Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker |
|
||||||||||
|
MÜFETTİŞ BEY... Adam Milli Eğitim Bakanlığında İlköğretim Müfettişidir. Eşi bir süreliğine ana memleketine gider. Evde yalnızdır. Bir gün biriken çamaşırlarını makinede yıkayıp, balkona asmaya çıkar. O sırada oradan geçmekte olan ve kendisi de Milli Eğitimde çalışan bir komşusu kendisini görür. Komşusu hemen eve geri döner. Karısına:”Sen ne biçim kadınsın? Koskoca Müfettiş Bey çamaşır yıkayıp, balkona asıyor, sen de hiç utanma yok mu? Şerefimizi on paralık ettin!”deyip, Allah ne verdiyse kadına yumulur. Olay apartmanın diğer erkekleri arasında da derhal duyulur. Hepsi de eşlerini paylayıp, doğru Müfettiş Beyin evine gönderirler. Artık o günden sonra Müfettiş Beyin eşi dönünceye kadar evin her türlü işi komşu hanımların eşleri tarafından düzenli olarak yapılır. Olay nerde geçti dersiniz? Yeşil bir ilimizin merkezinde, Rize’de! SÜPÜRGE... Mevsim ilkbahar..Murat suyu karların erimesiyle coşmuş...Yerler yemyeşil...Haziran ayı Muş’ta güzel olur...Yıl sonu yorgunluğunu üzerimizden atmak için yemeyi içmeyi seven öğretmenler bir grup olup Ermeni bağlarına gidelim dedik. Aldık erzakı, nevaleyi tuttuk bağların yolunu. Hava günlük güneşlik.. Her şey yerli yerinde...Bir yandan türküler, şarkılar öte yandan içkiler hızla tüketilmede..İkindileyin hava bir anda kararıyor...Yağmur hafiften sepelemeye başladı.. Herkes telaşla toparlandı..Dönüşe geçti bizim takım.. Daha fazla ıslanmamak için adımlar hızlanırken karşımıza bir öğrencimiz çıkmaz mı? “Hocam, gelin bizim şurda bağ evimiz var. Babam orda..Hem ıslanmaz hem de dinlenirsiniz.”demez mi? Hep birlikte içten merdivenli tek odalı Ermeni bağ evine sığınıyoruz...Baba hepimizi hoş karşılıyor...Mutluluktan yüzlerimiz gülüyor... Doğunun geleneksel konukseverliği işte böyledir dedirten, hazır bir çilingir sofrası bizi beklemede! Sabahtan henüz hızını tam alamamışlar derhal sofraya kurulup yarım kalan işlerini sürdürüyor...Sohbet yerinde ama zaman da geçivermiş..Hadi kalkalım demelere sıra gelince...Olanlar işte orda oluyor.. Bizim Tarihçi Tuncay deyim yerindeyse ayakta zor duracak durumda. Yerler kirletilmiş. Nerden bulduysa, ot süpürgesi elinde, yerleri süpürecek. Bunu gören o çok büyük konuksever ev sahibimiz, önce kibarca bunun olamayacağını söylese de, Tuncay’ın anlama yüzdesi sıfırlanmış...Nuh diyor, Peygamber demiyor. İlla ben süpüreceğim, diyerek inatlaşmayı sürdürüyor..Ne yapsın ev sahibi, o da, büyük bir hakarete uğradığına inanarak belindeki silaha davranıyor...Bizse, son çare, Tuncay’ı merdivenlerden aşağı atarak mutlak bir cinayetin önüne geçmeye çalışıyoruz..Koluna girip, sürükleyerek uzaklaştırdığımız Tuncay’dan da bir ton ağır küfürler yememize karşın, arkadaştır, sarhoştur, ayılınca hesap sorarız deyip, bağrımıza taş basıyoruz.. PUSETTE BİR BEBEK... Bir gün karşıma bir bebek çıkageldi, pusette bakıcı kız da yanında...Sıkça uğramasam da merhaba dediğim bir butikteydiler...Bebeği görür görmez sevmiştim..Esmerdi ve dünya tatlısı gözleriyle beni kendine tutsak etmişti. Hemen eğildim önünde. O an, acaba bu bebeğin ilgisini nasıl çekebilirim dedim kendime. Doğrusu denemeye değerdi. Onunla göz hizasına gelmiştim. Karşısında şaklabanlıklar yapmaya başladım. İstiyordum ki, o, sürekli gözleriyle beni izlemeye devam etsin. Bakışlarından onu etkilediğimi seziyordum Ancak tam da beklediğim tepkiyi alamamıştım. Sabırla şaklabanlığı sürdürdüm. Bir an yüzüm yüzüne çok yakınlaşmıştı. Bu arada bakıcı kız da yaptıklarımı ilgiyle izliyordu. Ne olduysa o yakınlaşma anında oldu; o esmer güzeli bebek bir anda dudaklarımdan öpüverdi! Ben şaşkın, bakıcısı şaşkın, butik sahibi şaşkın...bakakaldılar...Doğrusu bu ya, ben de böyle bir ödül beklemiyordum...Çok sevindim...Bence Olimpiyat madalyası alsa insan ancak bu kadar sevinebilir, değil mi? Bu güzel ödül karşısında ancak şapka çıkarılır... EFRAİM’İN KARISI Efraim efendi eve yorgun argın döner. Yemekte pek fazla konuşmaz. Oysa karısı o gece ona pek özel yemekler yapmıştır. Yemeğin enfes olması da onu pek etkilememiştir. Uyku zamanı gelince yatağa girerler. Karısı eşini mutlu etmekte kararlıdır. Sürer sürüştürür. Yatakta cilveler yapar. Bir türlü Efraim’in ağzını bıçak açmaz. Sonunda karısı patlar:”Yahu Efraim Efendi, noldu sana böyle? Sen hiç nazlanmazdın..” Efraim ağzındaki baklayı sonunda çıkarır:”Sorma karıcığım, bugün Salamon Efendi benden alacağını istedi. Bende de onu verecek para yok. Ne yapacağımı bilmiyorum.”deyince... Karısı doğruca yataktan sıçrayıp telefonun ahizesine yapışır. “Salamon Efendi, Salamon Efendi...Efraim borcunu ödemeyecek, biraz da sen düşün!”der.. Siz siz olun, çözemediğiniz bir sorun oldu mu hemen Salamon Efendiye işi havale edin... Bakın nasıl kısa zamanda çözülecek, görebilirsiniz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ömer akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |