En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey |
|
||||||||||
|
Kurtuluş Savaşı’nda kahramanca savaşıp Yunan’a (şimdilerde de hain darbecilere sahip çıkan Yunan’a) esir düşen, “bu millet cennete giderse biz de cennete, bu millet cehenneme giderse biz de cehenneme gideceğiz” diyecek kadar Türkiye sevdalısı olan Hüsrev Efendi gibi ferasetli insanlar da vardı elbette. Hatta Kadir Mısıroğlu bile o vatansızın gerçek yüzünü, Hüsrev Efendi'nin ikazları yoluyla öğrendiğini ifade etmişti hatırlarsanız. İstismar etmediği hiçbir alan bırakmayan bu yapının içini boşalttığı kavramlardan en bilineni, “hizmet” kavramıydı. Ruh hafızamızda binlerce yıllık derinliği olan bu kavramı, kısa sürede “hezimet” anlamını çağrıştıracak bir derekeye düşürdüler. Yıllarca gerçek yüzlerini milletten sakladılar. Sürekli tebessüm dolu maskelerini taktılar. O maskelerin ardındaki gerçek yüzlerini 15 Temmuz’da zalimce sergilemekten çekinmediler. Hizmet dediler, para topladılar. Hizmet dediler, yalan söylediler. Hizmet dediler, montaj kasetler hazırladılar. Hizmet dediler, ajanlık yaptılar. Hizmet dediler, hükümeti yıkmaya teşebbüs ettiler, milletin evlatlarını acımasızca katlettiler. Bu kavramı da kirletmeyi başardılar böylece. O güne değin, Kur’an ve İman için fedakârlık anlamına gelen “hizmet” kavramı, bu örgütün elinde “fesat”, “fitne”, “hezimet” anlamlarını kazandı. Kirletilen yegâne kavramımız “hizmet” kavramı değildi elbette… “Cemaat” gibi, hem dinin hem de ilm-i ictimaiyyatın (sosyolojinin) ilgi alanına giren bir kavramı da lekelemeye çalıştılar. Medyanın da desteğiyle, Türkiye’de ve dünyada onca hizmet ve cemaat olmasına rağmen, sadece kendilerinden; “hizmet ve cemaat” nitelemeleriyle bahsettirdiler. Elbette bu kavramsal kirlenişte, bu köksüz yapıyı ülkenin biricik cemaati gibi göstermeye çalışan şakşakçıların da payı büyüktü. Yaşanan gelişmeler neticesinde, ne kadar dindar olursak olalım, hizmet ve cemaat kavramlarına şüpheyle bakmayanımız kalmamıştı. O halde, ABD/İsrail merkezli bu yapının görevlerinden birisi de, İslam dünyası için önemli olan dini/sosyal kavramları/kurumları kirletmek ve insanların bu kavramlardan iğrenip şüphe duymasını sağlamaktı. Bunda da az çok başarılı oldular. İman, Kur’ân, sahabe, hoca, hizmet, dershane, şakirt, buud, risale, ışık, barış, ihlas, cevşen, hoşgörü, himmet, sır, nur, sızıntı, abi, zaman, samanyolu, sürat, süvari gibi dilimize ve medeniyetimize ait yüzlerce kavramı gasp edip kirletmeye çalıştılar. Gasp edilen kavramlar sadece dini kavramlar değildi görüldüğü gibi. Örneğin, “ışık” kelimesinin birlikteliğiyle oluşturulan pek çok kavramı da gasp edip kirletmeyi denediler. Güzel Türkçemizin “ışık” kelimesiyle kurulmuş bütün kelime yapılarına zehirlerini boşalttılar neredeyse. Bu zehrin ölümcül tadını dimağımızda hissettiğimizde ise ışık sembolünü cömertçe kullanamaz olmuştuk artık. Menkıbe Kurgu adını verdiğim yeni bir fantastik türü inşa etme arzusunu taşıdığım yıllarda, Paulo Coelho’nun Can Yayınlarından çıkan Işığın Savaşçısının El Kitabı (The Warrior of The Light A Manual) adlı kitabını bir vesileyle okumuştum. Neredeyse her bir bölümü “ışık savaşçısı” (The Warrior of The Light) kelime grubuyla başlayan bu kitapta fantastik bir ruh sezmiştim. Coelho’nun kitabında geçen aşağıdaki paragraf, oluşturmaya çalıştığım menkıbe kurgu tarzının dilinin nasıl olacağına dair yeni ilhamlar sunmuştu bana: “Işığın savaşçısı, şükran duyacağı pek çok şey bulunduğunu bilir. Mücadelesinde melekler yardımcı olmuştur ona; ilahî güçler her şeyi yerli yerine oturtmuş, onun, elinden gelenin en iyisini yapmasını sağlamışlardır.” Yine Lavender Diamond (Eflatun Elmas) adlı Batılı bir müzik grubunun “The Cavalry of Light-Işık Süvarisi” adlı müzik eserlerini duymuştum. Bu isim o zamanlar bana oldukça fantastik gelmişti. Meşhur şair Eileen Duggan'ın 1930'larda yayımlanan bir şiir kitabında geçen Lo, How The Butterfly (Kelebeğe Bak, Nasıl?) adlı şiir yoluyla, kelebeğin bir şövalyeye hatta bir barona benzetildiği fantastik bir dünyaya adım atarız. Bu şiirin mısralarından birisi ise şöyledir: And oh, that cavalier of light... Burada Işık Süvarisi ya da Işığın Süvarisi olarak tasvir edilen varlık bir kelebektir. Elbette şair, böyle fantastik bir buluşa imza atarken sonraları bu metaforun bir kavram gaspçısı tarafından gasp edileceğini bilemezdi. Ayrıca böyle etkili bir metaforun gasp edilmiş olması o metaforun değerinden hiçbir şey eksiltmeyecektir. Bu arada Avrupa, İngilizce konuşulan ülkelerden ibaret değil bildiğimiz gibi. Aynı metaforun Reiter des Lichts şeklinde, Almanca yazılmış edebiyat ve sanat ürünlerinde karşımıza çıktığını görüyoruz. Örneğin 2000 yılında Angelika Bull tarafından yazılmış olan Mistik Roman S.E.E.L.E'de bahsi geçen bu estetik idealin kavramlaştırılışına şahit oluruz. Bu örnek de gerçekleştirilen kavramsal gaspın boyutlarını ele verir nitelikte. Yine Alman halk müziğinin temsilcilerinden Die Dudelzwerge adlı müzik grubunun da aynı isimde bir parçasının olduğunu biliyoruz. Bizim bir galat olarak sadece bahsi geçen gaspçılarla birlikte andığımız bu metaforun aslında pek çok milletin geçmişten beri aşina olduğu bir fantastik kavram olduğunu böylece görmüş olduk. Elbette bizim edebiyatımızda da bu metaforlara benzer metaforlar ve fantastik kavramsallaştırmalar kullanılmış olmalıdır. Paulo Coelho, Lavender Diamond, Angelika Bull ve Eileen Duggan benzeri sanatçıların kullandıkları metaforların bir benzerini menkıbe kurgu içerikli bir metinde karanlık küresel güçlerin zulümlerine direnen Müslümanları ifade etmek için kullandığımı hatırlıyorum. Bu arada Coelho’nun kitabının Arapça çevirisinin Fâris’en Nûr (Işık Süvarisi) ismiyle yapıldığını da hatırlamakta yarar var. Yani “warrior” kelimesinin Araplara çağrıştırdığı anlamlardan birisi de “süvari” sözcüğü... Bu durumda “warrior” kelimesi süvari anlamını da karşılıyor olmalı. Buna benzer kullanımlar Batı dünyasında eskiden beri vardı. Örneğin, Ortaçağ’da Hıristiyanlık için savaşan Knights of Light'lar meşhurdu. 1980’lerde yayımlanan Knights Of The Magical Light (Sihirli Işık Süvarileri) çizgi filmi de bu örneklerden sadece birisi... Benzeri ifadelere günümüzdeki bilgisayar oyunlarında bile sıkça rastlıyoruz. Soldier of Light (Işık Askeri) adlı oyunun ismi buna bir örnek. Tam da bu noktada, Star Trek’in oyuncularından ve The Time Machine’nin (Zaman Makinesi) yazarı John de Lancie’nin “Soldier of Light” (Işık Askeri) adlı fantastik kitabını ya da çağdaş Hıristiyan dini müziği icracısı David Baroni’nin de seslendirdiği, 70’li ve 80’li yıllarda Batı’da oldukça meşhur olan “Soldier of The Light” (Işığın Askeri) adlı şarkısını da hatırlamakta yarar var. Antik Yunan’dan bu yana ve Hıristiyanlık sonrasında da Batılılar tarafından sıkça kullanılan Knight of Light, Cavalry of Light ya da Soldier of Light benzeri metaforların, bahsi geçen örgüt tarafından çoktan gasp edilip kirli amaçlar için kullanıldığını öğrendiğimde, Coelho’dan ilhamla bir kere kullandığımı hatırladığım benzeri bir fantastik ifadeden, kokuşmuş bir leşten iğrenir gibi iğrenmiştim. Her ne kadar bu ihanette, kavramların ve kelimelerin hiçbir günahı yoksa da, 2011 yılından sonra geliştireceğim ve kullanacağım fantastik kavramlar konusunda daha titiz davrandım. Ama bugünlerde şuna inanıyorum, gasp edilmiş bütün bu kavramların, bu bataklıktan çıkarılıp inatla ve cesaretle kullanılmaları ve oturtulmaya çalışıldıkları o karanlık bağlamdan koparılmaları gerekiyor. (Not: 2006’dan bu yana geliştirmeye çalıştığım menkıbe kurgu tarzına dair, Yeni Bir Roman Türü, Evliya Menkıbelerinden Türk Fantastik Edebiyatına, Harry Potter İngiliz Ajanı mı?, Bir Fantastik Kurgudur Kainat benzeri İzedebiyat.com yazılarımıza bir göz atabilirsiniz.) Paralel yapının sıkça kullandığı “altın nesil” ifadesinin de aslında futbol oyuncuları için Batı’da eskiden beri kullanılan “Golden Generation” kavramından intihal olduğunu da buraya bir not olarak düşelim. Elbette daha derine indiğimizde, altın çağ, ışık gibi sembollerin, çeşitli mitolojik anlatılarda ya da Yeni Platoncular tarafından binlerce yıl önce kullanıldığını görüyoruz. Yunan mitolojisine göre Zeus’un oğlu olan Herkül’ün ismini kendisine kod adı olarak seçecek derecede Batı kölesi olan bir zihniyetin, altın nesil benzeri Batılı kavramları gasp edip kullanması öyle fazlaca şaşırtıcı değildir aslında. Yine fantastik dünyamız için büyük imkânlar sunan Mehdi, Mesih, Yecüc, Mecüc, Deccal, Süfyan benzeri kavramları da -bu gibi ahir zaman kavramlarını kendilerine yontmakta mahir bir diğer örgüt gibi- ellerindeki geniş propaganda imkânları yoluyla bağlamlarından kopararak sonuna kadar kirletmişlerdi. Sevgi dili Türkçe ifadesi de bu yapının istismar ettiği, gasp edilmiş kavramlarımızdan sadece birisiydi. Muhtemelen daha önceleri de pek çok Türkçe sevdalısı, Türkçe’nin sevgi dili olduğunu ortaya koymuştu. Gasp ettikleri bu kavramı kendileri bulmuş gibi hoyratça kirletip yıpratmaktansa hiç çekinmediler. Kirletilen diğer önemli bir kavram ise “hoşgörü” kavramı oldu. Bu tertemiz kavramın anlam ırzına öyle bir geçtiler ki, etimolojik kökeni Yunus’un “yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü” mısralarına kadar giden “hoşgörü” kelimesinden milletçe iğrenir olmuştuk neredeyse. Muhtemelen bu yapının diğer bir görevi, güzel dilimiz Türkçemizi istismar edip türlü liyakatsizliklerle kirletmek ve bu güzel dilin yerine İngilizcenin Pensilvanya lehçesini ikame etmekti. Muhtemelen bu vazife de onların liderine daha ilk başta dış güçler tarafından verilmişti. Sadece kavramları gasp etmediler elbette… Başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) olmak üzere, sahabeler, Necip Fazıllar, Seyyid Kutuplar, Abdülkadir Geylâniler, Said Nursiler, Alvarlı Muhammed Lütfiler gibi nice değerli şahsiyetin ismini gasp edip kirletmeye çalıştılar. Örneğin, İslam dinin peygamberi olan Hz. Muhammed'i (SAV) bir kamyona bindirip peşinden divaneleri koşturacak kadar iğrençleştiler. Peygamber Efendimizin (SAV) isminden sonra bu örgüt tarafından en fazla istismar edilen isim Said Nursi’nin ismi ve eserleri oldu. Örneğin bu zatın eserlerini sadeleştirip, asıl bağlamından kopartıp tahrip etme cüretini bile gösterdiler. Bizzat Cumhurbaşkanımızın da söylediği gibi: “Said-i Nursi’yi Pensilvanya yıllar yılı istismar etti… Ne çileler, ne ezalar, ne cefalar yapıldığı ona malum… Said-i Nursi’ye her türlü ezayı cefayı yapanlarla şimdi bu adam beraber oluyor… Üzücü durum.” Görüldüğü gibi hakikat karşısında bir balon gibi sönen bu vatansız örgütten geriye; dini inançlardan edebiyata; tahribattan, fitneden, yalandan, fesattan, acıdan, ihanetten ve de istismardan başka bir şey kalmadı. İslam’ın yüce değerlerini, eğitimi, hoşgörü kavramını, Türkçemiz gibi bizi biz yapan değerleri ve hatta toplumun iyi niyetini de sonuna kadar kullanıp tüketerek, varoluşumuzu anlamlı kılan her şeyi gasp etmeye çalıştılar on yıllarca. Kimileriyse 2013’te gerçekleşen 17/25 Aralık ihanetine kadar takiyelerine devam ettiler ve 2014’ten itibaren gerçek yüzlerini tüm dünyaya gösterdiler. Biz o günlerde de, Time Türk, Haber10 gibi birçok haber sitesinde ihanetin boyutunu anlatmaya çalıştık. Örneğin, 2014 yılında yazdığımız “Montaj Kaset Lağamında Zemzem Aranmaz” başlıklı bir yazımızda bu ihaneti, kimilerinin benzerini ancak 15 Temmuz’dan sonra tasdik edebildiği şu ifadelerle deşifre etmiştik: “Yazık ki ne yazık! Ayıp ki ne ayıp! İhanet ki ne ihanet! Devletin en gizli konuşmalarını dinlemişler ve bu dinlemeleri utanmadan yabancı ülkelere servis etmişler... Milletçe tam da arkamızdan, yüreğimizden ve bütün iyi niyetlerimizden vurulduk. Geleceğimiz, özgürlüğümüz, huzurumuz suikaste uğradı bugün. Yazıklar olsun! Eyvahlar olsun! Veyller olsun! Son dönemlerde kimsesizlerin ümidi olmuş bir hükümete darbe vurmak için, o devletin başındaki lideri en bel atı yöntemlerle devirmek için arkadan, en umulmadık cephelerden vurmak ihanetin en dibidir zannımca.” Kaynak: Montaj kaset lağamında zemzem aranmaz - Misafir Kalem Şimdi ise, bizden gasp ettiklerini geri almamız ve o söz hazinelerimizi, ihanet bağlamlarından çekip çıkarıp, medeniyetimizin en derin temellerine kök salmış ulvi anlamlarıyla yeniden buluşturmamız gerekiyor. Çünkü güzel dilimiz Türkçe, bir ihanet şebekesinin eline bırakılamayacak kadar değerlidir. Çünkü kötü ya da hain olan bizim tertemiz kelimelerimiz değil, İslam tarihinde görülen en büyük ihanet şebekesinin bizzat kendisidir. Hizmet, buud, cemaat, hadis, sahabe, risale vb. kavramları istismar edildikleri o ihanet bağlamından çıkarıp gerçek bağlamına oturtmamız gerekiyor. Aslında bu gibi kelimeler, gerçek bağlamlarındaydı her zaman. Onları bağlamından kopmuş gibi gösteren, zalimleri otorite bilen, küresel güçlerin oyuncağı olmuş bir yapının, okyanus ötesinden yönetilen ihanetiydi sadece. Unutmayalım ki, bu kavramlar bizim şanlı medeniyetimizin kavramlarıdır, o ya da bu terör örgütünün kusmukları değil... Kelimelerimiz ve kavramlarımız, kadim medeniyetimizin bağlamında oluşmuş altın kavramlardır. Ve yine unutmayalım ki altın kelimeler ve kavramlar, ihanet çamuruna düşmekle değerlerinden hiçbir şey yitirmezler.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |