilizce gibi dilleri öğrenmek mümkünse, elbette Kutsal Kitapların dilini de öğrenmek pekâla mümkündür. 8- Önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Biraz pedagoji okuyanlar bilirler ki, anlamak ve ezberlemek farklı farklı eylemlerdir. Yazar, yazısı boyunca örnek verdiği pek çok metnin “anlaşılmasından ya da anlaşılmamasından” bahsetmekte, yazısını bu minval üzere geliştirmekte, sonuç bölümünde ise “Kur’an ezberleme” eylemine karşı çıkmaktadır. “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” şeklinde özetlenebilecek bu tutum, yazarın kendi tezleriyle bile çeliştiğini açıkça göstermektedir. 9- Bazı ailelerin çocuklarını çok küçük yaşlarda bale kurslarına, uzak doğu sporlarına, İngilizce kurslarına gönderme hakkı varsa, elbette demokratik bir toplumda isteyen ailelerin de kendi çocuklarını, Diyanete bağlı Kur’an Kurslarına gönderme hakları vardır. Üstelik “Ama bazı álim kılıklı zalimler bu metinleri 8-10 yaşındaki çocuklarımıza ezberletmek istiyorlar. Zaten ezberletiyorlar!” sözlerinde geçen “alim kılıklı zâlimler” sözüyle, sadece görevini yapan Kur’an Kursu hocalarını açıkça töhmet altında bırakıyor. Üstelik bu hocalar, Diyanete bağlı müfettişler tarafından her fırsatta teftiş edilen hocalardır. Kutsal metin ezberleme olayı sadece Müslümanlara has bir özellik değildir. Yahudiler, Hıristiyanlar, Budistler, Hindular ve diğer din mensupları da dualarında ve dini ritüellerinde kullanmak üzere, kutsal kitaplarında geçen gerekli ayetleri ezberlerler. Ancak şu da bir gerçektir ki, Müslümanlar dışında kutsal kitaplarının tamamını ezberleyebilen din mensupları pek yoktur. Hâfızlık kurslarına devam eden çocuklar, düzenli bir eğitimle Kur’an-ı Kerim’in tamamını 1 yıl içinde ezberleyebilmektedirler. Bu durum onların bir zorlamaya tabi tutulduklarını değil, Kur’an-ı Kerim’in ses yapısının ve müzikalitesinin ezberlenmeyi teşvik edici olduğunu gösterir. Kur’an’ın lafzında sık sık karşılaşılan ses, kelime, cümle tekrarları, aliterasyonlar, kafiyeler, musiki ahenk bu Kutsal Kitabın ezberlenmesi için özel bir şekilde tasarlanmış gibidir. Hz. Muhammed pek çok sözüyle Müslümanları Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeye teşvik etmiştir. Hatta ardında binlerce hâfız sahabe bırakması bile, “hâfızlık” geleneğinin Müslümanlar için neden önemli olduğunu açıklar. 10- Hâfızlık ile musiki arasındaki ilişkiyi gösteren en önemli kanıt, pek çok hâfızın aynı zamanda müzik konusunda da çalışmalar yapmış olmasıdır. Klasik musikimizin eserleri, kulaktan kulağa aktarılırlar. Repertuarlarında binlerce şarkı bulunan sanatkarlarımız, tamamen usta çırak ilişkisi içinde eğitilirler. Doğu geleneğinde musiki eserleri notalardan çok, kulaktan kulağa aktarım ile öğretilmektedir. Burada da “Hâfızlık” geleneğinin etkisini açıkça görmekteyiz. Uzak doğudan getirilen reiki, yoga, meditasyon gibi pek çok felsefi uygulamaya hoşgörü ile bakanlar, kendi öz tarihimizin bir parçası olan Hâfızlık geleneğinden olabildiğince nefret ediyorlar. Halbuki “Hâfızlık” gibi geleneklerimizle uzlaşmamız, uzak doğudan ya da batıdan aldığımız pek çok yabancı gelenekle uzlaşmaktan daha zor değildir. Hâfızlığı en azından bir hâfıza sporu ya da Türk musiki geleneğine açılan bir kapı olarak kabul etsek de, onu böyle acımasızca eleştirmesek, aksine iyi niyetli yaklaşımlarla bu gelenekten faydalanmaya çalışsak ne güzel olurdu, öyle değil mi? Bu gibi masum İslami geleneklerden ölesiye nefret etmenin ne gibi geçerli bir gerekçesi olabilir ki? Eğer hâfızlık eğitiminde bazı eksiklikler varsa, elbette bu eksiklikleri gidermek adına herkes elinden geleni yapacaktır. Ancak hiçbir sebep, Müslümanların değer verdiği bu önemli geleneği, çeşitli aşağılamalarla karalamayı haklı göstermez. Bu gelenek ille de eleştirilecekse, böyle tutarsız ve komik yazılarla değil, ancak iyi niyetli, ciddi, bilimsel çalışmalarla eleştirilebilir. Bu eleştiriyi de ancak, dini konularda uzmanlaşmış bilginler yapabilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |