Herkes cennete gitmek ister ama kimse ölmek istemez. -Joe Louis |
|
||||||||||
|
Sakin pencereme vuran organik kent ışıklarına nihai bir sahne ayarında Ah kırlangıç kıvamı dudağımda, nerede söyle ismin? Hava boşluğunda asılmış bir aşkın izlerini korkuttum Sözcüklere kapattım gizlerimi ne vahim: bir tümcedir bildiğim Eskiyen bir aşkı geri getiren Platin bir dama taşı tut elinde, yanılsadığım ne varsa organik bileşiminden Giz değil, yankı değil, camlardan içeri sızamayan bir kıştayız. Müebbet hapis cezaları alnımda, önce soğuyup sonra lekelenen Geniş omuzlu bir hayat: sarkıtlar, gece baskınları Polisler sanrı gibi geçiyorlar önlerimden Görüyorlar beni bir vakit; kırık bir vazo; “deymez” diyorlar belli. Bir glayöl kıvraklığında sinsice giriyor içime bilinmezliğin ah yaşam! Aynalara bakabilmek için yansıyorum şimdi yolların aksından. Sokağa çıktım o gece, kimse görmedi ayak izlerimi. Silinmişliğim, hiçliğim bir parkın ortasındaki yaşlı çınarlar gibi kapatıyordu önümü. Bir şehir uyuyordu, korkular da... Bir şehir nasıl uyur? Tramvay yolunda ışıkları izledim, sonra yola uzandım Süratle diktim kafaya zehir dolmuş kanımı Boşaltıp kendi bedenimin temizliğe hasret damarlarından Simsiyah bir köşedeydim: YEŞİLÇAM ÇIKMAZI Simsiyah bir köşedeydim, simsiyah bir köşede çağlar değiştirdim. Kılıcımı çektim kınından, asfaltın pelerinli ceneviz askerleri girdiler koluma Sonra üç-beş süvari alayı, haramiler, vahşi kabilelerle çağlarca savaştım. Ben bir imparatordum belli ki Mührümü koydum cebim sanıp yine bir yerlere, tahttan indim. Hiç bilmem neye yarar devrik bir kral? Köle tacirleri, amber kaynayan mahalleler, fesli çocuklar, En son kanlı gladyatörler devirdim. Bin çağda yaşamış ne kadar kahraman varsa beyaz bir atla önlerinden geçtim Pelerinimi savura savura. Sonrasında göz kamaştıran bir vitrinin önündeydim. Elimde kılıç sandığım bir kalem, avcuma sıkıştırılmış bir paçavra Aynaya baktım, bulanık bir eşkal tespit etti gözlerim. Yüzüm yoktu, neden? Bilemiyordum. Saklı bir kitap gibi baktım hep hayata Yaşamın tüm parlak kıvamlarından uzlaşılmış kelebekler yarattım. Bilemiyordum. Bir dirilen kahramandı yalnızca bildiğim Tarihin tüm ölümsüz aşklarını kendi aşkından üstün sayan. Külden yaratılmış bir sevda gibi sakladım o paçavrayı Ertesi sabah uyandığımda nesnelerin dünyasında yerini almış bir hakikatti bu. Bir sanrı sandığım akşam, hayattan kademeli bir gerçek olup çıkmıştı. Öyle zamanlar olur ki insan o zamanı içine alır, Uyandığımdaysa ben tarihin tüm bileşik zamanlarındandım. Bütün gece tarihte dolaşarak elime geçen tek buydu, anladım. Şehir uykusundan uyanmıştı; gündüz gezmelerinde aşıkları gördüm Zakkumları ve sarmaşık delisi süslü balkonları Her şey eski bir aşkın çıkartabileceği tüm kabarcıklara dönüşerek kanımı pıhtılaştırdı. Biliyordum, imkansızlıktı cehennemde son bulmuş bir hayali Böylesine pırlanta, yüksüz, yalıtkan ve değerli kılan. Yatağım yaptığım köşeden kalkıp vitrine yöneldim, Ne yüzüm vardı ortada, ne çatık kaşlarım, ne bedenim ne sözcüklerim Bir çağın geçerli yetisinden bir başka çağa geçiş Tarihin savruk küllerini rulet masasında yitirmek gibidir. Harcadığınız her marka yerine geçen kül, yaşınızdan dolanıp yüzünüzde kırışık halini alır. Bir imparator gibi kalsam farklı mı olurdu diye defalarca sordum kendime Tek tarihte, bilmem kaçıncı saltanatımla... Ama yok! Savurup ruhumu, ihtiraslarını tek tek çalmalıydım tüm kahramanlardan. Karlı ve şantaj dolu bir gecede ne yapılabilirdi ki başka? Tüm hüzün kokan kıvamlarını çıkartıp üzerini kapatabilirdim kahramanların Yahut soyutlayabilirdim kendimi ve tiner kokan ciğerlerimi aşkın tarihi bulularından Ama yapamadım. Ceketimin cebinden bir fotoğraf çıkarıp insanlara göstermeyi düşündüm Görenin olup olmadığını sormayı... Sonra köşeye çekilip her geçene gidenlerden söz ettim. Çareler dinledim kerelerce, “geçer”ler, “unutulur”lar.. Teselli edici sanılan ne varsa hepsini dinledim. Oysa aşk, dev bir gökdelenin tepesindeki –adını bilmediğim- uçak dikkat ışığıydı. Öylesine uzak.. Ona uzandım; dolayısıyla aşka, Gücüm yoktu, bütün gece koca bir tarihte yürümüş, savaşmıştım. Öldüğünde göğe yükselen safsata aşıkları düşündüm; Çıplaklığın ve zamanın olmadığı Tüm zamanlarda yaşanan Hiçbir şeyin zamansız olmadığı zamanları aradım tüm tarihte. Geri döndüğümdeyse bulduğum kendi mabedimdi: Kendi zamanımdan bir yapay mabed.. Aşkın, ışık hızı zamanından... Zamanın kalibresini bilmediğim her milimetresi için koca bir ömür vergiler ödedim. Bileklerimden yukarıda, tüm bedenimi baştan ayağa kaplayan YANNIS RITSOS şiirleri... Hayatın ve aşkın tüm geçirgen yanlarını Tüm bulaşıcı hastalıklarını uzak tutmak için yapılmış ince ruhlu bir aşı sayıyordum bunları. Bir şiir bir insanı koruyabilir miydi? Bilmiyordum. Antika bir mücevher kutusu bulmuştum yıllarca önceleri İçinde eskimiş bir ferman Üzerinde bir kasımdan bir hayata sıçrayabilecek, salgın hastalık büyüleri yazıyordu. Açmaya korktum ilkin; sonra kahraman yapım girdi devreye –bilirsin vardır köşe gönderlerinde adım- Kapağı kaldırdım, bir büyü yaptım. Sülfürik bir karışımdı büyü. Bütün mahrem alanlarında dolaştırdım tenimin, sonra tarihte yazılmış tüm yazıtların üzerine döktüm. Bozuk aksanlı bir kadın yapmıştı tercümesini, kimse duymadı. Tek bir “es” değildi bu bizi kesen. SS’ler karşımıza dikilmiş, gaz odalarını kolluyorlardı. Öyle Führerciydi demek tarih. Zamanın kirli ve lekeli her yerinde bir tılsımlı paçavra yansırdı zahiri görünüm verebilen Her aynavari şeyin öbür yakasından. Kapalı anlatımlı bir salonun locaları Kırılmış, yapıştırılamaz ve durulmaz bir şiddetle açar kapılarını Bir oyun entarisi ve mavi bir entrikadır zaman Aşkın yedi kat resmiyle Bizans’tan, Aydınlanma Çağı’na uzanan. Kelimeler yerine hareketler, mekanik plazmalar YALNIZLIK ve AŞK’a dair bir kabare: Bir şeylerin eksik kılındığı, Bir şeylerin yerli yerinde durduğu, Fazlalaştığı ve yansıdığı hummalı bir kabare bu. Yüzüm yoktu o gece yassı ayna yüzümdeyken, kilitli bir tarih Yüzü olmayan bir adamı oynamak ne denli zordur? Adın neydi söylesene; adın... Yapım eki almadan güzelleşen nedir adın söylesene bana Angolie? İzle, bak! Sözcüklerin cehenneminde motor seslerinden kaçıp bir rol düştü sana Seni çağından alıkoyan kimmiş sor! Bir otoyolda savur direksiyonu, demir köprülerden geç. Anladım; ne sensin ne ben, kalifiye olmuş bir kabare aslolan Danışıklı bir metropol savaşıdır yalnızlık ve aşk üzerine bu kabare Bir metropol dansı: Tarih atlaslarından bakınca içbükey bir aynadan yansıyan.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Ulaş ORAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |