Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
Yazma hevesi eli kalem tutan, mürekkep yalamış hemen herkeste vardır. Ancak Feridun Andaç’ın dediği gibi, “Yazarlık bir seçimdir. Kimse sunmaz size. Ne kadar erken yaşta bu yolu seçer, yorulmak bilmeyen bir çaba ile çalışırsanız; ileride ‘ardına sığınacağınız’ yapıtları oluşturabilirsiniz ancak.” Andaç’ın değindiği şey, yazarlığı bir meslek olarak seçenlerle ilgili bir saptama. Günümüzde ise internet aracılığıyla yaygınlaşan yazarlarınsa bu işi Andaç gibi düşünüp de yola çıktıklarını pek sanmıyorum. *** Peki, bu gazete köşe yazarlığı ile yazarlık işinin aslı nedir? Gerek köşe yazarlığı gerekse yazarlık mesleği kolayca yapılabilecek bir iş midir? Köşe yazarlığı ile yazarlık mesleği arasındaki ayrım nerede başlayıp, nerede bitiyor? Öncelikle belirtelim ki, köşe yazarlığı ile yazarlık mesleği kesinlikle birbirine karıştırılıyor. Köşe yazarlarını yazar olarak lanse eden şu söze bakın: “Mine Kırıkkanat ve Perihan Mağden yazar. Sabah’ta da Çetin Altan ve Can Dündar. Bu insanların dışında Türk basınında yazar yok. Herkes yazı yazıyor.” (Mehmet Y. Yılmaz, Hürriyet, 30.7.2000) Eğer Mehmet Y. Yılmaz, bu isimleri köşe yazarı olarak yansıtsaydı belki o kadar itiraz edilmez, kendi beğenisidir, der geçerdik. Bu kişiler gazete köşe yazarlığını meslek edinmişler yani profesyonel olarak çalışmaktalar. Yazarlık mesleği ise gazete köşe yazarlığından çok farklı. Dünyada kitapları milyonlarca satan Paulo Coelho, Amin Maalouf, ülkemizden Yaşar Kemal, Orhan Pamuk yaşamları yazarlıkla sürdüren isimlere örnektir. Bu yazarlar anlaşmalı oldukları yayınevlerinden genellikle yeni bir kitabı yazmaya oturmadan ön ödeme alırlar. Hatta yayınevi yazarının dünyanın hangi köşesine giderse gitsin oradaki harcamalarını karşılar. Yazarlık böyle bir şey olsa gerek! *** Köşe yazarı her şeyden önce günceli izlemek zorundadır. Günlük gelişen olaylar hakkında yorum yapar, okurlarını bilgilendirir, yetkilileri uyarır, uyandırır. Yazar kişinin böyle bir derdi yoktur, olamaz. O kendi gündemini, kendi dünyasını, bir aydın sorumluluğu ile kitabına yansıtır. Bunu da seçtiği edebi türde yapar; bu roman, öykü ya da deneme olabilir. Köşe yazarının yazdıklarım edebi bir değer taşısın diye bir derdi yoktur. Hem gazetenin editörü ne güne duruyor. O, çalakalem, hatta sokak ağzıyla bile yazsa editörü yazısını okunur kılmak için orada değil mi! Bir yazının çok okunur olması o yazının edebi olduğunu göstermez. Yapılan şey, gündemdeki olaylar, sarf edilen sözler anlatılmıştır. Bu türe olsa olsa köşe yazarlığından çok dedikodu yazarlığı denebilir ki, doğrusu günümüzde bir hayli ilgi görüyor. Türk basın tarihinde köşe yazarı olarak yazdıklarıyla günümüze gelen fıkra, makale dalında Ahmet Rasim, Oktay Akbal, Haldun Taner, Çetin Altan, Aziz Nesin, Falih Rıfkı Atay, Şevket Rado, Hasan Pulur; röportaj dalında Fikret Otyam ve Yaşar Kemal ilk aklımıza gelen isimler. Bu yazarlar yazarken yazar mıyım, değil miyim, kaygısı yerine yaptıkları işin sorumluluğunu bilerek hareket ettikleri için halen okunabilmektedirler. Yazarlık mesleğini seçen kişi kimi zaman güncel olayların içinde yer alır, izler ancak bunu yapıtlarına yansıtırken bir zaman endişesi yoktur. Onun yazarken kendi üslubunu ortaya koyma gibi bir zorunluluğu vardır. Köşe yazarı gibi akşamki baskıya yazısını yetiştirme derdi yoktur. Ama bakın John Steinbeck bir romanını tam yedi kez yazmış. Bu olağanüstü disiplin, ancak işini severek ve inanarak yapanlara ve geçimini salt yazdıklarıyla sağlayanlara özgü olsa gerek. İşte tam bu noktada Canetti’ye kulak verelim: “Gerçekte bugün yazar olma hakkından ciddi olarak kuşku duymayan kimse yazar sayılmaz. İçinde yaşadığımız dünyanın durumunu göremeyenin, o dünya üzerine yazacak hemen hiçbir şeyi yoktur.” *** Bir yazının altında ya da üstünde isminin görünmesi kimileri için dayanılmaz bir cazibe kaynağıdır. Sırf bu amaçla birçok hevesli insan gazete kapılarını hemen her gün çalar. Görüşme olanağı bulabilirlerse karşılarındaki ister yazı işleri müdürü ister genel yayın yönetmeni olsun, eğer o kişi, oturduğu makama hakkıyla gelen biriyse yazar adayı onun süzgecinden kolay kolay geçemez. Çünkü o yetkili, yaşadığı ülkede yayımlanan gazete ve kitap sayısını iyi bilir. Yine bilir ki, bu ülkede Aziz Nesin’in ironisiyle her üç kişiden beşi şair olduğunu söyler. Hatta kimisi bunu öylesine ileri götürür, adına bastırdığı kartvizite şair olduğunu yazma gafletinde bulunur. *** Yazma bir tutkudur, dedik. Bu tutkunun alev aldığı yanıp tutuştuğu yürekler günün birinde bir volkanın ansızın patlamasına benzer bir biçimde bir anda yazı dünyasında bulur kendini. Ancak benim gibi daha ortaokul sıralarından yazar olmayı kafaya koyanlar için Türkiye, hiç de kolay bir lokma değildir. Bunun nedenleri arasında biraz önceki tespitimiz gazete ve kitap baskı sayıları başta olmak üzere eğitim kurumlarının okumayı özendirmeyen bir yapılanma içinde olması; öte yandan yazar çizerlerin faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi, bu alandaki pek çok heveslinin caymasına neden olduğu söylenebilir. Mevcut yayınevlerinin bu olumsuz koşullar nedeniyle ve en başta ticari kaygılarla kendilerine önerilen pek çok yeni yazarın kitap dosyasına sıcak bakmayıp, isim yapmış kişilerle iş yapmak istemesi de işin tuzu biberidir. Sözü internetten girdik. İnternetin öylesine kolaylıkları var ki, say say bitmez. Örneğin kopyala yapıştır, Google gir, ne istediğini söyle karşına sayısız seçenek bir anda düşüversin. Bu düşme elbette internet hızınızla ilgili bir şey. Böylesine kolay bir ortamda kim yazar olmak istemez! Eski yazarlar gibi yüzlerce sayfalık kitapları okuyacaksın, ansiklopedi ve sözlüklerden sözcük araştıracaksın, oturup bunları bir de bilgisayara aktaracaksın… Hiç de günümüz gençliğine yakışan işler mi bunlar! “Gazetecilik mesleği ile yazarlık mesleği karıştırılıyor gibime geliyor.”diyor, Feridun Andaç Çok da doğru söylüyor. Öyle ya, gazetelerde genel yayın yönetmenliği yapmış anlı şanlı adamlar dahi gazete köşe yazarlığı ile yazarlık mesleğini karıştırırken, sıradan bir kitap ya da gazete okuru neden karıştırmasın, değil mi? Alıntılar: Feridun Andaç, Celile’de Kuşlar Ölüyor, 1. baskı, Can Yayınları, Eylül, 2003
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Akşahan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |