Avukatlar da bir zamanlar çocuktular herhalde. -Charles Lamb |
|
||||||||||
|
Sağcısıyla solcusuyla, bu haberi duyunca hepimiz kahrolduk.. Çocuklar, kadınlar ve de erkekler cayır cayır yandılar.. Dokuz canın öldüğü meşum olayda altmış kişi de yaralandı.. Almanya'nın Ludwigshafen kentinde yaşanan bu olay umarız bir an önce çözüme kavuşturulur.. Umarız bu olayın arkasından ırkçı bir örgüt çıkmaz. Çünkü böyle ırkçı bir olayın gerçekten yaşanmış olması Almanya’nın özgürlükçü ve demokrat yüzünü lekeleyecektir. Özgürlükler ve demokratik haklar ülkesi olarak tanıdığımız Almanya’nın bu şekilde lekelenmesi sadece Türkleri değil tüm dünya insanlarını üzecektir. Solingen kentinde 29 Mayıs 1993 tarihinde meydana gelen ve aynı aileden 5 Türk'ün ölümüyle sonuçlanan yangını da hatırlamadan edemedik. O gün milletçe ne kadar üzüldüğümüzü yeniden anımsadım. O yangınlarda vefat eden bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun. Almanya’nın dışardan görünüşü böyle.. Irkçı Nazilerin geleneklerini, adetlerini, inançlarını bir türlü kabul edemedikleri Türkleri aşağılama, yok etme, her türlü baskıyla yıldırma çabaları süratle devam ediyor. Alevileri ve dolayısıyla tüm Türkleri üzen o iğrenç filmi unutmadık. Ya da Türkleri aşağılamak için kurulan o partiler, hazırlanan o afişler daha belleklerimizden silinmedi. Demokrat ve özgürlükçü Almanlar, bu ırkçı hareketlere asla prim vermiyorlar. Türklerin ve Müslümanların hak ettikleri özgürlüklere kavuşmaları için mücadele ediyorlar. Almanya’da demokrat Almanların başını çektiği büyük bir özgürlük cephesi de mevcut çok şükür. Bu özgürlükçü hareketlerin temsilcilerine her zaman şükranlarımızı sunduk, yine de sunuyoruz. Belki de o Naziler, bu hareketleriyle Alman ulusuna hizmet ettiklerini sanıyorlar. Bu hareketleriyle belki de Almanlık onurunu ve şerefini kurtardıklarını düşünüyorlar. Ancak yaptıkları düşündüklerinin tam da tersi maalesef. Çünkü başkalarının özgürlüğünü engelleme çabaları, terör faaliyetleri, ırkçı eylemler, baskılar, asla ve asla bir milletin onurunu kurtarmaz. Yani bu gibi eylemler, yaşandığı ülkeyi, o ülkenin insanlarını yüceltmez, aksine küçülttükçe küçültür. Hiçbir aklı başında Alman’ın bu gibi iğrenç eylemlerle anılmak isteyeceğine, bu gibi özgürlük düşmanlıklarını benimseyeceğine inanmak istemiyorum. Bugünlerde güzel ülkemiz Türkiye’miz de benzeri imtihanlardan geçiyor. Hani başta Almanya’daki yangını duyunca “ Sağcısıyla solcusuyla, bu haberi duyunca hepimiz kahrolduk” demiştim. Hiçbirimiz bu acı olayda ölenlerin türbanlı mı, türbansız mı, başörtülü mü, başörtüsüz mü olduğunu düşünmedik. Sadece ve sadece üzüldük. İşte bu bizim Türk olan hatta insan olan yanımızdı. İlgili haberi http://www.haber3.com/photo-gallery.php? pg_galleries_id=1933 internet adresinde okurken yangın anında çekilmiş fotoğrafları da inceleme imkanını buldum. Binanın balkonlarında, yangının alevlerinden kurtarılmayı bekleyen onlarca kadının, çocuğun varlığı dikkatimi çekti. Bu kadınların bir kısmı başörtülü ya da türbanlıydı. Bir anda eğer duyduklarım doğruysa “derslerine girecek olan başörtülü öğrencilere zayıf not vereceklerini” ilan eden öğretim üyeleri geldi aklıma. Acaba bu ayrımcılığı yapacaklarını ilan eden insanlar, rektör ya da öğretim üyesi olmasaydılar da itfaiyeci olsaydılar, böyle bir yangında ne yaparlardı diye sordum kendime.. Acaba böyle bir yangında da ayrımcılık yaparlar mıydı insanları kurtarırken? Sonra bu rektörlerin ayrımcılık kokan ifadelerine destek veren bazı tabiplerin konuşmaları geldi aklıma. Ya onlar başörtülü, türbanlı hatta çarşaflı bir hasta ile karşılaştıklarında ne yapacaklardı? Yeniden bir büyük deprem yaşasak (Allah korusun) yaralıları kurtarırken başörtülü, çarşaflı ya da türbanlı ayrımı yapılacak mıydı bazı kesimlerce? Ben şahsen bu aydınlarımızın anlık öfkelerle konuştuğunu düşünüyorum. İnanıyorum ki yanlışlıkla ağızlarından kaçırdıkları o ayrımcı ifadelerin hiçbirini uygulamayacaklar. Çünkü o değerli hocalarımız görüşleri her ne olursa olsun insanın değerini, insan haklarının ve özgürlüklerinin önemini kavramış insanlardır. Medyada yayılan o ayrımcılıkları, haksızlıkları fiili uygulamada gerçekleştireceklerine inanmıyorum. Çünkü onlar bu milletten aldıkları maaşa asla ihanet etmezler. Görüşleri her ne olursa olsun yetişmeleri kolay olmayan bu hocalarımız karşısında yine de saygıdan, hürmetten uzaklaşılmamalı diye düşünüyorum. Kimsenin bu değerli bilim adamlarından intikam alma arayışı içinde olmaması gerektiği de bir gerçektir. Kimsenin de böyle bir arayış içinde olmadığına inanıyorum. Kendilerinden farklı dini bir yaşam seçmiş insanların bu inancın sembolü olan kıyafetlerini aşağılayanları, hatta yakanları da gördük televizyonlarda. Peki bu nefretin sonu nereye kadar varacak? Bunun bir sınırı olacak mı? Almanya’daki ırkçı saldırıların faillerini bulduk diyelim. Peki sizce Türkiye’de her geçen gün daha da gerilen şu ortamda, çarşaflı, türbanlı ya da başörtülülerin sözlü ya da fiili saldırıya uğramalarının sorumluları kimler olacak? Almanya’daki acı olayların sorumlularının cezalandırılmasını beklerken ülkemizde gerçekleşecek feci olayların sorumlularını alkışlayacak mıyız? Üniversitelerde başörtüsüne özgürlük isteyenler mi yoksa o kıyafetleri aşağılayanlar ya da yakanlar mı sorumlu tutulacak? Evet ciddi korkularım var.. Türkiye’de birileri durmadan, baskıcı, özgürlük karşıtı söylemlerle hatta aşağıladıkları insanların kıyafetlerini yakmaya varan eylemlerle, diğer bir kesimi ezmeye, öcü göstermeye, onlar hakkında nefret duygularını körüklemeye çalışıyor. Dışardan bakınca bu vahim gerçek açık ve seçik görülüyor. Bu yanlış sözlerin ve eylemlerin yeni bir Madımak ya da yeni bir Solingen doğurmayacağını kimse iddia edemez. Madımak olayları ne kadar insanlık dışıysa, Solingen vahşeti ne kadar zalimceyse, bu yeni gidişat da o kadar acı ve dehşetli olayları doğurmaya gebe gibi görünüyor. Kabul edemediğimiz ötekini içselleştiremezsek, yüreğimizde, aklımızda bir yerlere oturtamazsak, bu durumda ötekini yok etmeye çalışırız. Ötekiler hakkında bazı liderlerin körüklediği nefret ve düşmanlık kıvılcımları, kısa bir sürede maddi; manevi yangınlar doğurabilir. Bence asıl önemli mesele budur. Ya özgürlüklerin, demokrasinin tarafında yer alacaksınız ya da yaydığınız nefret kıvılcımları sayesinde nice ocakların sönmesine, canların yanmasına, genç kızların, annelerin ve babaların ağlamasına sebep olacaksınız. Evet nefret tatlıdır ve yok etmek, tahrip etmek çok kolaydır. Eğer nefreti yayarsak, bugün yüreğimizi yaralayan Irkçı Nazi saldırıların benzerleri ülkemizde de yaşanacak. Yaşanması muhtemel acı olaylardan, nefreti yayanların tamamı istisnasız tamamı sorumlu olacaktır. Özgürlüklerine kavuşamayan milyonların ahları elbette birilerini tutacaktır. Bunu görmek için öyle koca koca kitaplar okumaya gerek yok. Hitler yola çıkarken kendisini haklı olarak görüyordu. O ulusu için savaşan, mücadele eden bir kahramandı. Sadece ve sadece ulusunun çıkarlarını düşünüyordu. Onun da kendine göre haklı sebepleri vardı. Ancak onun eylemleri, hatta sözleri insanlığın vicdan mahkemesinde yargılandı ve ebediyen unutulmaya mahkum edildi. Sanki ne o Hitler yaşamıştı, ne de onun o asil, ari ırktan olan kahraman Es Esleri dünyaya gelmişti. Bugün de Hitlerliğe ya da Es Esliğe özenenler elbette vardır. Hem de bu tür insanlar dünyanın her tarafında vardır. Ancak Hitler olmak ya da Es Esliğe özenmek hiç kimseyi haklı çıkarmaz. Hak her zaman için özgürlüklerin yanı başındadır. Özgürlükleri yok etmek için mücadele edenler, tarih mahkemesinde her yargılandıklarında yokluklara, unutulmalara mahkum edilmişlerdir ve edileceklerdir. Evet sevginin bedeli ağırdır ve yapmak, tamir etmek oldukça zordur… Bizim gibi olmayana saygı duymak, onun isteklerini anlamak, ona sevgiyle yaklaşmak kolay değildir. Bizim gibi olmayanın inançlarını, ibadetlerini ve de düşüncelerini özgürce savunup yaşayabilmesini arzulamak zor iştir. Ancak bütün bu zor işler sevginin, hoşgörünün, birliğin, beraberliğin olmazsa olmazıdır. Ailemizde bile baskıyla, yıldırmayla ya da yasaklarla halletmeye çalıştığımız işlerin hangisinden bir verim alabilmişizdir. Sigara içmemesi için dövdüğünüz, bağırdığınız, kızdığınız çocuğunuz biraz ileride sigarasını tüttürüyordur. Bazı eksikliklerinden dolayı devamlı aşağılanan, kendisini özgürce ifade etmesine fırsat verilmeyen eş, kocasından içten içe nefret ediyordur. Gece gündüz, kendisi için hayatı zindana çeviren o adamdan intikam alma arayışı içindedir. Bütün konuşmalarında Yaradan’ın engin hoşgörüsünden ve bütün kullarını cennete sokarak onları mutlu edeceğinden bahseden bazı insanlar, neden kendileri gibi düşünmeyenler için hayatı cehenneme çevirmek isterler ki! Milyonlarca insan, baskılardan memnun olmadığını, özgürce giyinmek istediğini söylüyor. Birileri de bu özgürlük taleplerine baskıcı, yasaklamacı cevaplar veriyor. Özgürlüğe ihtiyacı olup olmadığını bilecek olan özgürlüğü isteyenin tam da kendisidir. Onun haricinde onun kıyafetini, inancını belirlemeye kimin hakkı vardır? “Sen ne istersen iste bunların hiçbiri önemli değil ya benim istediğim gibi olacaksın ya da yok olacaksın” anlamına gelen sözler, eylemler sevgiden, birlikten, beraberlikten sonsuz ölçekte uzak sözler ve fiillerdir. Bu durumda yapılacak iş basittir. Herkes diğeri için empatide bulunacak. Bir de Almanya örneğine bakacağız. Kendinizi hangi kesime daha çok yakın görüyorsunuz? Dokuz vatandaşımızın cayır cayır yandığı binanın karşısındaki duvarlara hiç çekinmeden “Pis Türkler, sizi gebertmek lazım' yazan Nazilere mi, yoksa zalimce yakılan Türklere mi? O Naziler de kendilerine göre haklı gerekçelere sahip. Onlar ülkelerinin Türkleşeceğinden ya da Müslümanlaşacağından korkuyorlar. Ancak bu kendilerince haklı buldukları korkular, yaptıkları baskıları, zulümleri gerçekten haklı çıkarır mı? Hepimiz bu soruyu kendimize sormalıyız. Elbette herkes düşüncesi, ideolojisi ya da inancı için mücadele edecek. Ancak bu mücadele asla şiddeti doğurmamalı. Vereceğimiz mücadele, demokratik ve yasal sınırlar içersinde kalmalı. Başörtüsüne öyle ya da böyle karşı olanlar elbette fikirlerini özgürce söyleyecekler ancak bu söylemler demokratik kurallar çerçevesinde ifade edilmeli. Sırf başörtülü olduğu için insanları potansiyel suçlu gösterme, onların nefret edilmesi gereken varlıklar olduğunu ima etme uygulamalarına girilmemeli. Elbette başörtülüler de aynı söylem ve eylemleri başı açık bayanlar için gerçekleştirmemeli. Yani söylemlerimiz ve eylemlerimiz, toplumu bölmemeli. Toplumsal huzuru ve barışı ancak böyle muhafaza edebiliriz. Güzel ülkemiz Türkiye'nin birlik ve beraberliğini ancak böyle sağlayabiliriz. Seçim bize ait.. Ya nefreti, bölünmeyi ve yangınları seçeceğiz ya da bizim gibi olmayanlara saygı gösterip onları anlamaya çalışacağız. Şunu unutmamalıyız.. Bütün seçimlerimizin sorumluluğu bize ait.. Yaptığımız tercihlerin doğuracağı sonuçların sorumluları da biz olacağız. Ben sevgiyi, birlik ve beraberliği seçiyorum.. Yeni Madımaklar ya da Solingenler olsun istemiyorum.. Atatürk'ün de istediği 'Yurtta barış, dünyada barış' ideali ancak böyle gerçekleşebilir.. Bence herkes bu yaşanan gelişmeleri bir de böyle okumalı. Herkes biraz fedakârlıkta bulunmalı. Özgürlüklerini elde edenler başkalarının özgürlük alanlarını ihlal ederlerse onların da karşısında olunmalı. Özgürlüğümüz, başkasının özgürlüğünü sınırlayacak kadar sınırsız olamaz. Hiçbir başı örtülü bayan, kendisi gibi giyinmeyen bir bayanı aşağılayamaz. Kendisi gibi olmayana baskı uygulayamaz. Bunu yapanlar olursa elbette yasalar onları da cezalandıracaktır. Ancak gerçekleşmeyen bir olayın sadece hayalimizde canlandırdığımız gerçekleşebilme ihtimalinden dolayı bizim gibi olmayanlara gerçek, canlı ve sürekli baskılar uygulamaya hiçbir zaman hakkımız yoktur. Korkular, şüpheler hiçbir baskı ya da zulüm için gerekçe olamaz. Korkuların ve şüphelerin gerçekmiş gibi algılandığı bir dünya, kavgaların, kinin, nefretin ve düşmanlıkların cirit attığı bir dünyadır. Bu dünya yaşayanları için adeta cehnenneme dönmüş bir dünyadır. Ülkemizi cennete çevirmek için beraberce, dostça ve kardeşçe yaşamasını öğrenmeliyiz.. Nefretin değil sevginin tarafında yer almalıyız.. Bizim gibi olmayanları anlamaya çalışmalıyız.. Unutmayalım ki, ne ekersek onu biçeceğiz.. Umarım kin, nefret ve düşmanlık ekip yeni Solingenler biçmeyiz. Umarım nefreti yayarak geleceğin dünyasını bir cehenneme çevirmeyiz..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |