Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
“MARS’TA SU BULUNDU” “MARS'TAKİ MAĞARALAR” “MARS’TA BÜYÜK BİR BUZ KÜTLESİ BULUNDU” ve benzeri şekilde sürüp giden haber başlıkları.Hatta bu haber başlıkları bâzen traji-komik bir hal bile alabiliyor.Bir gün farklı diğer bir gün farklı başlıklar.Bir gün önce “Mars’ta su bulunduğu” ifâde edilirken diğer bir gün “bu bulunan maddenin su olmadığı” ifâde ediliyor.Bu yüzden kime inanacağımızı şaşırmış durumdayız.Bu nokta da bilim de inandırıcılığını yitiriyor ve âdeta bir inanca dönüşüyor.Bilim adamları aralarında konuşuyorlar: -Mars’ta su bulunduğuna inanıyorum ben.. -Bana göre su yok Mars’ta..Eğer Mars’ta su olsaydı herhalde orada dünyadakine benzer canlı organizmalar da olacaktı.. -İyi ama bizim o canlıları bulamamamız Mars’ta hayat olmadığını göstermiyor ki. -Fakat ben böyle inanıyorum.. -İyi öyleyse ben de böyle inanıyorum.. Tabii ki herkesin inancına, felsefesine saygımız sonsuz.Sanırım bilim ilerledikçe kesinlikler de azalıyor.Ainstein fiziği yerini Kuantum Fiziğine bırakıyor..Shrodinger’in Kedisini bilmeyen kalmadı.Bilimin içeriğinde olan şüphe ve sorgulama eğilimi belli bir ölçekte akıllara şifa veriyor.Ancak bu şüphe eylemi, sınırlarını aştı mı, dine, inançlara yöneldi mi bu şifanın yerini ruhsal bunalımlar ve hatta bu bunalımlar sonucunda ortaya çıkan intiharlar alıyor.Demek ki şüphe ve sorgulama bilime has kaldığı müddetçe faydalı bir eylem. Fakat bilimsel bulguların da doğruluğu artık sâbit olduktan sonra bu bulgulardan şüphe duymak da obsesif bir vâkıa.Yâni dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü ortaya koyan bulgular o kadar kesindir ki bu gerçekten şüphe duyma ve bu şüphenin sonucunda psikolojik travmalar geçirme olağandır.Pek çok gerçek bilim adamının hayatında da bu tür ruhsal abartılar mevcuttur.Elbette itidâli muhazafa edenler her zaman muhakkak vardır.Ancak şunu da söyleyelim ki bilim biraz da toplum tarafından “delice, çılgınca” olarak adlandırılan düşüncelerin, teorilerin yüreğinde çarpıyor.Ve bu teorileri ortaya atanlar da “deli, çılgın” olarak adlandırılıyor.Kimse şunu anlamıyor: “Bilimin görevi zâten var olanı söylemek değildir, bilim sıra dışının tercümanıdır.Kabul edilen bilimsel gerçekler sorgulandıkça eğer doğruysalar, bu gerçek kabul edilenlerin kesinlikleri daha da sâbitleşir, yanlışsalar, yine korkmaya gerek yok, doğrular ortaya çıkmış olur.” Ancak tehlikeli bir sınır vardır ki bu sınır asla aşılmamalıdır.Bilim dinden elini çekmelidir.Bu alan ayrı bir ihtisas alanıdır ve bilim adamlarının bu konuyla ilgili bilimsel bulgu bulmalarına imkân yoktur.Çünkü dinin öngördüğü gerçekler fizik ötesi gerçeklerdir.Elbette bu gerçeklerin doğruluğu ya da yanlışlığı aklen, mantıken ortaya konabilir ama bu ilmin konusudur, bilimin değil.Elbette her insan bilimi kendi inancını takviye etmek adına kullanabilir.Ancak inancını bilimmiş gibi gösterip insanların inançlarının yanlışlığını asla ortaya koyamaz.Mars’ta hayat olup olmadığı konusunu bile tam kesin bir şekilde ortaya koyamayan bazı bilim adamları, sonsuz boyutlu ve hacimli şu varlık alemlerinin neresini görmüşler ve de ihata etmişler ki “dinlerin savundukları gerçekler kesinlikle yalandır” diyebiliyorlar.Ancak bu ihatanın imkansız olduğu da ortadadır.Günümüzde bile gün geçmiyor ki bugüne kadar keşfedilmemiş bir bitki, bir hayvan türü keşfedilmesin.Nerde kaldı ki sonsuz boyutlu âlemlerde neler bulunup bulunmadığı gerçekten bilim tarafından bilinebilsin.Bu durumda da insanlar dinin, felsefenin yorumlarına muhtaçlar. Ancak tabii ki konu Mars olunca işler biraz değişiyor.Bu gezegende bizler gibi canlı, biyolojik organizmalar var mı yok mu sorusu kafaları kurcalıyor.Bir bilim adamının dediğini diğer bilim adamı yalanlıyor.Ya da kasıtlı olarak bir gün başka, diğer gün başka haberler toplumun gündemine getiriliyor.Hatta bâzı bulgular öyle büyütülüyor ki!Bu bulgulara karşı toplumun yorumu şöyle: “Mars’ta yedi adet yer altı mağarası bulunmuş.Yakında bu mağaralardaki kış uykusuna yatmış Mars ayılarının, acayip şekilli yarasaların yaşamakta olduklarını da duyarız.Ancak bu haberin ertesi gün yalanlanacağına eminim.Yine bir başka haberde Mars’ta dev buz kütlelerin bulunduğu ifade ediliyor.Bu buz kütlelerinin %90’ı suymuş.Yakında Mars Buz Kayağı turizmi canlanırsa sakın şaşırmayın.” Amerika’nın, güçlü devletlerin Mars’la neden bu kadar ilgilendiği de ortaya çıkıyor.Sanırım dünyadaki su olanakları tükendiğinde bu buzlar eritilerek kullanılacakAslında değerlendirilmesi gereken bir potansiyel buradaki buz kütlesi.Biraz da dünyamızın berrak su kaynaklarına dikkatlerimizi yöneltsek, onların kurumasını önlemeye çalışsak.Onların değerini anlasak..Ve bir ihtimal daha var.Bu gezegende değişik mâden rezervleri olabilir.Sanırım Amerika bunlardan da istifâde etmek istiyor.Irak’ta onca askerinin ölümünü petrol için göze alan Amerika, Mars’a bu denli önem veriyorsa bir bildiği ve de kazanacağı bir şeyler vardır.Amerika kıtasının ilk sâkinlerini hatırlayın.Seyrettiğimiz western filmlerinde altın bulabilmek için devamlı oradan oraya göçüp giden Amerikanın ilk göçmenlerini bir hatırlayın.Post-Modern sömürgeciler şimdi de gidip Mars’ı sömürecek.Umarım orada Kızılderililer benzeri katledilecek canlılar bulamazlar.Şu gerçeği de unutmamak gerekiyor.Mars’ı, Ay’ı ele geçiren dünyayı da ele geçirmiş demek.Bu gezegenlerden, uydulardan yapılacak bir saldırı ile dünyanın istenilen bölgesi anında yok edilebilir.Bir de bu durumun psikolojik etkisi var.Göklerin kapılarını açan güçler, buradaki birkaç gezegeni ele geçiren güçler insanlığa bir mesaj veriyor: “Biz dünyayı da, sizin memleketinizi de çok kolay ele geçirebiliriz.Hareketlerinize dikkat ediniz!” Peki Türkiye ne yapıyor uzay araştırmaları alanında?Sanırız Tubitak daha yeni yeni ciddi faaliyetler, projeler hazırlamaya başladı bu konuyla ilgili.Fransızların yardımıyla uzaya gönderilen Turk-Sat uydularını hepimiz biliyoruz.Yine NASA’da çalışan pek çok Uzay Bilimcimizin olduğu da âşikârdır.Film sektöründe de “uzay” temalı filmler animasyon teknolojisinin de yardımıyla çokça çevrilmeye başladı.Üstelik bu filmlere halk da desteğini veriyor.Yâni insanımızın zihninde uzaya çıkma düşüncesi şekillenmeye başladı.Yine bazı Bilim-Kurgu kitaplar da Türk insanına acaba biz de “Aya, Mars’a” çıkamaz mıyız dedirtti.Mesela ben bile “Göksel İhtilal” adlı roman denememde Türkiye uygarlığına Mars’ta koloniler kurdurtmuştum bir keresinde.Demek ki bu alanda yapılacak çalışmaların beklentisi içinde insanlarımız. Artık Mars’la ilgili ya da diğer gezegenlerle ilgili haberleri bizzat kendimiz gidip kaynağından öğrenmeliyiz.Kendi uydularımızı uzaya göndermeli ve Mars yüzeyinde bir an önce bizler de keşifler yapmalıyız.Çok geç kaldığımızın farkındayım ama zararın neresinden dönülürse kârdır bildiğiniz gibi.Bu uzay fetihlerini yapmadan da biz güçlüyüz, büyüğüz edebiyatına girmemeliyiz.Gündemimiz o kadar basit ki birkaç olumlu örneğin dışında önümüze olumlu gâyeler koyan yok.İnsanların inançlarını değiştirmek, yüksek makamlardaki yüksek görevleri bırakıp da moda belirleyiciliğine soyunmak, insanlar için sâbit kıyafetler, değişmez fikirler buyurmak bizim için en önemli görev. Peki Mars’a ne zaman gideceğiz?Kendi arabamızı ne zaman yapacağız?Kendi bilişim sistemlerimizi, programlarımızı ne zaman üreteceğiz?Türkçemizin dünya dili olması adına neler yapacağız?Üniversitelerimizdeki eğitim kalitesini nasıl arttıracağız?Noel Baba sektörünün gönüllü tüketicileriyiz de Nasreddin Hoca’yı ne zaman evrenselleştirebileceğiz? Bu ve benzeri sorular biliyorum canımızı sıkıyor biraz ama işte asıl gündemimiz bunlar olmalı bizim.Bırakalım herkes istediği gibi inansın, istediği gibi giyinsin.Ancak herkes bir ülkü etrafında birleşsin.Güzel ülkemiz Türkiye’mizi dünyanın en güçlü, en müreffeh, en ileri ülkesi yapalım.Birbirimize saygı duyalım ve el ele çalışarak sonuçta elde edilecek meyveleri de beraber, hakça, âdilce yiyelim. Ve bir gün Mars’a gittiğimizde orada ne bir mağara, ne de bir buz kütlesi bulduğumuza sevinelim.Asıl bizi sevindirecek olan, bizim için bayram günü olacak gün kendimizi, öz benliğimizi bulduğumuz gün olacaktır.Kendini bulmuş olan bu milleti tek bir hedefe kilitlediğimiz an bütün kapılar bize açılacaktır. Evet şimdi Türkiye gözlerini biraz da göklere dikmelidir.Uzayın derinliklerinde yapılacak fetihler maddi harcamaların dışında bedel olarak kan da istemiyor.Getireceği kazançlar ise oldukça fazla.İleride uzayın en gizli köşeleri de parsellendiğinde bizler hayıflanıp duracağız, pişman olacağız.Ancak son pişmanlık asla fayda vermeyecek.Üstelik böyle ulvi gâyeler vatanımızın, birliğini, bütünlüğünü de sağlayacak. Bütün yürekler TUBİTAK uzay üssünden uzaya fırlatılacak olan Uzay Aracı ile birlikte çarpacak.Mars’ın kıpkızıl yüzeyine Gökadamlar tarafından dikilecek olan Ay yıldızlı al bayrağımız da sevincimizi bir kat daha arttıracak.TRT ekranlarından bu güzel anı alkışlar, gözyaşları eşliğinde seyredeceğiz Ardından Mars’ın uygun bölümlerinde yaşam platformları oluşturulacak. Sanırım bu adam biraz fazla uçtu diyorsunuz.Ancak birileri hayal âleminde biraz fazla uçacak ki ilerlemeler, gelişmeler olabilsin.Hayal etmekten korkmayalım.Artık bizleri yönetenler için çıtayı yükseltelim: “Mars’ta koloniler kurmak istiyoruz” diyelim. Bilim adamlarına seslenelim: “Haydi artık ışınlanma cihazını bulun!” diyelim. Doktorlarımıza soralım: “AIDS’in çaresini bulmak için neler yaptınız?” Kavga ve çatışma peşinde koşanlara: “Bu milletin başarılara ihtiyacı var.Kısır çekişmelerle, sanal kavga ortamlarıyla bu milletin gücünü boşu boşuna harcamayı bırakın artık.” diyelim. Bu başarıların gerçekleşmesi için gerekli ilk adımı hemen atalım isterseniz.En yakınınızdaki Kitapçıya gidin ve ilginizi çeken bir kitabı okumaya başlayın. Her başarının bir bedeli var değil mi? Mars’a koloniler kurma ülkümüzü hayal olmaktan çıkarmanın yolu ise kitap okumaktan geçiyor. Kim bilir bir on yıl sonra Mars’ın “Yedi Uyurlar Mağarası” adını verdiğimiz bir mağarasında inşa edilmiş bir yaşam platformunda, bu gezegendeki buz kütlelerinin eritilmesiyle oluşturulan suyla demlediğimiz çayımızı yudumlarken kitabımızı da okuyacağız. Bu seferki hülyamızsa Satürn’ün uydusu olan Titan’daki Metan gazını ele geçirmek olacak.İnşaallah o zaman da bu konuyla ilgili bir yazı yazacağım..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |