Eğer bir kelebeği sevebiliyorsak, tırtıllara da değer vermemiz gerekir. -Antonie de Saint-Exupery |
|
||||||||||
|
Ayol ben boşuna bayılmışım. Arabamız çalınmamış. Amca oğlumuzun yardım sever oğlu, benzin almaya gitmiş. Şöyle okkalı bir tokat atınca eşim, ayılıyorum. Bedava eşyaları almak için Tunceli’den ayrılıp Sivas’a doğru çıkıyoruz yola. Şehre girmek üzereyken, büyük oğlanın cep telefonu çalıyor. Bizim amca oğlu arayan. Ne vefakâr, ne cefakâr bir akraba. Şakıyor bülbül gibi: - Müjdemi isterim yeğenim. Devlet - ay pardon iktidar partisi- Mudurnu’ya yardım dağıtıyor. Çabuk geri dönüüüün, yetişiiiiin. Bizim oğlan ani bir fren yapınca, yüzümüz arabanın camına yapışıyor. Bedava eşyanın sevincinden dolayı, yüzümüzün acısını falan duymuyoruz. Hakikaten de “ Bedava sirke baldan tatlıymış.” Ben inanamıyorum bir türlü Mudurnulular’a bedava eşya dağıtacaklarına. Diyorum ki: -İnanmayın, yalandır . İktidar partisinin oylarını tırtıklayacak Mudurnu doğumlu belediye başkan adayı yok ki rakip partiden. Ne diye Mudurnu’ya yardım dağıtsınlar? Yoksa Mudurnu’da Karayalçın’ın akrabaları var da biz mi bilmiyoruz? Derken birden Kılıçdaroğlu’nun yüzü gözümün önüne geliyor. Diyorum ki: - Valla Kılıçdaroğlu, bizim yörenin insanına çok benziyor. Belki babası Mudurnulu, ya da annesi. Bu sebeple, Mudurnulular oylarını Kılıçdaroğlu’nun partisine vermesinler diye yardım dağıtıyorlardır. Bu kez de küçük oğlan salak salak fikir yürütüyor: - Anne! Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi, yoksa Ankaralı mı? - Saçmalama salak oğlum, diyorum. Yardım, Ankara’ya değil Mudurnu’yaymış. Devam ediyor bizim akılsız: - Olsun anne. Ankara, bizim sınır komşumuz. Ha Ankara, ha Mudurnu…. İşte tam bu sırada şöyle okkalı bir tokat atıyorum oğluma. Çok sinirleniyor. - Anne, bugüne kadar bana elini gölgelendirmedin. Neden bana tokat atıyorsun? Ben çocuk muyum? Rüya bu ya, tam bu sırada ellerim büyüyor kürek gibi, parmak uçlarımdan dikenler çıkıyor adam boyu. Dönüyoruz gerisin geri. İstikamet, Mudurnu. Yardımı kaçırmayalım diye süratle gelirken, başlıyor arabanın ön kaputundan duman yükselmeye. Araba su kaynatmış meğer. Uğraş bakalım, arabanın orasını burasını kurcala bakalım. Yok, çalışmıyor meret. Arabayı tamirciye götürmeye zaman yok ki, bedava eşyalar gene tükenecek biz varıncaya kadar. Diziliyoruz yolun kenarına. Yanımızdan her araba geçişte “ Mudurnu Mudurnu !” diye bağıyoruz. Bir otobüs duruyor sonunda. Arabayı yol kenarında bırakıp, otobüse atlıyoruz. Rüya bu ya, yol sanki iplik gibi. Ve biz, her an kopabilecek kadar ince bir ipin üstünde ilerliyoruz. Yorgunluktan uyuyup kalıyoruz hepimiz otobüste. Bedava dağıtılan keklerden, meşrubatlardan haberimiz olmuyor. Bizim küçük oğlan basıyor yaygarayı: - Ulan, ne şansızız biz ya! Bir gün olsun, bedava bir lokma geçmeyecek mi boğazımdan? Ne kadar zaman geçiyor, bilmiyorum. Bir el dokunuyor omzuma: - Teyze, uyanın. Mudanya’ya geldik. - Ne ? Mudanya’ ya mı geldik ? Ay Mudanya’da da yardım dağıtıyorlar ? İşte şimdi yaşadık. Arabanın muavini : - Ne yardımı, ne yaşaması ? Rüyamın burasını tam seçemiyorum ama galiba muavin, bizi Mudurnu’ya değil de Mudanya’ya gidiyoruz sanmış. Anlatıyoruz olayı. Diyor ki muavin, sigaranın dumanını yüzümüze üfürerek: - Yani bedava mezar bulsanız, gireceksiniz. Bedava eşya için Mudanya’ya gelinir mi? Biz bu salak muavinle anlaşamayacağız anlaşılan. Ayrılıyoruz oradan ve Bolu otobüsüne biniyoruz. Eşim yolda cep telefonundan komşumuz Asuman Hanım’ı arıyor: - Biz eşya yardımına yetişemezsek, bizim yerimize siz alın bedava eşyaları, bizim eve taşıyın. Anahtar paspasın altında. Uzun bir yolculuktan sonra, geliyoruz Mudurnu’ya. Vakit gece yarısı. Herkes uykuda. Yıldızlar parlıyor gökyüzünde.Sanki sevincimizi paylaşıyorlar. Heyecanla, kapımızın anahtarını çeviriyoruz. Bu arada ben de, koltuklar ne renk acaba diye merak ediyorum; buzdolabı inşallah parmak izi bırakmayan cinstendir diyorum. İçeri girince bir de ne görelim? Ev tamtakır, kuru bakır. Rüya bu ya; hırsız girmiş eve, olanı biteni alıp gitmiş. İşte tam bu sırada ben kendimi yerden yere atıyorum. Hırsızlar, kaplama halıyı bile söküp götürmüşler. Olan hızımla kendimi yere atınca; başımı çarpıyorum küt diye. Çok canım yanıyor. Bu acıyla uykudan uyanıyorum. Bir bakıyorum, sıcak yatağımdayım. Ama ter içinde kalmışım. İstemeden gördüğüm bu rüyadaki kimliğimden utanıyorum, sanki gerçekmiş gibi. Gerçek yaşamımda oyunu satan karaktersiz bir seçmen olmadığım için Allah’a şükrediyorum. ( Bitti.)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |