Sanatçının işlevsel tanımı bilinci neşelendirmektir. -Max Eastman |
|
||||||||||
|
Aslında Muhsin Bey’i donduracak derecede üşüten şey, ne havanın soğukluğu ne de karların beyazlığıydı. İşin içinde kimsenin bilmediği ve de düşünmediği başka bir şey vardı. Aslında bindiği helikopter de Keş dağına değil, başka bir yere düşmüştü. Bize anlatılanlarla yaşananlar yani tevehhümlerle gerçekler birbirinden çok farklıydı. Gerçekleri henüz öğrenmediniz ama şimdiden şaşırmaya başladınız değil mi? O halde biraz daha sabırlı olun ve yazının geri kalanını okuyun lütfen. Bir gerçeği daha buradan haykırmak istiyorum. Üşüyerek ve hatta iliklerine kadar donarak sonsuzluğa gitmiş olan milyonlarca “Muhsin” gördü bu ülke. Onlar için bir kere bile gözyaşı dökmeyenler şimdiden silebilirler sahte gözyaşlarını. Bu ülkede Muhsin/eler, yıllardan beri üşüdüler ve hala üşümeye devam ediyorlar. Kimse görmedi o Muhsinlerin dramını. Kimse acımadı onların bu dondurucu üşüyüşlerine. Muhsin Yazıcıoğlu işte o Muhsin/eler ordusundan sadece birisi ve belki de en önemlisiydi. Muhsin Yazıcıoğlu, yedi buçuk yıl boyunca çektiği hücre hapsinde de üşümüştü üşümesine ama onu asıl üşüten bu değildi. Onu asıl üşüten, değerlerine uzanan eller, bu milletin inancını her fırsatta aşağılayan, nefretten adeta buz kesilmiş o soğuk kalplerdi. Onu asıl donduran, uğrunda ölmeyi göze aldığı kendi ülkesinde, sırf inancından dolayı bir yabancı gibi gösterilmesiydi. Sadece inancından dolayı bir kısım çevreler tarafından dışlanmasıydı onu asıl üşüten. Halbuki o, canından çok sevdiği ülkesinin Alevisiyle Sunnisiyle, sağcısıyla solcusuyla birlik içinde yaşamasını arzuluyordu. Sırf bu arzuyu hatırlatmak amacıyla partisi için Büyük Birlik adını uygun görmüştü. Bu millet, adalet çatısı altında birlik olacaktı. Başörtülülerle başı açıklar, laiklerle dindarlar bir arada, barış içinde, özgürce yaşayacaktı. İşte onun asıl hayali buydu aslında. Ve onu asıl üşüten, bazı çevrelerin bu isteklere kasıtlı bir şekilde umarsız kalmasıydı. Bu milletin acısını görmezden gelip, onu “göbeğini kaşıyan adamlar, örümcek kafalılar, aptal ve cahil insanlar” olarak gören bu zihniyet üşütüyordu onu asıl. Başka hiçbir şey değil de bu milletin inançlarını her fırsatta aşağılayan düşünceler dondurmuştu onu gerçekte. Çanakkale Harbinde şehit verdiğimiz on binlerce Lise ve Üniversite mezunu gencimizin yasını hala tutarken, Sarıkamış’ta öyle ya da böyle dondurduğumuz gençlerimiz adına hala ağıtlar yakarken; ilkokuldan üniversite kapılarına kadar bin bir emek ve umutla ulaşmayı başaran milyonlarca Muhsin’i (Muhsine’yi) aşağılayarak, dışlayarak, üniversite kapılarından kovarak ne yaptığımızın farkında mıydık? Devletten dışlanmış insanlar, aslında üşütülmüş, dondurulmuş ve hatta en azından psikolojik olarak öldürülmüş değiller midir? Sarıkamış’ta, Çanakkale’de şehit olan vatan evlatları için üzüldüklerini söyleyenler, bugünün milyonlarca evladını, solcu, sağcı ya da dindar oldukları için aşağılarken bu ülkenin kaybettiği zamanın, paranın, iş gücünün, gelişmenin farkında değiller miydi? Peki bu kısır çekişmeler sonucunda Türkiye’nin kaybettiği enerjinin, paranın, aklın hesabını kim verecekti? Yazımın başında söz verdiğim gibi açıkladım Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve diğer Muhsinlerin gerçekte neden donduklarını. Umarsız bir baskı, kayıtsız bir aşağılayıcılık, empatisiz bir hor görme… Her soykırım öncesinde yaşanan o dondurucu fırtınanın ana unsurlarıydı bunlar. Milyonları iliklerine kadar üşüten ve hatta donduran ölümden daha soğuk dehşetli bir tipi… Muhsin Yazıcıoğlu da iliklerine kadar üşüdüğü halde, milletini bu dehşetli fırtınadan kurtarmaya çalışıyordu aslında. Karlar arasında muhtemelen kelime-yi şehadetlerle noktaladığı ömrünü bu amaç uğruna geçirmişti. Hadi diyelim onu ve diğerlerini kendi umarsızlığımız, hoşgörüsüzlüğümüz, sevgisizliğimiz yüzünden üşüttük. Hadi diyelim aramızdan ayrılan Muhsinler için iş işten çoktan geçti. Ama şu anda aramızda yaşayan, özgürce inanmak ve dinini yaşamak isteyen Muhsin/e/leri donmaktan kurtarmak adına hala bir şeyler yapabiliriz. Hala onları dışlanmışlığın ve aşağılanmışlığın buzul dağlarında donmaktan kurtarabiliriz. Onlara insan olmanın sıcaklığını bir kere daha yaşatabiliriz çalışmalarımızla. 29 Mart seçim sonuçları da insanlarımızın daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi istediğini açıkça ortaya koyuyor. Alevilerin, Türklerin, Kürtlerin, Dindarların, Solcuların sorunlarını kendi sorunlarımız gibi hissedip, onları üşümekten ve hatta donmaktan kurtarmamızın zamanı gelmedi mi? Sadece seçim meydanlarında onların değerlerini hatırlayıp sonrasında onları adam yerine koymazsanız, Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin çarptığı o Keş dağından ne farkınız kalır? Bu milleti donmaktan kurtarma faaliyetine Muhsin Yazıcıoğlu’nun Kuran Kursları için sunduğu yasa tasarısını kabul ederek başlayabilirsiniz. Böylece bu insana duyduğunuz saygının gerçekliğini de ispatlamış olursunuz. Ardından toplumun bütün kesimlerinin demokratik taleplerine, ülkenin birliğini ve beraberliğini pekiştirecek şekilde cevap verebilirsiniz. Bu arada Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarını taşıyan helikopterin gerçekte Keş dağına düşmediğini söylemiştim. Evet yazımı sonlandırmadan önce bu gerçeği de açıklamam gerekiyor. Muhsin Yazıcıoğlu aslında Keş dağına düşmedi. O ve arkadaşları bütün ıstıraplarıyla, çileleriyle ve de üşüyüşleriyle beraber bu milletin o tertemiz yüreğine düştüler. Alevisiyle Sunnisiyle, Türküyle Kürdüyle, Sağcısıyla Solcusuyla, aramızdan ayrılan bu çileli yüreklere ve kendi Muhsinlerimize son bir hediye verelim. Yarının Muhsin/e/leri üşümesin diye ülkemizi bir Adalet Cennetine dönüştürelim. Bütün baskıcı, aşağılayıcı ve soykırımcı düşünceleri izale ederek, bizim gibi olmayanları da anlamaya çalışarak bu dondurucu soğuktan kurtulabiliriz. Vakit kaybetmeden ülkemizin daha da adil olması, daha da ileri gitmesi için var gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Kavgayla ve nefretle geçen her saniye, gittikçe artan küresel fırtınalar karşısında bizi çaresiz bırakıyor. Kalemlerimizle, yasa tasarılarımızla, dualarımızla, çalışmalarımızla bir an önce kurtarma çalışmalarına başlamamız gerekiyor. Birkaç saniye bile geç kalmaya hakkımız yok. Adalet helikopteri KİN dağına düştü. İnsan haklarından ve hürriyetten yana çok acı sinyaller alıyoruz. Ve oralarda bir yerlerde, umarsızlık, aşağılanma, nefret fırtınalarına kapılmış koca bir Muhsin/e/er ordusu üşümeye devam ediyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |