İnsan melek olsaydı dünya cennet olurdu. -Tevfik Fikret |
|
||||||||||
|
Kendi yaptıkları açık seçik hataların farkında olmayanlar, milletin çoğunluğuna “örümcek kafalılar”, “bidon kafalılar”, “göbeğini kaşıyan adamlar”, “cahiller” vb. aşağılama içeren lakaplar takıyorlar.. Daha sonra da bu ifadelerin milleti eleştirmek amaçlı ortaya atıldığını bile öne sürüyorlar. Biz de hemen inandık. “Göbeğini kaşıyan bidon ve örümcek kafalı cahil adamlarız ya!” Biz hiçbir şey bilmeyüz, çok kıymetli süper akıllı aydınlarımız her şeyi bilür. İmanın ilk ve tek şartı “belli bazı görüşlere sahip ya da ideolojilere mensup sanatçılarımız, yazarlarımız ya da aydınlarımız asla yanılmaz..” hükmü mü olacak? Bence burada büyük bir yanlış hem de kocaman bir yanlış var. Sakın bu yazılarımı herhangi bir siyasi oluşumu desteklemek amacıyla yazdığımı filan düşünmeyin. Benim hiçbir siyasi oluşumla, doğrudan ya da dolaylı zerre kadar ilişkim olmadığını herkes bilir. Ancak bu milletin “sözde eleştirilerle” devamlı incitilen yüzde yetmişinin ya da yüzde sekseninin içinde arkadaşlarım, akrabalarım ve sevdiklerim var. Şu yüzde yetmiş, yüzde otuz ayrımcılığının neresini eleştiri kılıfı altında millete yutturabilirsiniz ki? En azından benim kafamda böyle bir ayrım yok. Görüşlerimiz, kabullerimiz birbirinden çok farklı da olsa “hakarete, zulme” uğrayan her kimse, onun yanında yer alırız.. Yazılarımız buna şahitir. Çünkü ben demokrasiyi ve özgürlükleri özümsediğime inanıyorum. Öyle “kayıtlı kuyutlu”, “şartlı şurtlu” demokrasi bozması çağ dışı yönetim anlayışını bu millet hak etmiyor. Sadece benim gibi düşünenler için özgürlük istemiyorum. Herkes benim gibi olmalı da demiyorum. Şunlara çok özgürlük, bunlara ise az/hiç özgürlük anlayışının neresi doğru, aydınca ya da bilimselce Allah aşkına? Neden bir Alevi vatandaş, ülkesiyle gurur duya duya Cemevi’ne gidip özgürce ibadet edemesin? Başörtülü bir engellinin sırf başörtüsünden dolayı bazı devlet kurumlarına sokulmaması ya da bir öğrencinin başörtüsünden dolayı ödül almasının engellenmesi neden meşru olsun? Hem bu anlayışları, uygulamaları laiklik ya da demokrasiyle nasıl bağdaştırabiliyorsunuz? İnancı, inançsızlığı, cinsiyeti, kökeni, yaşantısı ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının temel ilkelerini benimsemiş, şiddete prim vermeyen herkes özgürlüklerden istifade edebilmeli. Bu demek değildir ki ben de, benim gibi düşünmeyenlerle aynı görüşleri benimsiyorum. Benim dediğim çok açık.. Kendim için istediğimi başkaları için de istiyorum. Bizim ülkemizde bu gelişmeler yaşanırken Avrupa’da da durum ülkemizdekinden çok iyi değil tabii ki. Yeryüzünde pek de emsali görülmemiş bir kin ve nefretle “sırf kendi siyasi görüşlerini” desteklemiyor ya da “kendileri gibi inanmıyor” diye vatandaşları arasında ayrımcılık yapanlar, kendilerinden olan ayrıcalıklı tabakanın yaşantılarını kast sisteminin en üst mertebesindelermiş gibi yüceltenler, farklı görüşlere mensup olanları çeşitli yakıştırmalarla adlandıranlar, tarih önünde mesuldürler. Buda’dan, Mevlana’dan yeri geldiğinde övgüyle bahseden batılılar, şu modern kast sistemlerini hak-ı yeksan etmenin gerekliliğini biliyor olmalıdırlar. Bu kastçı görüşlere sahip ülkelerin aydınları da kendilerine, eğitilecek aşağı toplumlar bulmakta zorlanmıyorlar. Her nedense o batılı aydınların aşağıladıkları toplumlar da genellikle Türk milletinden seçiliyor. Alevi Türkleri aşağıladıkları “Wem Ehre gebührt” filmiyle bunu gösterdiler. “Camiye Hayır” diyerek bunu gösterdiler. "Kiliseleri köyde bırakıyoruz, camileri de İstanbul'da" yazılı afişlerle bu milleti aşağıladılar. Belki “göbeğini kaşıyan adam” demediler ama “Ali beni taciz etme” yazılı afişler hazırlayarak Türk toplumunu eğitme görevlerini ifa ettiler. Lars Vilks gibi aydınlar, Hz.Muhammed hakkında hakaret içerikli karikatürler çizerek Türk milletini ve Müslümanları çağdaş, uygar bir toplum haline getirmeye çalıştılar. Türk milletini aşağılamak amacıyla Atatürk’e hakaret içeren videoları Youtube sitesinde yayımladılar.. Sanki kendi yaptıkları en doğru da.. Sanki çağdaşlık onların yürek ağrıtıcı yaşantılarından ibaret de. Sanki biz onların Tanrılarına, tabularına tapmaya mecburuz da! Müslümanların ve de Türklerin, kendi değerleriyle, kültürleriyle barış içinde çağdaşlaşabileceğinin farkına varmadılar. Avrupalılar, “civilization” memurlarının önerdikleri seküler hayattan çok da mutlu olsaydılar, Mevlâna’nın, Buda’nın, Mistik Doğu Felsefelerinin peşinden giderler miydi? Şu da yanlış anlaşılmasın! Şu satırların yazarı eleştiriye karşı birisi değildir. Yapıcı olmak ve hakaret içermemek şartıyla herkes eleştirilebilir. Ve elbette şahıslar değil, onların olumsuz fiilleri eleştirilmelidir. Bu eleştiriler şahıslar incitilmeden, üzülmeden yapılmalıdır. Yoksa düşman ve nefret üretmekten başka bir işe yaramaz yaptıklarınız. Toplumu eleştirmek için yapılan genellemeler çoğu zaman gerçeği yansıtmaz ve insanları incitir. Örnek verelim; Bu ülkede kitap okuma oranı azdır diyebilirsiniz ama sadece bir kesime “kitap okumayan cahiller” diyemezsiniz. Ya da ülkemizde gazete satışları oldukça düşüktür diyebilirsiniz ama sizin gibi düşünmeyen insanların gazete okumadığını iddia edemezsiniz. “Kırmızı ışıkta geçme” yasağının olması, bu milletin çoğunluğunun bu yasağa uymadığı anlamına gelmez. Hiçbir trafik lambasının olmadığı, çoğunluğunun siyasi görüşlerinin ne olduğu belli olan Artvin ilinde, trafik kazası oranı oldukça düşüktür. Çünkü Artvinliler birbirilerinin hakkına riayet eden dikkatli sürücülerdir. Hiçbir trafik lambası olmamasına rağmen oto kontrolleri sayesinde amniyetli bir şekilde seyahat edebilmektedirler. Demek ki insanlarımız, trafik lambası olmadığında dahi kaza yapmadan araba sürebilmektedir. Bu demek değildir ki trafik lambası olmasın ya da yasaklar kaldırılsın. Ancak bu örnekler milletin bilinç seviyesini, medeniliğini açıkça gösteren olumlu örneklerdir. Bu milletle gurur duymak da boynumuzun borcudur. Şunu da unutmamak gerekir ki, ülkemizde yaşayan herkes kurallara uyuyor değildir ve eğitilmesi gereken birileri de muhakkak vardır. Toplumun tamamına nispet edildiğinde oldukça düşük bir orana sahip olan bu kesimin fertleri sağ cenahta da olabilir solda da. Yani onlar belli bir adreste değillerdir. O kurallara uymayan küçük azınlık üzerinden milletin çoğunluğunu adres göstermek insaflıca olmaz. Onların böyle olmasının sosyal, psikolojik, siyasi, ekonomik, tarihi çeşitli sebepleri de olabilir. Hatta bazı aydınların eleştiri adı altında millete lakaplar taktıkları, yine bu aydınların insanların kıyafetlerine, düşüncelerine baskı uygulanması gerektiğini savundukları bir ülkede elbette bu gibi aksaklıklar bulunacaktır. Çünkü balık baştan kokar… Ancak o aksaklıkların da tamiri bilimsel yöntemlerle yapılmalıdır. Gelişi güzel bağırmakla, toplumun çoğunluğunu töhmet altında bırakan duygusal ve siyasi genellemelerle değil. Yüzde birden fazla temsilcisi olmayan toplumdaki çok küçük bir kesimin hatalarının bütün bir millete mal edilmesi, dünya görüşleri tam da net olmayan, sağ ya da sol eğilimli olabilecek olan bu az eğitimli kesim üzerinden toplumun tamamının incitilmesi, hatta bu kesimin hatalarından yola çıkarak milletin kaderini belirleyen gelişmeleri bile töhmet altında bırakma, üstelik demokrasiyi millet fildişi kulelerdekiler gibi düşünene kadar rafa kaldırma arayışları, dikkatli nazarlardan kesinlikle kaçacak değildir. Davranışlarında yanlışlıklar ya da eksiklikler bulunan insanların tüm dünya görüşlerinin, kabullerinin hatalı olacağını düşünmek de doğru olmayacaktır. Örneğin, Einstein gibi büyük bir bilim adamının şahsi kusurlarının hiçbiri onun bilimsel görüşlerini asla küçültmez. Çocuğunuzun ya da eşinizin bir kusurunu gördüğünüzde, onları bu kusurlarından dolayı nazikçe, kalp kırmadan, yumuşak sözcüklerle nasıl uyarıyorsanız; bir öğretmenin öğrencilerine gurur kırıcı lakaplar takmasını nasıl etik bulmuyorsanız; toplumları eleştirirken de aynı kurallara uyacaksınız. Olumlu sonuç almak istiyorsanız, bunu yapacaksınız. Çocuğunuzu, eşinizi ya da öğrencinizi kendinize düşman etmek istiyorsanız, onların nefretini kazanmak istiyorsanız, bunun da yolları var elbette. Ama insan kazanmak varken neden kaybetmeye dayalı yollarda dolaşalım. Öncelikle kendi eteğinizdeki taşları dökecek, kendi kusurlarınızı göreceksiniz. Çuvaldızı kendinize, iğneyi başkasına batıracaksınız. Bunları yapmazsanız, işi kavgaya, hakarete dönüştürürseniz, sonuç düşündüğünüzün tam da aksi oluverir. Çünkü küçücük çocuklar bile ebeveynlerinin kendilerini eleştirmek için söyledikleri sözlerin hakaret içerikli olup olmadığını anlarlar. Hatta bunu bakışlarınızdan bile okuyabilirler. Bu durum böyleyken; Kollektif bir akla ve şuura sahip toplumları oluşturan fertlerin de kendilerine, toplumlarına yönelik kötü nitelemeleri anlamaları için dahi olmalarına gerek yoktur. Bilimsellikten uzak genellemeler yaparak toplumun büyük bir kesimini üzücü lakaplarla etiketlemek eleştiri değildir. Toplumun fiillerine değil de şahs-ı manevisine yönelik bu gibi nitelemeler, ne kadar iyi niyetlerle yapılırsa yapılsın, toplum vicdanında makes bulmayacaktır. Çünkü toplumun fiilleri eleştirilmemiş, bizatihi toplumun kendisi çeşitli etiketlerle, subjektif değerlendirmelerle mahkum edilmiştir. Hem de bu gibi ağır suçlamalar, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan hassas zamanlarda yapılmaktadır. Asıl acı olan ve dikkatlerden kaçmayansa budur.. Bu çeşit bir eleştirinin sınırları ise yoktur. Gün gelir “istediklerini söyleyenler, istemediklerini işitirler” Tabii ki biz yine de o yazarların, sanatçıların niyetlerinin iyi olduğunu düşünelim, su-i zan etmeyelim. Milli birlik ve beraberliğimizi bozacak olumsuz söz ve davranışlardan kaçınalım. Sanatçılarımıza, aydınlarımıza yine de saygıyla yaklaşalım. Elbette milletin içinden birileri çıkacak, onlar da toplum namına, toplumun kırgınlığını, incinmişliğini dile getireceklerdir. Sadece toplumun çoğunluğuna değil azınlıkların da düşüncelerine tercüman olacaklardır. Bu işi şiddetle, hakaretle değil tamamen insancıl, medeni ve demokratik yöntemlerle yapacaklardır.. Muhataplarına lakaplar takmadan, onları aşağılamadan, onlara hakaret etmeden… Hâsılı kelam; Hakarete varmayan eleştiri eğiticidir. Milletlerine lakaplar, etiketler takanlar, günün birinde yabancılar tarafından da aynı lakaplarla anılacaklardır. Çünkü onlar da etiketledikleri o milletin bir ferdidirler. Milletin çeşitli lakaplarla etiketlenmesine karşı olanlar, milleti arkasına alan dalkavuklar değildir. Onlar, görmek istemediğiniz, bir türlü kabul edemediğiniz Anadolu insanlarıdır. Çünkü neredeyse beş yüz yıldır sürekli cahil, kaba, bir şey bilmez gösterilen millet, narkozun etkisinden uyanmış ve bu tahkir içeren sözlerin derin acısını birden bire hissetmiştir. Başka yerde aramayın! Milleti savunanlar, Milletin tam da kendisidir…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |